Sayısız şeylerin peşinde koşmaktan kendimize sıra gelmiyor! Modern toplumun başka şeyleri bilme, başkaları tarafından bilinme, her şeye sahip olma gibi dürtüsel arzu bombardımanı; bizi kendimizi bilme yolculuğundan uzaklaştırıyor.

Kendi gözünde var olamayan, varoluşunun anlamıyla buluşamayan insan; günümüzde giderek amaçsız, eleştiriye kapalı, bencil, endişeli, saldırgan, mutsuz, umutsuz bir kişilik tablosu sergiliyor. Oysaki uyumlu ve mutlu olmak için insanın anlamını bilmeye, kendini tanımaya, özünü bulmaya ve benliğini kazanmaya ihtiyacı var.

İnsan, insanlık tarihi boyunca merak konusu olmuştur. Zamanla bu merakın amacı ve içeriği değişmiştir. İnsanın dünya ile ilişkisinin daha sınırlı olduğu Antik Çağ’da; insana ve onun ruh yapısına ilişkin merak önde olmuş, bu dönemde insanın zihin ve ruh yapısına dair ciddi bir bilgi birikimi oluşmuştur. Edebiyat, resim, heykel, müzik gibi sanat dallarında tarihî eserler üretilmiştir.

Zamanla insanların çoğalarak yeryüzünde dağılmaları, hızla gelişen toplumsal yaşam düzeni, değişen ihtiyaçlar ve değişen tüketim alışkanlıkları; insanın dikkatini kendisinden, kendi öz cevherinden uzaklaştırmıştır.

“ÖZ” CEVHERİNDEN UZAKLAŞAN İNSAN

İlk insanlar hayatta kalmaya ve canlılıklarını sürdürmeye odaklanırken, tarım toplumuna geçen insanın toprakla alışverişi yoğunlaşmış ve verimli topraklar dönemin temel sermayesi ve gücü olmuştur.

İnsanlık tarihinin ikinci dönüm noktası diyebileceğimiz Sanayi Devrimi’yle, makine ile iş görme alışkanlığı başlamış; hızla gelişen ve çeşitlenen teknoloji, bireyin ve toplumun yaşamında sosyo-ekonomik ve kültürel değişime, dönüşüme zemin hazırlamıştır. İnsanlık, hızla gelişen bilim dallarıyla çevresine giderek egemen oldukça ve dünyayı öğrendikçe de kendini ihmal etmiştir. Kısacası, çevremizi bildikçe insan olarak kendimizi bilme çabamız azaldı ve ruh âlemimizden uzaklaştık.

İnsanın bu önemli arayıştan uzaklaşmasının bazı haklı sebepleri de yok değildi. Çünkü dünyayı tanımaya, doğa koşullarıyla baş etmeye, daha fazla üretmeye, toplumlar arasında ulaşıma, iletişime ve ticaret ilişkisi kurmaya ihtiyaç vardı. Ama insan bununla yetinmedi.

Bilgi çağına geçildiğinde insanın yaşamını daha kolaylaştırmaya, hızlandırmaya, konfor alanını genişletmeye yönelik çabalar ve bilimsel araştırmalar da hızlandı. Yeni dönemin temel gücü ve ana sermayesi olan bilgiyle insanın yeryüzündeki çabası, madde odağında derinleştikçe derinleşti. İnsan maddi dünyaya ait bilgi birikiminde mesafe aldıkça, mana dünyası zayıfladı. İnsan; yerin üstündeki ve altındaki zenginliklere, uzaydaki derinliklere, kısacası her şeye egemen olmaya çalıştıkça kendi gerçeğinden, kendini bilme çabasından ve insan olmanın anlamından uzaklaştı.

Sanal algıların hakikati gölgede bıraktığı dijital çağda, tüm varlık alanı gibi insana ilişkin bilgi birikiminde de algılar olguların önüne geçti! İnsanın hakikati, insanın bedeni ve bedenin arzuları altında adeta ezilmeye başladı. Bugün yazık ki insanın anlamını unutmaya başladığımız bir yaşama alışıyor ve alıştırılıyoruz! İnsanı tanıma ve bilme yolculuğunda geriledikçe temel sermayemiz olan insanın anlamından, insanın tekâmülünden ayrı düşüyoruz.

“KARAKTER KADERDİR!”

Antik Yunan filozofu Herakleitosun “Karakter kaderdir.” ifadesindeki iki temel kavram da zarar gördü. Ahlak başta olmak üzere; temel insani değerleri zayıflatan madde odaklı yaşam biçimi, insanı insan yapan öz karakterde aşınmaya yol açtı. Şahsiyetin oluşumunda önemli etkisi olan ahlaki değerlerin zayıflaması, insanı insan kılan iyilik yapma isteğini de azalttı. Cüzi iradeyle yöneldiğimiz kötülük eğilimi, daha fazla davranışa dönüşmeye başladı.

İnsanı madde ve mana, beden ve ruh bütünlüğü içinde ele almaktan uzaklaşıp sadece maddi değerlere indirgedikçe; tek kanatlı kuş, tek kürekli kayık misali kendi etrafımızda girdaplar oluşturuyoruz. Maddi girdaplarla boğuşurken de insani yolculuğumuzda mesafe katedemiyoruz.

Bugün uzaydan çekilecek ve yeryüzünde olup bitenleri ayrıntılı olarak gösterecek bir dünya fotoğrafı, insanın anlamından ne kadar uzaklaştığının en güzel delili olacaktır. Bireysel iç çatışmalar, şişen benlikler, egemen olma hırsı, hak, adalet ve inanç değerleri algısının zayıflaması, toplumsal anlaşmazlıklar, insandan insana zulümler, savaşlar, insan eliyle bozulan tabiat dengesi…

Aslında sosyal bir varlık olan insanın, dış dünyaya ihtiyacı var. Ancak bu ihtiyaç bizi öylesine bizden uzaklaştırdı ki, iç dünyamızla irtibatımızı yitirdik ve dolayısıyla insan olarak kendi öz anlamımızdan uzaklaştık. Dışımızdaki maddi dünyanın teferruatlarında yol aldıkça ve sayıların dünyasında dolaştıkça; kalbin ve ruhun ihtiyaç duyduğu, kaynağı Yüce Yaratıcı olan sevgi, şefkat, merhamet, empati gibi yaşamın öz duygularından ayrı düştük.

Çağımıza damga vuran maddi arzulara ulaşmaya odaklı hırs ve hız, insan olmanın gerektirdiği sadeliği ve sükûneti zedeledi. Bunun içindir ki; bugün insanın anlamıyla yeniden buluşmaya, kendimizi bilme yolculuğunu gözden geçirmeye, kendimizi keşfetmeye, öz varlığımızı bilmeye ve kendimizi aşmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

O hâlde, “İnsanın anlamı nedir?” sorusunu birlikte düşünelim ve haftaya bu önemli sualin izini sürmeye devam edelim…