Geçen haftanın önemli konu başlıklarından bir tanesi Avrupa Parlamentosu'nun ilerleme raporu ve bu raporun Türkiye tarafından yok hükmünde sayılacağıydı.
Geçen haftanın önemli konu başlıklarından bir tanesi Avrupa Parlamentosu’nun ilerleme raporu ve bu raporun Türkiye tarafından yok hükmünde sayılacağıydı. Önce Parlamento raporunu doğru yerine koyalım. Avrupa Parlamentosu tam üyelik süreci ile ilgili olarak son sözü söyleme yetkisindedir. Yani müzakereler sürerken Parlamento’nun bildirdiği bir görüş zaten yok hükmündedir. Müzakere süreci ile ilgili yetki Avrupa Komisyonu’na verilmiş olup, Komisyon süreçle ilgili değerlendirmelerini yıllık bazda hazırladığı “İlerleme Raporu” aracılığı ile ortaya koyar. Bu raporun açıklanma dönemi Ekim, bazı istisnai hallerde Kasım ayıdır. Parlamento bütün müzakereler tamamlandıktan, bir Katılma Antlaşması oluşturulduktan, üye devletlerin kendi iç onay prosedürleri yerine getirildikten sonra usulen Antlaşmayı onaylayacaktır. Yine tekrar edelim, Parlamento’nun arada açıkladığı bu raporların süreçle ilgisi teknik olarak yoktur. Sadece belirli bir kamuoyu oluşturan, birkaç haftalığına gündemi işgal eden bir metin olmaktan öteye, hele bu aşamada ve konjonktürde geçemez. Peki Parlamento’nun ortaya koyduğu bu görüşler Avrupa Komisyonu’nun 2016 İlerleme Raporunu etkiler mi? Sorunun yanıtı ne tam evet, ne de tam hayırdır. Komisyon bağımsız bir değerlendirme kuruluşu değildir. Son analizde AB siyasetinin yürütme organı kimliğini taşır ve arkasındaki siyasi öncelikler ve talimatlar doğrultusunda raporunu hazırlar. Diğer ifadesi ile bu raporlar şekil olarak “teknik” diye pazarlansalar da, siyasetin gerekleri ve diplomasi kullanılan dilin ağırlığını belirler.
Eğer AB karar alıcıları Türkiye ile köprüleri atmak arzusundaysalar tam olarak Avrupa Parlamentosu’nun üslubunu benimseyen bir rapora yeşil ışık yakarlar, Türkiye’nin önemini ön plana çıkartıyorlarsa, en ağır eleştirileri en hafif sözcüklerle geçiştirmeye çalışırlar. İçinde bulunduğumuz dönem bize AB’nin Türkiye’yi gözden çıkarma şansının olmadığına işaret etmektedir. Dolayısı ile Avrupa Komisyonu raporunun Parlamento’nun en ufak nezaketten yoksun Raporuna göre çok daha dengeleri gözetici bir içerikte olacağını tahmin etmek kahin olmayı gerektirmez. Hatta Parlamento raporunun bizden ziyade AB ülkelerinin kendi siyasetlerine verdiği zarar nedeniyle içerden eleştirilmesini de işitmek şaşırtıcı olmayacaktır. Peki, bütün kızgınlığımıza rağmen, katılma arzusunu beyan ettiğimiz Avrupa değerleri ile bu kadar çatışmak doğru mudur? Bu soruya da cevap kuşkusuz hayırdır. AB’nin siyasi kriterlerine uymak, AB’ye katılmaktan ziyade biz Türk insanlarının huzuru içindir. Ancak bu noktada AB’ye de şu iki başlıkla ilgili soruyu sürekli sormaktan geri durmamalıyız.
Türkiye’nin en fazla eleştirildiği Avrupa değerleri ile birebir ilgili iki müzakere başlığını alt alta yazalım: 23. başlık: Yargı ve Temel Haklar 24. Başlık: Adalet, Özgürlük ve Güvenlik Bu iki başlığın müzakerelere başlanmasının önündeki tek engel Kıbrıs bahanesi. Eğer AB kendi hatası ile Ada’da kalıcı çözüm olmadan Güney Kıbrıs Rum kesimini tam üyeliğe kabul etmiş ve Kıbrıs’ın ardına sığınarak tam üyelik müzakerelerini fiili olarak askıya almış görüntüsü veriyorsa, bu alandaki eleştirilerinde (haklı olsa bile) ne kadar samimi olabilir sorusu yanıtsız kalmaya devam edecektir. Avrupa Parlamentosu raporunu yok hükmünde saymaya devam edelim etmesine de, doğru soruları da bu vesileyle sormayı da bilelim.