MAHALLENİN ÖLÜMÜ
Mahalle kültürümüzde en küçük yerleşim biriminin adıdır. Mikro bir kozmostur adeta Mahalle, selamet yurdudur. İnsanın evi varsa, komşunun da mahallesi vardır. Önceleri, bir cami, bir okul ve bir çarşıdan müteşekkil mahalle, hem insanları bir arada tutar hem de güvenliği sağlarmış. Güvenliği sağlaması şöyle: Mahalleye giren çıkan belli olurmuş. Herkes birbirini bilirmiş. Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen gün kentsel dönüşüm konusunda konuşurken “İstanbul için çok yanlışlar yaptık, ucube inşaatlar yaptık. İstanbulumuzun o güzelliğine yanlışlar yaptık.” dedi.
Elhak. Bunu herkes işbirliği içinde yaptı. Eski evlerin yerine apartmanların yapılmasıyla hız kazandı bu süreç. Güzelim evler terk edilip apartman dairelerine sığışmaya çalıştık. Apartman dairesine güç yetiremeyenler, arazi çevirip gecekondu yaptılar. Sonra gecekondular büyüdü ve bahsedilen ucubeler ortaya çıktı. Sosyalist modernizmi bile mumla aratacak bir zevksizliğin ortasına düştü şehirlerimiz. Estetik karın doyurmuyor ne yapalım diyorsanız haberler yine de kötü.
Sadece kendimize yaşarken mezarlar yapmamız değil şehirleşme konusundaki günahımız. Güvenlik sorunu da oluşturuyor. Büyük şehirlerde kim kime dum duma… Yıllarca aynı binada oturup birbirini tanımayan komşular var. Bayram seyran bile insanların birbirlerini tanımalarına vesile olmuyor. Bir örnek daha: Atatürk Havalimanı’nı kana bulayan teröristlerin oturduğu mahallenin muhtarı mahallesinde 2500 kayıtsız ev olduğunu söylüyor. Muhtarının kontrolü dışına çıkmış mahalle… Kat kat üzerine, insan insan üzerine oturuyor ve sonunda ortaya bir güvenlik sorunu çıkıyor. Camisi, çarşısı, okulu olan mahallelerden, sitelerinde mescidi olan, arabayla alışveriş merkezine gidilen ve servisle okula gidilen kent parçacıklarına doğru geçiş yapıyoruz. Bir de mahalle çeşmeleri var tabii.. Onun yerini de damacana sular alıyor. Çeşmeler akmıyor, kitabeler yok.
Tıklım tıklım bir dünyada sıkış tıkış bir hayat sürüyoruz. Ama önce mahalle ölüyor. Şehir bitiyor kent başlıyor. Organik cemiyet bitiyor, sentetik toplum başlıyor. Mahallenin ölümü elbette bugün başlamadı. Değerlerimizden uzaklaştıkça yavaş yavaş öldürmeye başladık mahalleyi. Gentrification yani soylulaştırma ile mahalleyi sakinlerinden ayırmaya başladık. Dedik ki sen bu mahalleye fazlasın, buraya daha soylu kişiler oturacak. Hali vakti yerinde olmayan eski sakinler, edebini bozmadan usul usul şehrin diğer yakasına, yeni kurulmuş uydu kentlere taşındı. Bununla kalmadı, turizm kutsanmaya başladı. Evler yerlerini otellere terk etmeye başladı. Öyle ya, yatak sayısı mühim şey. Özellikle tarihin kalbinin attığı yerler hızla turistleştirildi. Tamah deyin ahmaklık deyin, ne derseniz deyin, insansız şehirlerimiz oldu. Ayasofya müze diye ağıtlar yakılıyor ya, mahallesiz camilerle birçok müze camimiz oldu. Fiilen müze değil ama bayram namazları haricinde uğrayanı yok. Bunlar işte hep mahallenin ölümüyle oldu. Bu ölüm, doğal yollardan gerçekleşmedi. Bu bir cinayet ve elbirliği ile gerçekleştirildi. Gördüğünüz uzun binalar gökdelen değil, mahallenin ölümünü ilan eden mezar taşlarıdır. Uzun binada yanan ışıklar da mahalle mezarının kitabesi…