BALIKLARIN EN FİYAKALISI, LÜFERDEN KOFONAYA
Bilgisayar başına geçtiğimde ne yazabileceğim konusunda o kadar karasız kalıyorum ki, kafam karma karışık. Son zamanlarda belli bir konunun etrafinde dön dolaşıp duruyorum. Bazen başka başka şeyleri yazayım diyorum. Çok özlem duyduğum öyküler ortamında dolaşayım. Bazan de güncel, yaşanmış hikayelerden söz edeyim diyorum. En çok sevdiğim ve yazdığım yazılardır bunlar. Bazen de, güncel yaşamın penceresinden bakıp gördüklerimi yazmayı tercih ediyorum.. Güncel yaşamdan gördüklerimi yazmayı seviyorum da.
Başımızda iki yılı aşkın süredir, Demoklesin kılıcı gibi sallanan, ne yapacağı, ne olacağı hala belli olmayan Covid-19 ve Omicron varyantı konusunda söylenecek şeyler pek farklı değil. Aylardır hep aynı şeyleri konuşuyor ve yazıyoruz. Alınan önlemlere karşın, Omicron yine bildiğini okumaya devam ediyor. Vakalar az da olsa artıyor. Tüm olumlu bilgilere karşın, bundan bir süre önce yazdıklarımın son cümlesindeki o sloganı ilk yazdığım yerdeyiz, “İşimiz Allah’a kaldı”.. Durum ne kadar da kafa karıştırıcı bir ortamda olduğumuzu gösteriyor
Baktığımızda, yaşamımızda değişen bir şeyler olmadığı gibi koronaviriüs konusunu iyice kanıksamaya başladığımızı da rahatlıkla söyleyebiliriz. Covid-19 sözcüğü iyice alışkanlık yaptı.
Bu sevimsiz konudan uzaklaşayım dedim. Kendini hiçbir zman unutturmayan ekonomik koluların ilginçliğine bıraktım. Bıraktım da, konunun çok derin olduğunu düşünerek daha geniş alan bulabileceğim başka bir güne öteledim. Çarşı pazarı dolaşarak mutfaktaki yangını anlatacağım verileri toparlamaya başladım. Tekmili birden yapacak o kadar çok şey var ki..
Döküman toplamak için çarşı pazarda dolaşırken kendime balık ziyafeti çekmek geldi aklıma.. Balık, yanına yaklaşacak gibi değildi ama, yine de paraya kıyıp dört adet lüfer aldım ve evdekilerle birlikte kendimize balık ziyafeti çektik. Lüfer pek de güzeldi.
Balık sofrasında bugünkü yazı için konuyu da bulmuştum. Karadeniz’de balık zekayı geliştirir derler. Gerçekten de zeka derinliğimde keşfe çıkınca elimde öykü olarak beklettiğim; lezzeti, özellikle fiyakası ve bıçkınlığıyla ünlü lüferin gizemli öyküsünü buraya aktarayım dedim. Belki paylaşılmıştır, biliyorsunuzdur. Ama, ben yine de paylaşmak istedim,
“LÜFER’DEN KOFONA’YA”
“Onun adı Pomatomus Saltatrix, Karadeniz'de çıkar yumurtadan, Ağaç yaşken eğilir misali daha 3 cm. boyundayken bile laryaları kovalayacak cesarettedir.
Büyür, o yağlı güzel Karadeniz hamsisini yemeye başlar, hem de daha Defne Yaprağı iken. Samsun, Sinop, Kastamonu derken Zonguldak, Düzce geçilir bir de bakmışsın ki bizim ufaklık delikanlı bir Çinekop olmuş.
Heyecanla beklediği memleketine, İstanbul Boğazı'na girer Çinekoplar. Bu sefer Boğazın en lezzetlisi İstavritlerine göz koyar, doyurur kendini, iyice boy atar, olur yağlı bir Sarıkanat.
Artık tam bir predatördür. Kendi cinsi dahil uçan, kaçan her balığı jiletten keskin dişleri, çeliği kesen güçlü çenesiyle tek darbede parçalar.
Bu hırçınlık ve beslenme alışkanlığı bizimkine yarar, Boğazda akıntılarda yüze yüze iyice parlayan belirginleşen pullarıyla endamı güzel, kendisi güzel bir Lüfer olur.
Artık babayiğittir, gören balıklar aman diler yüzüşünden, gecelerin adamıdır gafil avlar koca koca kefalleri, zarganaları.
Boğaz dar gelir, Marmara'da eser geçer Kofana olur.
Çanakkale'yi geçer bir selam çakar Seddülbahir'e, çıkar Ege'ye...
Balık çiftliklerinde bekçilik yapmaya başlar, kaçanı affetmez ispendekleri, lidakileri çekirdek gibi yer, öyle olunca ona Sırtıkara derler...
Öyle fiyakalı cengaver bir balıktır ki; doğumundan, ölümüne neredeyse her santim büyümesinde ismi değişir.
Defne Yaprağı / Çinekop Palazı / Çinekop / Kaba Çinekop / Sarıkanat / Lüfer / Kaba Lüfer / Kofana / Sırtıkara
Her boyda ismi değişse de değişmeyen tek şey, kaderidir. Sofralarımızın ve içki masalarımızın en değişmez lezzetidir.
Bu bizim balığımız ve artık yok olmakla yüz yüze.
Bugün bu balığı yaşatmak, öldürmekten çok daha kıymetli...
Av limitlerine riayet edin, balığı yaşatın, keyfini yaşayın.
Balıklar bu kıyağı asla unutmaz.“/ Jack Saul’den Alıntıdır