TARİH KAFİYEYİ SEVER
Her şey ortadayken yazmanın ne gereği var diye düşünürüz bazen. Ama yaşananların kayda geçmesi gerekir. O nedenle yazalım. Yazalım ki kalsın. Bugün herkesin bildiğini yarın da herkes hatırlasın diye yazalım. Dün Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık Zaferi’nin 500. Yıldönümü idi. Hafızayı hemen tazeleyelim: Mercidabık, Yavuz Sultan Selim komutasındaki Osmanlı ile Kansu Gavri arasındaki Memlük orduları arasında gerçekleşti.
15 Temmuz nasıl millet olduğumuzu hatırlattıysa 500 yıl önce Mercidabık da bize Anadolu denilen coğrafyanın sınırlarını çizmişti. Şu anda Türk Ordusu’nun Cerablus’u DAEŞ teröristlerinden temizlediği topraklar 500 yıl önce Mercidabık’a sahne olmuştu. Geçmiş geçmiştir. Gelecek de gelecek. Ama ikisi de yaşar, zihnimizde. Bugün dünün ve geleceğin gölgesindedir. Kendimizi tanımak için tarihi bilmemiz gerekir. Nerede ne yaptığımızı bilmek klasik coğrafya bilgisinin çok ötesindedir.
İki gün sonra açılacak Yavuz Sultan Selim Köprüsü için anlamlı bir selamlama oldu Cerablus kuşatması. Dileğimiz tek bir Mehmetçiğin burnu bile kanamadan bu operasyon başarıyla sona ermesi. DAEŞ denilen eli kanlı maşa sınırımızdan yok olur gider. Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık Zaferi oğlu Kanuni’nin Viyana kapılarına gitmesini sağlamıştır. Mercidabık’ta ordunun bir yanını Anadolu Beylerbeyi kumanda ederken diğer tarafını Rumeli Beylerbeyi kontrol ediyordu. Bu birliği gösterir. 15 Temmuz sonrası Anadolu ve Rumeli’nin birlikte gösterdiği beraberliği işaret eder. Birlik içindeysek meseleler mesele olmaktan çıkar. Tarihe sahip çıktığımız ölçüde tarih de bize sahip çıkar. Sadece zaferleri değil, arkasındaki anlamları da anlayabilmek bizi diri tutar. Ateş kalıcı olur, ocağımız tüter. Yoksa saman alevi gibi parlar ve söneriz.
Mercidabık sadece Mercidabık değildir. Oradaki zafer, sadece savaşın gerçekleştiği yakın coğrafya ile alakalı da değildir. Sadece Doğu sınırlarının kontrol altına alınması meselesi de değildir. Sonrasında Filistin ve Lübnan dahil olmak üzere problemler içindeki bir coğrafyaya da fayda getiren bir süreçtir. Anadolu dediğimizde Filistin’in de dahil olduğu bir coğrafyayı kastettiğimiz belki bu vesile ile anlaşılabilir. Gazze için yüreklerimizin neden yandığını, Halep’in sızısının neden İstanbul’un derdi olduğunu bu vesileyle belki daha iyi anlayabiliriz. Tarihin aynı şekilde tekrar etmeyeceğini ancak Mark Twain’in deyimiyle “kafiyeyi sevdiğini” söyleyebiliriz. Bu günler tarihte yaşanılan her şeyin yeniden cisimleştiği günler. Geçmiş asla geçmiyor. Kahramanlık da ihanet de zafer de diriliş de hepimiz yaşarken yeniden vücut buluyor.
İskoçyalı oryantalist William Muir, “The Mameluke or Slave Dynasty of Egypt” isimli kitabında Mercidabık hazırlığındaki Kansu Gavri’yi şöyle tasvir eder: “ Sultan Kansu Gavri 9 Haziran'da büyük bir törenle Şam'a girdi; yoluna halılar serilmişti ve etrafa Avrupalı tüccarlar paralar saçmaktaydı. Burada Sultan Kansu Gavri ile ordusu bir hafta Şam'da kaldıktan sonra yine büyük törenle yola çıkıp Humus ve Hama üzerinden Halep'e doğru yürüyüşe geçti.”
Bilmem anlatabiliyor muyum?