Cansız bir bedenden daha güçlü bir hatip olabilir mi acaba?
Cansız bir bedenden daha güçlü bir hatip olabilir mi acaba? Dünyadaki kirlerden arınmak için yıkanmayı bekleyen cenaze, hal dilinin bütün masumiyetiyle neler haykırıyor kim bilir? Beden hareketsiz, gözlerde ışık yok, dil suskun, kulaklar seslerden habersiz. Rabbi’nin emrindeki görünmez ruh, O'na doğru kanatlanmış. Görünen beden, asli vatanıyla buluşmanın yolcusu. Vade dolmuş, an gelmiş, aynı bütünün parçaları olan cisim ile can ayrılıyorlar. Artık dünya kelamıyla kendini ifade imkânı yok ölenin ama çevresindekiler için büyük bir ibret. Evet, ölüm en büyük derstir yaşayanlar için.
En Büyük Acı
Haneden can alan ölümün, gerçek rengi, kokusu ve derin acısıyla yeniden hem dem oluyoruz. Bir kaza sonucu Rahmeti Rahman'a yolcu ettiğimiz 44 yaşındaki yeğenimiz, nicedir peşinde olduğumuz ölümün anlamı ile yeniden buluşmamızı sağladı. Ölüm, insan psikolojisini derinden etkileyen yeryüzündeki en güçlü acıdır. İşte bunun içindir ki hayatın anlamını kavramak için önce ölüm gerçeği ile başa çıkmış, ölüme bir anlam vermiş olmamız gerekiyor. Ölümle dost olmak, insan olarak yaşamanın en güçlü rehberidir.
Bilgi çağının hız toplumu, insanı en çok da ölüm gerçeğinden uzaklaştırdı. Yaşamını boş algılarla dolduran, yapay bir hayatın renkli dünyasında savuran, seyretmekten öteye götürmeyen hayat tarzı, bizi kendi gerçeğimize uzaklaştırdı usul usul. Oysaki insan, fıtratı gereği var oluşuna bir anlam verme ihtiyacındadır. Bu diğer ihtiyaçlarımız gibi doğuştan gelen temel bir genetik eğilim ve psikolojik bir arzudur. Kendini bilme ve varlık alanındaki konumu ile buluşma ihtiyacı, hayata anlam vermek için elzemdir.
Zira hayata bir anlam veremediği için günümüz insanı, derin bir ruhsal boşluğun sarhoşluğu ile giderek daha uyumsuz, mutsuz, yalnız, tatminsizdir. Psikolojik dengesi sarsılmıştır. Nitekim hayatın gerçek anlamıyla buluşamayanların, yaşadıkları endişe, kaygı, stres ve tüm bunların yol açtığı insani ve ahlaki aşınma, günümüz toplumlarının başlıca sorunudur.
İşte bunun içindir ki hayata anlam vermemizde ölüm en büyük yol göstericimizdir. Nasıl ki gece olmadan günün, sema olmadan yerin, yokluk olmadan varlığın anlamını kavramakta zorlanıyoruz, ölüm olmadan da hayatın anlamı ile buluşamıyoruz. Osmanlı döneminde mezarlıkların özellikle şehirlerin içinde yer almasının nedeni de budur. Yerin altındakilerle üstündekilerin iç içe olmaları sağlanmış.
Ölümle Dostluk
Zira hayatın temel çıkmazı olan ölümü anlamamız ve böylece hayata anlam vermemizde inanç değerlerinin rehberliğine ihtiyacımız vardır. Dini inancın gücü, insanın en büyük acısı olan ölüm gerçeği karşısında dimdik ayakta kalmasını sağlar. Böylece ölüme anlam veren ve onun mesajlarını alan bir zihin, hayatı daha zengin ve anlamlı hale getirecektir.
Bugün, hayatı ölüm gerçeğinin ışığında yaşamak çok önemli bir uğraş gerektiriyor. Zira hayatı, doğum ile ölümün arasındaki zaman ile sınırlı tutan bir anlayış, bizi her geçen gün insan olmaktan biraz daha uzaklaştırıyor. Nefsi ve içgüdüleri doyurma hırsı ile geçen hayat, maalesef bizi canlı ceset haline getiriyor yaşarken. Ve hızla nurdan nara doğru yol alıyoruz belki ama haberimiz yok.
Bunun için tüm kazandıklarımızın bize sağladıklarını elimizin tersiyle bir kenara atabilir mesafede olmalıyız. Kazandıklarımızın esiri olmaktan zinhar kurtulmalıyız. Zira ölüm her an etrafımızda. Zengin olan varlığının, okuyan bilgisinin, rütbe sahibi olan mevkiinin rehini olmaktan kurtulup başka bir bakışla bakabilmeli hayata. Böylece Allah'a giden yolda olmak, yolcu olmak ve kalp odaklı bir hayatı yaşamak mümkün olacaktır.
Ölümü, bir düğün ve Yar ile kavuşma gibi gören bir hayatı yaşamak ne güzel. Nefsin, ruhun, zihnin, aklın, psikolojinin ve daha birçok hayati kavramın geçerliliğini yitirdiği ölümün anlamının peşinde olmak ne güzel. Birbiri ile kıyasıya mücadele içinde gibi görünen din ile bilimin barıştığı ve aynı gerçeği haykırdığı ölüm ile ve onun sahibi ile dost olmak ne güzel.