Yine bir aile şirketi ve yeniden yollardayız…

Her gün hayat yolculuğunun yeni bir sokağındayız. Yine bir aile şirketi ve yeniden yollardayız… Yolumuz Dubai’ye düştü. İstanbul’un alışık olmadığımız karlı bir Mart gününden havalanarak 30 derecede sıcak rüzgârın estiği bir iklime vardık.

Yapma bir şehir gibi Dubai. Kilometrelerce büyüklükteki kum çölleri, insan eliyle yeşil vahalara dönüşmüş. Dünyanın her tarafından gelen mimarinin, kültürün, inancın birbirine karıştığı, maddi zenginliğin şaha kalktığı, uluslararası iş ve ticaretin merkezlerinden renkli bir dünya. Farklı formları ve mimarileriyle dikkat çeken ışıltılı yapılar, süs havuzları, sekiz şeritli otoyollar. Dünyanın en uzun binası, birinciliğini kaptırmamanın derdinde, etrafındakilerse gökyüzüne biraz daha yaklaşmanın yarışı içinde adeta.

Yollarda dünyanın her tarafından, her ırktan ve renkten insanlar… Kocaman caddelerde sıralanmış oteller, restoranlar, alışveriş merkezleri, iş merkezleri… Hepsinin ortak yanı çok büyük ve insanlarla dolu olmaları.

Evet, insanoğlu doğduğu yerden hızla uzaklaşıyor ve yeni yerleri keşfetmenin peşinde geçiriyor ömrünü. İnsanlar doğal yaşam yerlerinden kaçmış da bu yapay şehre sığınmış gibi. Var olduğu ilk günden bu yana mevcutla yetinmeyen insanoğlu dehası ile daha fazlasının peşinde koşturmuş hep. Hazreti Âdem babamız ve Havva annemizi cennetten uzaklaştıran da bu duygu değil miydi?

ZENGİNLİK YARIŞI

Herkes hakkına razı, kurallar egemen, beden dili sözlü iletişimin önünde ve her yer temiz. Alışık olmadığımızdan olsa gerek, bazı şeylerin aksi gitmemesi ve aşırı düzen, rahatsız ediyor yer yer. Yeni dünyanın hız ve haz arzusuyla inşa edilmiş ve henüz kendisine ait bir kültürü yerleştirememiş bu yeni şehirde mabetler ve mezarlıklar yok gibi. Devasa otellerin ve alışveriş merkezlerinin arasına sıkışmış az sayıdaki mescit, şehrin hâkim bir parçası olma yarışını çoktan bırakmış. Eski dünya şehirlerinin en heybetli yapıları olan mabetlerin yanında kendisini küçücük hisseden insan, yeni dünyada kocaman gökdelenlerin ve alışveriş merkezlerinin yanında küçülüyor.

Madde, mananın, tüketim üretimin önüne geçmiş. İnsanlar, yarışa girmiş gibi durmadan harcıyor, eğleniyor, tüketiyor. Ve tükeniyorlar hızla… Daha çok mutlu olmak için tüketen, tükettikçe yorulup mutsuz olan ve yeniden tüketenlerin yaşadığı Kaliforniya Sendromu’nun yeni adresi Dubai belki de. Son model arabalar ve yatlar birbiriyle yarışırken, dünyaca ünlü markaların kapısında sırayla içeriye kabul edilmeyi bekleyenlerin, satın alma tutkuları gözlerinden okunuyor.

Bu manzara; Romanya sınırında açlık ve donma tehlikesi yaşayan Ukraynalı savaş mağdurlarını, Afrika’da temiz suya muhtaç milyonları, medeni Avrupa’ya girmesinler diye botları batırılan Suriyelileri, Filistin’de yıllardır yaşanan zulmü getiriyor aklımıza.

Yapay şehrin, tanış olmayan kalabalığında boy gösteren insanlar, yapay gülücüklerle bakışıyorlar da birbirlerini ne kadar gördükleri tartışılır? Kalabalıktaki yalnızların çoğunlukla diğerlerinin aksesuarlarına, giysilerine, araçlarına, markalarına dikkat kesildiklerini ve sürekli kıyas içinde olduklarını tahmin etmek zor değil.

KENAR ETKİSİ

Kendi memleketlerinden, sınırlarından uzaklaşmış bireylerin buluştuğu bu şehir, psikolojideki ‘Kenar Etkisi’ni hatırlattı.

Varlığı anlamanın yolu, onu diğerlerinden ayıran sınırları bilmekten geçer. Her varlığı, olguyu ve olayı anlamamız için onu diğerlerinden ayıran özellikleri ve sınırları bilmemiz gerekir. Zira bir nesneyi tanımamız, bir düşünceyi anlamamız, onu diğer nesne ve düşüncelerden ayıran temel özellikleri bilmemize bağlıdır. Bir hücreyi, içinde bulunduğu ortamdan ayıran zar, iki devleti ayıran hudut, kara ile denizi ayıran sınır, yerle göğü ayıran ufuk çizgisi, fikirleri birbirinden ayıran ayrıntılar… Kısacası varlığı ortaya koyan esas fark sınırlardır.

Varlığın tanınması, varlıklar arasındaki iletişim, yeni bileşimlerin doğması ve gelişmesinde bu ara bölgeler ve sınırların etkisi büyüktür. Farklı insanların, düşüncelerin, kültürlerin, alışkanlıkların bir araya geldiği ve karıştığı ara bölgelerde alışık olmadığımız farklı fikirlerin doğması için uygun bir zemin oluşur. Köylerde yetişenler bilir. Yan yana iki bahçenin farklı ekinleri, ikisinin sınır bölgesinde karışır ve örneğin patatesle soğan ekinleri iç içe renkli bir görüntü verir. Asıl tehlike, soğanla patatesin karışması değil, soğanın patates, patatesin soğan olma arayışı ve çabasıdır.

İnsanların yeryüzünde sürekli hareket halinde olmaları, farklı yerleşim yerlerinde farklı yaşam biçimleriyle birbirlerine karışmaları, insanlık ailesi için yeni buluşların, farklı bakış açılarının, kültürlerarası geçişin sağlayacağı zenginliği getirecektir. Ancak sorun; insanların buluştuğu ve birbirlerine karıştığı bu kenar bölgelerinde kendi asıl özlerini, kimliklerini, kültürlerini unutmalarıdır. Yani diğerlerine karışmak kendi hakikatlerinden uzaklaştırmamalı insanı.

Dünyayı dikensiz bir gül bahçesine çevirme hayaliyle sadece kendi arzularının peşinde koşmak; başkasına benzeme derdi ile kendi ayırıcı özelliğini yitirmeyi beraberinde getirir. İnsanı, kenar bölgelere getiren yegane motivasyon tüketim odaklı arzuları ise muhtemel ki kalabalığın içinde kaybolacaktır. Farklı dünyalar, kültürler, şehirler ve buluşma noktası olan kenarlarda farklı keşifler yapmanın asıl amacı, insanın kendisinden kaçması değil aksine kendisine olan yolculuğunda biraz daha mesafe almasıdır.