Son haftalarda bana sorulan en popüler soru, AB Türkiye'ye verdiği sözü tutar mı? Daha teknik ifadesiyle de (daha önceki bir yazımızda da dillendirmeye çalıştığımız) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına, Türkiye'nin söz verdiği 72 kriteri yerine getirmesi halinde, Haziran ayı sonuna kadar Schengen vizesi muafiyetini tanır mı?
Son haftalarda bana sorulan en popüler soru, AB Türkiye’ye verdiği sözü tutar mı? Daha teknik ifadesiyle de (daha önceki bir yazımızda da dillendirmeye çalıştığımız) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına, Türkiye’nin söz verdiği 72 kriteri yerine getirmesi halinde, Haziran ayı sonuna kadar Schengen vizesi muafiyetini tanır mı?
Kısa notlar halinde bu konuda neden pozitif düşündüğümü sıralamaya çabalayayım:
-
Tam üyelik müzakere sürecinde olup da, aday ülke vatandaşlarına vize uygulanan tek ülke Türkiye’dir. Bu durum AB’nin hiç arzulamadığı şekliyle Türkiye’deki AB’nin samimiyetsizliği algısına katkı yapmaktadır.
-
Türkiye ile AB arasında Schengen vizesinin kaldırılması müzakereleri 2014 yılının sonbahar aylarında başlamış, bugün sözü edilen 72 kriter o gün itibarı ile ortaya konmuştur. Dolayısı ile Türkiye bu kriterlerle yeni tanışmış değildir.
-
Türkiye’ye AB ülkeleri tarafından vize konulması talebi, 1980’li yılların başında, Türkiye’den AB’ye siyasi mülteci akınının önünü kesmek için bizzat Türkiye tarafından istenmiş, bu talep daha sonra bir teamül olarak Schengen sistemine de yansıtılmıştır.
-
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize uygulanması, hizmetlerin serbest dolaşımı anlamında 1963 Ankara Anlaşması ile, bu Anlaşma’nın geçiş dönemini düzenleyen Katma Protokolü’ne aykırıdır. Bu nedenle hakkını tescil ettirmek isteyen bir vatandaşımızla ilgili Avrupa Adalet Divanı kararı, daha önce kazanılmış bir hakkın daha sonraki düzenlemelerle ortadan kaldırılamayacağını beyan etmiştir. Bugün örneğin o sırada Birlik üyesi olan Almanya bu kapsama giren bir başvuru kendisine geldiğinde, daha sonra üye olan Macaristan’a sizi göndermekte, red ya da kabul kararı Macar Konsolosluğu aracılığı ile size tebliğ edilmektedir. Bu bağlamda neden Türkiye’nin “Topluluk müktesebatı bütün sonradan katılanları da bağlar!..” anlamında bir hukuki süreç başlatmadığını anlamak mümkün değildir.
-
Türkiye’ye karşı kaldırılması planlanan Schengen vizesi bir serbest dolaşım hakkı değildir. AB kurucu Antlaşmaları ile, bunun paralelindeki 1963 Ankara Anlaşması, 1973 Katma Protokolü ve bir dizi Ortaklık Konseyi Kararı çerçevesinde, serbest dolaşım olarak halkımız tarafından bilinen olgunun (işçilerin serbest dolaşımı) bir açık işe başvuru hakkı olduğunu, işe kabul edildikten sonra da ikamet hakkı ile pekiştirilmesi gerektiğini öngörür. Vizenin kaldırılması sadece turistik seyahat amacı ile olan vizelerin kaldırılması, yani bir iş olanağı olmaksızın 6 aylık süre içinde 90 günlük dolaşım hakkını sağlar.
-
Bu vize muafiyetine karşılık Türkiye’nin elindeki en büyük koz “Mültecilerin Geri Kabulü ile ilgili Anlaşmadır”. AB Türkiye’ye verdiği sözü yerine getirmez ise, Türkiye yeni yürürlüğe koyduğu bu anlaşmayı tek taraflı olarak askıya alacağını beyan etmiştir. Diğer ifadesiyle, Türkiye’nin elindeki “sopa” AB’nin arkasında durduğunu iddia ettiği “havuç”tan daha gerçekçi ve önemlidir.
Kuşkusuz AB ile ilişkilerde karşı tarafın samimiyetini sorgulamak ve kendilerine karşı olan güvensizliğimizi uygulamaya koydukları her türlü çifte standarda bağlı olarak dile getirmek en doğal hakkımız. Ama en azından konularla ilgili belirli fikir sahibi olmadan, az da olsa bilgi sahibi olmaya çalışmak da söylemlerimizin tutarlılığı açısından önem gösteriyor.