Birkaç yazı boyunca şu sıralar iktisatçı mahfillerinde çok konuşulan "hiperenflasyon" konusunu ele alacağım.

Birkaç yazı boyunca şu sıralar iktisatçı mahfillerinde çok konuşulan “hiperenflasyon” konusunu ele alacağım. Bugün bir başlangıç yazısı olarak hiperenflasyonun ne olduğunu anlatmak istiyorum. Takip eden yazılarda bu konudaki tartışmaları ayrıntılandıracağım.

HİPERENFLASYON NEDİR?

Milton Friedman’ın çalışma arkadaşlarından biri olan ve önemli “monetarist / parasalcı” iktisatçılardan olan Phillip David Cagan 1956 yılında “The Monetary Dynamics of Hyperinflation / Hiperenflasyonun Parasal Dinamikleri” adlı eserini yazmıştı. Birçok iktisatçının ortak kanısı şudur ki, Cagan’ın bu kitabı hiperenflasyonun sebepleri ve muhtemel etkileri üzerine yapılan ilk ciddi araştırma idi. Daha önce de Alman hiperenflasyonu üzerine yazılan kitaplar ve analizler vardı, ancak bu çalışmalar hiperenflasyonu iktisat bilimi çerçevesinde derli toplu bir teoriyle açıklamaktan çok olan bitenlerin kronolojik sırayla anlatılmasından ibaretti. Hiperenflasyon kavramı çerçevesinde Cagan’ın çalışmasının bugünkü önemi, birçok finansal ve ekonomik araştırma kurumunun kriter olarak kabul ettiği tanımıdır. Cagan hiperenflasyonu şöyle tanımlamıştı:

“Eğer bir ekonomide aylık enflasyon oranı yüzde ellinin üzerine çıkmışsa bu hiperenflasyonun başlangıcını oluşturur. Aylık enflasyonun yüzde 50’nin altına inmesi ve bir sene kadar da yüzde 50’nin altında kalması ise hiperenflasyonun bittiğini gösterir.”

Buradan hareketle diyebiliriz ki, hiperenflasyon yüksek düzeyli ve sürekli artan enflasyon süreci anlamına gelir. Cagan’ın tanımına göre aylık enflasyonun yüzde 50’nin üzerinde olduğu durum hiperenflasyon olarak tanımlanmaktadır. Bu ise yıllık yüzde 12.874,63 enflasyona karşılık gelmektedir. Elbette ki, Cagan’ın tanımı tek tanım değildir. International Accounting Standards Board / Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu belli bir sayısal kritik değer vermektense, hiperenflasyonist bir sürecin temel göstergelerini tespit etmekle yetinmektedir. Bu göstergeleri şu şekilde özetleyebiliriz:

· Üç yıllık birikimli enflasyon düzeyi yüzde 100’e yaklaşmakta veya yüzde 100’ü geçmekteyse,

· Hane halkları ellerindeki serveti kıymetli madenler, gayr-ı menkul veya dövizde tutup yerli paradan kaçıyorsa,

· Ekonomide aktörler değerleri yabancı para cinsinden hesaplayıp fiyat kotasyonlarını döviz kurlarına göre belirliyorsa,

· Faiz oranları, kiralar, ücretler ve kurlar enflasyona endekslenmişse,

· Kredili alış ve satışlar güncel fiyatlar üzerinden değil de enflasyonun sebep olduğu satın alma gücünü korumak amacıyla belirleniyorsa bir hiperenflasyon süreci başlamıştır.

Cagan’ın hiperenflasyon tanımı çok daha dar kapsamlıdır ve kapitalizmin tarihinde ancak birkaç tane vaka için (en ünlüleri 1920’lerdeki Almanya, Avusturya ve Macaristan hiperenflasyonlarıdır, DMD) geçerliyken, Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu’nun tanımı birçok yüksek enflasyon vakasını da hiperenflasyon tanımı içine dahil etmektedir. Akademik iktisatçılar daha çok Cagan’ın tanımını referans alırlar. Aradaki fark nedir? Bizim açımızdan bakacak olursak şu anki yüksek enflasyon süreci Cagan’a göre hiperenflasyon değilken, Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu’na göre hiperenfasyon süreci başlamıştır. Ben şahsen Cagan’ın tanımının daha doğru olduğunu kabul ediyorum. Şu anda sürekli artan bir enflasyon süreci vardır ancak bu aylık yüzde 50 enflasyon düzeyinden çok uzaktır.

HİPERENFLASYONUN SEBEPLERİ

Yüksek enflasyonun birden çok sebebi olmasına rağmen hemen hemen bütün hiperenflasyonlar hükümet harcamalarının para basılarak finanse edilmesi sebebi ile ortaya çıkmıştır. Peter Bernholz’un “Monetary Regimes and Inflation: History, Economic and Political Relationship” adlı 2015 tarihli kitabında, Bernholz incelediği 29 hiperenflasyondan (burada temel aldığı Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu’nun tanımıdır, DMD) 25’inin bütçe açıklarının para basarak finanse edilmesinden kaynaklandığı belirtmektedir. (Peter Bernholz (30 April 2015). Monetary Regimes and Inflation: History, Economic and Political Relationships, Second Edition. Edward Elgar Publishing. ISBN 978-1-78471-763-6.) Önemli olan başka bir nokta da hiperenflasyon süreçlerinin kâğıt para kullanımı ile birlikte başladığıdır.

Bernholz’un bulguları veriler ışığında yapılan bir değerlendirmedir. Teorik olarak hem neo-klasik iktisatçılar hem de parasalcı iktisatçılar hiperenflasyon süreçlerinin limitsiz parasal genişlemeyle bağlantılı olduğunu bildirirler. Burada her iki okul sürecin başlangıç noktasında farklılaşırlar. Çıkış noktaları miktar kuramının farklı yorumlanmasıdır. Miktar Kuramı iktisadi düşünce tarihinin en eski kuramı sayılabilir. Kabaca bir ekonomideki toplam para arzı ile milli gelir ve fiyatlar genel düzeyi arasındaki ilişkiyi anlatır. İsterseniz ilk önce bunu anlatayım:

VM = PY

V = Paranın dolanım hızı; M = Toplam para arzı; P=Fiyatlar Genel Düzeyi (TÜFE); Y = Reel Milli Gelir

Paranın dolanım hızı (V) bir ülkede belli bir dönemde mevcut para stokunun ekonomide kaç defa devredeceğini gösteren katsayıdır. Neo Klasikler bunun normal şartlarda sabit olduğunu kabul ederler. Monetaristlere göre ise paranın dolanım hızı normal şartlarda sabit olmamakla birlikte ihmal edilecek düzeyde dalgalanmalara sahiptir, yani istikrarlıdır. Toplam para arzı (M) hem Neo Klasiklere hem de Monetaristlere göre dar anlamlı para arzıdır, bizim anlayacağımız şekilde vadeli mevduatları ve döviz hesaplarını içermeyen sadece yerli para nakit rezervlerini ve vadesiz mevduatı içeren M1 para arzıdır.

Neo Klasikler hiperenflasyonu bir anomali olarak görürler ve bu sürecin yerli paraya güvenin sıfırlanması ve insanların tasarruflarını yerli paradan çıkarması ile başlatırlar. Paraya güvenin sıfırlanması dolanım hızının artışına yol açar, bu da, para arzı artmadan yukarıdaki denklemin sol tarafının artması anlamına gelir. Denklik gereği sağ tarafın da artması gerekir, kısa dönemde hem reel milli gelir hem de fiyatlar artarken, uzun dönemde sadece fiyatlar artar, yani enflasyon olur. Ancak para arzı aynı miktarda kalmadığı için paranın satın alma gücü düşer. Bu durumda politika otoritesinin iki yoldan birini tercih etmesi gerekir: Ya enflasyonu düşürecek ve böylece uzun dönemde paranın satın alma gücünü eski hale getirecektir, ya da enflasyonu düşürmeden yeni para basarak paranın satın alma gücünü arttıracaktır. Birinci durum siyasi açıdan maliyetlidir, ekonominin soğutulmasına, durgunluk ve geçici resesyona yol açabilir. Bu sebeple iktidar partisi oy hatta iktidar kaybedebilir. İkinci yol siyasi açıdan maliyeti daha düşüktür. Fiyatlar arttığı kadar para basın, böylece insanların satın alma gücündeki azalmayı telafi edin. Daha fazla basarak bütçe açığı vergi alınmadan finanse edilebilir, memurlara ve asgari ücrete para basarak zam yapılabilir. Ama kaçınılmaz olan şey, uzun dönemde basılan para enflasyonun daha da artmasına yol açar. Enflasyon arttıkça paraya güven düşer, dolanım hızı artar, Merkez Bankası daha fazla para basar ve bu da daha fazla enflasyona yol açar. Süreç böyle devam ederse hiperenflasyon kaçınılmaz olur.

Monetaristler hiperenflasyonun başlangıcını herhangi bir sebepten (bütçe açığını kapatmak, seçim ekonomisi uygulamak, doğal afetlere karşı önlemleri veya savaşları finanse etmek gibi) para arzını arttırma politikası ile başlatır. Anlaşılabileceği gibi böyle bir şey için Hükümetin popülist bir politika uygulaması ve Merkez Bankası bağımsızlığının olmaması gerekir. Çünkü süreci başlatan politikalar iktisadi bir mantığa dayanmamaktadır. Parasal genişleme başlayınca ilk önce hem milli gelir hem de fiyatlar genel düzeyi artar bunu uzun dönemde milli gelirdeki geçici artışın ortadan kalkması ve enflasyon artışı takip eder. Enflasyon arttıkça paraya güven düşer, dolanım hızı artar, Merkez Bankası daha fazla para basar ve bu da daha fazla enflasyona yol açar. Süreç bu şekilde, aksi bir önlem alınmazsa, hiperenflasyona doğru gider.

Her iki okulun ortak olarak söylediği nokta, bir kere yüksek enflasyon sürecine girildiğinde, paranın dolanım hızı ve para arzının birbirine bağlı olarak sürekli artış sürecine girmesidir. Ama enflasyon para arzından her zaman daha fazla artacaktır. Bu yüzden uzun dönemde vatandaşın satın alma gücünün, birikimlerinin ve tasarruflarının reel değerinin ve vatandaşın yerli paraya ve hükümete duyduğu güvenin düşmesi kaçınılmazdır. Hiçbir Hükümet kalıcı olarak parasal genişlemeye dayalı bir politikayı sürdüremez. Çünkü bu aynı zamanda kendi bindiği dalı kesmek olur.

Pazartesi günü hiperenflasyon sürecinin sonuçlarına devam edeceğim.