Bembeyaz karla örtülü bahçemizi dolaştım bu sabah. Bitkiler, beyazın samimiyeti ve sadeliğini örtünmüş.
Tek renge boyanmanın provasında bahçe. Rahmetli babamın diktiği küçücük gül ağacı, beni de gör dercesine algı alanıma girdi. Ezeli bir aşinalığın bilgisiyle eğildim, dokundum, sevdim ve haşır neşir olmaya çalıştım, gülü olmayan ağaçla. Her biri ayrı bir sırrın habercisi, vakur bir kök üstünde yükselen birkaç kuru dal, birkaç yaprak ve onlarca diken. Sevginin, dostluğun ve Sevgili’nin sembolü olan gül, sabırla baharını bekliyor.
Ağaçla karşılıklı tefekküre dalarken diken ile gül arasında gidip geldi zihnim. Bir gülü yetiştirmek için ne kadar çok dikene katlanmak ve diken dolu dalları itina ile sulamak gerekiyor.
Meğerse ne çok görevi varmış can acıtan dikenlerin. Bazı yapraklar, gülün su ihtiyacını gidermek için hacimlerini daraltarak dikene dönüşüyor. Yani gül için kendilerini feda ederek dikene dönüşen yapraklar var. Tıpkı ışığa kavuşmak derdiyle canlarını hiçe sayan pervaneler gibi. Görevi bununla da sınırlı değil dikenin. Güneşe daha fazla yaklaşma arzusundaki gülün; etraftaki bitkilere tutunarak yükselmesini, dimdik ayakta durmasını, zararlı haşerelerden korunmasını ve aynı zamanda güle faydalı küçük sürüngenlerin korunmasını sağlıyor dikenler.
Dikenler hayatın bir parçası
Böyle bakınca küçük hataları görmezden gelmeyi mecazen hatırlatan, ‘Gülü seven dikenine katlanır’ sözü, dikene haksızlık gibi geldi. Zira kök, dal, yaprak ve diken olmadan gül olmuyor, olamıyor. Gülün hayatının bir parçası ve olmazsa olmazıdır diken.
Gülün su ihtiyacı için dikene dönüşme aklını yaprağa veren ilahi sırrın, maddi gerçeğe yansımasıyla dikene dönüşmeyen yapraklar kururken dönüşenler ayakta kalıyor. Ve gülü korumak için hizmetkâr olmaya devam ediyor dikenler.
İlahi bir sevginin tezahürü olan insanın, ailenin, kurumun, devletin temel dürtüleri, her sosyal sistemin, kendini koruma içgüdüsü vardır. Önemli olan bunları doğru yetiştirmek ve doğru yerde ve zamanda kullanma iradesini göstermektir. Gül ile diken ilişkisindeki gibi.
Kapitalist yaşam alışkanlıklarının hüküm sürmeye başladığı şu zamanda bireyler, daha fazla özgürlük vaadiyle daha fazla tüketim çılgınlığına yönlendirilirken insan, gül olma hakikatinden uzaklaşıyor. Ve gül olmayı unutan insan, diken olmayı, diken gibi davranmayı, hayatın başlıca hedefi haline getiriyor. Ruhumuzun taşıdığı nur, bedenimizin taşıdığı nara yenik düşüyor. İnsanı koruması gereken acı, keder ve elem; kaygı, endişe ve şiddete dönüşüyor.
Zulmetme potansiyeli, giderek daha fazla insanın, kişiliği ve karakterinin bir parçası haline geliyor. Daha da önemlisi bilincimiz; ânı yaşama derdi ve sanal âlemin gündelik avuntularıyla beslenme girdabından çıkmıyor, çıkamıyor.
Korumak dikenin görevi
Leyla ile Mecnun’un yazarı Fuzuli’nin enfes beyti, bu girdaptan çıkışın anahtarını sunuyor bize: ‘Bin diken bir gül için sulanır’. Başta kendi zihnimiz olmak üzere, evde, iş ortamında, toplumda, siyasette, uluslararası ilişkilerde hayatın bir gerçeği olarak dikenler vardır ve olacaktır. Asıl olan bizim neye talip olduğumuz ve neyi daha fazla beslediğimizdir. Düşünün ki evdeki çocuklar, sınıftaki öğrenciler, iş yerindeki çalışanların hepsi aslında güzel bir insan olma potansiyeline sahipler. Güle dönüşecek diken dolu dalın, sabırla sulanması gibi onları sabırla yetiştirmenin, dikenlerine rağmen onlarla hem dem olmanın neresindeyiz acaba?
Dikenin en anlamlı görevlerinden biri de gülü, hoyratça uzanan ellerden korumaktır. Dolayısıyla diken batmışsa elimize ve yanmışsa canımız, dönüp nerede ne hata yaptığımızı düşünmek gerekmez mi? Zira gaflet dikenlerini aşmadan güle, gülistana ulaşmak mümkün değildir.