Sevgi bütün varlıkları kaplar. Bütün alemler sevgi temeli üzerine yaratılmıştır.
Bir mümin olarak zikri dilimizden ve gönlümüzden eksik etmememiz gerekir. Çünkü zikir nefsimizi yenmek demektir. Esasen zikrin hakîkati de budur. Zikir; nefsimizi yenmek için Allah’ın isimlerini anmak ve O’ndan yardım dilemek demektir. Tabii ki Allah’ın her isminde farklı bir enerji olduğu için, ihtiyacımız olan ismin o anda anılması bizde Allah ile irtibatı artırır. Meselâ hastaysak ‘Ya Şâfî’ yi anarız, işte o anda Allah’ın ‘Kudret’ isimlerini anarız, celâlî isimlerini anarız. O anda hangi isme ihtiyacımız varsa onu anarız. Allah’ın hangi ismini anmamız gerektiğini hatırlayamadığımız zaman, ‘Allah’ adını ansak bile bütün isimlerin yerine geçer. “Ya Allah!” bile dememiz “Meded Ya Allah!..” demektir. En sıkıntılı anlarımızda söylediğimiz bu zikir “Bizi kurtar Allah’ım!” demektir.
Bu bakış açısıyla ve bir ismi bir kere tekrarladığımız sürece o enerjiyi giyiniriz ve bizdeki kuvvet ve kudret irâde kuvveti, nefsimizle mücâdele kuvveti artar. Onun için zikrin şeklî yönü Allah’ın isimlerini saymaktır, ama mânevî yönü; o isimleri bir gramofon plağı gibi saymak değildir. O isimlerin hakîkatine ermek, o isimleri yaşamaya çalışmak ve bu sayede de nefis mücadelesinde Allah’ın isimlerinden yardım istemek gibi bir mânâ taşır. Bunun için zikir sâdece tespih çekmek değil; zâten o görevimiz, ama aynı zamanda bütün nefsânî mücâdelelerde, Allah’ı andığımız isminin manasını yaşamaya çalışmak demektir. Sonuçta zikrin başarısı, nefsin terbiyesidir.
Kıldığımız namazlar da zikirdir, sohbet zikirdi. Namaz zikirdir, çünkü Allah’ı andığın her an ve bu mânâ içinde yok olduğun her an zikrin hakikatidir. İki kişi beni konuşuyorsa, üçüncü benim’ diyor Allahü Azimüşşan. Sohbet esnasında Allah’ı andığın zaman, o şeklen çektiğin zikirden çok daha tesirli olabilir. Bir yanlışı düzelttiğin, nâfile bir ibâdet yaptığın, bir garibin gönlünü aldığın an bunların içimizde yarattığı huzûr, hepsi üzerimizde zikrin bıraktığı etkileridir.
Yaratandan ötürü yaradılanı severiz. Sevgi bütün varlıkları kaplar. Bütün alemler sevgi temeli üzerine yaratılmıştır. Sevginin içinde şefkat de, merhamet de vardır. Her şey içiçe girmiştir. Bize düşen Allah’a itaattir. Kuran’ı bilmek ve Kuran’ın getirdiklerine hayatımıza uygulamak gerekir. İslâm’ı yaşadıkça Allah’a büyük bir muhabbet duyulur. Allah aşkı zuhur eder. Bilmediğimiz bir şeyi sevmemiz mümkün olmaz. Okumak, öğrenmek ve bilmenin götüreceği yer onu bizatihi hayatımıza tatbik etmektir. O halde Allah’ı isim ve sıfatlarıyla hissetmek ve şehâdet etmek lâzım. Her gördüğün varlıkta kızmayacak, öfkelenmeyecek kadar Allah’ın varlığını hissedebilmek gerekir. Şehadetin hakikati budur. Her şey beni teşbih eder buyuruyor Rabbimiz. Herkes demiyor, her şey diyor. İşte bu yüzden kul görücü göze sahipse eşyaya bile hizmet eder. Mutasavvıflar o kadar ileri gitmişlerdir ki; meselâ İbnü’l Arabî: “Bir elbiseyle günah işlediğin zaman aynı elbiseyle birinin gönlünü al ki, elbisen temizlensin.” diyor. Yani elbisede, eşyada eser hâlinde Allah’a da hürmet lâzım. Aynı zamanda sâdece ve sâdece insana hürmet değil, yaratılmış her varlığa, bitkiye hürmet, hayvana hürmet gerekir. Ayrıca en yüksek seviyede, insanı olduğu gibi kabûl etme sanatı olan manada bize uymayan fikirleriyle de ona hizmet ettiren zevk şehadetin ta kendisidir. Hatırlatmak isterim ki şehâdet makamına yükselmeyen bir İslâm anlayışıyla Müslümanlık olamaz. Hak Teala nefsimizi terbiyede zikirlerimizi kabul buyursun. Bizi kâmil insan ve salih kul olma yolunda sırat-ı müstâkimde sabit kılsın vesselam.