Deney sonuçlarını merakla bekliyorduk. Zira hocamız öğrencilerine beşer dakikalık iki ayrı süre vermişti. Önce gözlerimizi kapatmıştık. Öldüğümüzü varsayıp, bize kaliteli bir insan hissi veren ve gerçekten mutlu eden davranışlarımızı düşünmüştük. Sonra gözlerimizi açıp aklımıza gelenleri yazmıştık.
Hoca yazılarımızı okumuş, bilgisayara yüklemiş ve özel bir programla kavram analizine tâbi tutmuştu. Çıkan sonuçları, uzun zamandır sürdürdüğü bu deneysel araştırmanın diğer verileriyle karşılaştırmıştı. Ulaştığı sonuçları, ondan dinleyelim:
“Sanırım farklı bir deneyim yaşadınız. Merak ettiğinizi de biliyorum. Yazılı cevaplarınızı analiz ettiğimizde, yıllardır farklı öğrenci gruplarına yaptığım bu uygulamanın benzer sonuçlarına ulaştık. Geçmiş yaşantılarınız bakımından sizi en mutlu eden ve insani davranış kalitenizi belirleyen temel kavramlar; “aile”, “ahlak”, “inanmak”, “yardım” ve “başarı” şeklinde sıralandı. Bu kavramlar diğer sonuçlarla uyumlu.
İnsanın kalitesinde öne çıkan kavramlar, aslında temel insani erdemlerdir. Yani bir sistem olarak insanı ayakta tutan, tatmin eden ve sürdürülebilir yaşam zevki veren duygu ve davranış setimizin temel kavramları bellidir. Buralarda iyiysek daha sorunsuz ve mutlu bir yaşama sahip oluruz. Bu bilimsel araştırmada bu gerçeği bir kez daha gördük.
Aile, ahlak, inanç, yardım, başarı
Güçlü bağları olan bir aileye, yerleşmiş bir ahlaka, oturmuş bir inanç sistemine, çevreye karşı yardımsever bir tutuma ve başarılı olma arzusuna sahip olmak, insana sürdürülebilir bir yaşam zevki verir. Dikkat ederseniz bunlar; bir canlı olarak insanın, insan olmanın temel fonksiyonlarıdır.
Günümüzde yaşamın hızı, bize geçici konfor alanları sunuyor. Yaşam ile ölüm arasındaki denge bozuluyor. Hayatın sonunu düşünmeden sadece yaşama arzusu, bizi sıradan bir hayattan uzaklaştırıyor. Hep “elde etme”ye, “beğenilme”ye, “yükselme”ye odaklanırken asli fonksiyonumuzdan uzaklaşıyoruz. Bunun en belirgin sonucu ise davranışlarımızdaki kalitenin giderek düşmesidir.
Evet, dünya insanının davranış kalitesi, yani insan olma kalitemiz hızla zayıflıyor. Bize yaşam keyfi ve sürdürülebilir mutluluğu veren duygu ve davranışlardan giderek uzaklaşıyoruz. Oysaki hayatta bize gerçek yaşam keyfi veren duygu ve davranışlar bellidir…”
Hocamız sonuçları anlatırken, kendimi tasavvuf dersinde gibi hissettim. Zira aktarılanlar yabancısı olduğumuz kavramlar değildi. Lakin temel insani değerlerin, kâmil insanın; Londra’da yıllardır sürdürülen deneysel bir çalışma ile ortaya koyulmasından etkilendim.
Yaşamaktan zevk aldığımız duygu ve davranışlar, temel insani erdemlerde saklı. İnsani değerlere duyarlılık düzeyimiz, insan olarak kalitemizi ortaya koyuyor. Bunun ilerlemiş hâli kâmil bir kişiliktir. Ve insan, “vazgeçebildiği oranda” insandır.
Evrendeki her şeyin temel bir fonksiyonu vardır. Etrafımızı saran varlık dünyasında yer alan şeyler çeşitli özelliklere sahip olmakla birlikte, hepsi özde bir var olma nedenine sahiptir.
İnsanın asli fonksiyonu
Hayatta gerçek ve kalıcı mutluluğu yakalamanın, iyi hissetmenin, kaliteli bir davranış setine sahip olmanın temel yolu; bir insan olarak asli fonksiyonumuzdan uzaklaşmamaktır.
Hayattaki öncelikli ve asli fonksiyonumuz, “insan olmak”tır. Yani ana gaye, insan olmanın gerektirdiği temel erdemlere sahip olmak ve bunları sürdürebilmektir. Küçüğünden büyüğüne, el aletinden ileri teknolojiye, canlıdan cansıza kadar etrafımızda yer alan bütün “şey”lerin bir asli fonksiyonu; var olma nedeni vardır. Bahçedeki ot, kiraz ağacı, kedi, çekiç, bilgisayar, yıldızlar, güneş… Her şey, bir şey için var! Kısacası hiçbir şey kendisi için var değil.
O hâlde soru net: “İnsan ne için var?” İnsan, “insan olmak” için var. Yeryüzünde iyiliği üretmek ve yaymak için var. İnsan sadece mutlu olmak için değil, aynı zamanda mutlu etmek için var. Sadece kazanmak için değil paylaşabilmek, daha da önemlisi vazgeçebilmek için var. Hür ve bağımsız bir yaşam sürdürürken hayatında ötekine de yer vermek, öğrenmek, çalışmak, üretmek ve anlamların peşinde koşmak için var. Nihayetinde insan, kendi hakikatini yakalamak ve “kendini bilmek” için var.
Bunun için de güçlü bir aileye, yerleşmiş (olgun) bir ahlaka, tutarlı bir inanç sistemine, çevreye uzanan bir el olmaya ve başarı arzusuna ihtiyacımız var. İnanç sistemlerindeki tasavvufun ve pozitif psikolojinin dünyada hızla yayılması esasen bu ihtiyacın bir sonucudur. Çünkü dijital dünyanın tüm hücrelerimize nüfuz ettiği bir zamanda, yaşamın bize kazandırdığı geçici kimliklere takılıp kalmaktan aslolan insan kimliğimizi ihmal ediyoruz. Böylece yeşil bir örtü olamayan ottan, meyve veremeyen kiraz ağacından, fare tutamayan kediden farkımız kalmıyor.
Modern dünyanın sunduğu renkli konfor alanı, insanı temel fonksiyonundan ve asli varlık nedeninden uzaklaştırıyor. Bir bataklık misali konfor alanı genişledikçe insan kalitemiz azalıyor. Dünyanın bize sunduklarını süzebildiğimiz ve vazgeçebilmeyi başardığımız oranda; ailemize, ahlakımıza, inandıklarımıza sahip çıkabildiğimiz ölçüde öteki için bir çekim merkezi olma başarısını gösterebiliriz. Bu sebeple insani kalitemizi belirleyen, kazandıklarımız değil “vazgeçebildiklerimiz”dir aslında…