İlk günden kuralları söyledi evin annesi. Kahvaltıyı herkes kendi başına yapar, temizliğini unutmaz.

“Yanında kaldığım ailenin evine yerleşeli bir hafta oldu. Biraz karışık bir ev. Annenin on yedi yaşında kızı, babanın on dört yaşında oğlu var ve ikisinin de ikinci evlilikleri. İkisi de çalışıyor ve birlikte çocukları yok.

Bahçeli evin giriş katında salon, mutfak, lavabo; üst katında yatak odaları var. Bazen salonda birlikte oturarak muhabbet ederiz diye bekledim hep ama yemekten hemen sonra herkes odasına çıkıyor. Fazla eşyalar ve spor malzemeleriyle dolu salonda oturacak yer de yok. Sadece ben değil ailedeki herkes birbirine yabancı gibi.

İlk günden kuralları söyledi evin annesi. Kahvaltıyı herkes kendi başına yapar, temizliğini unutmaz. Akşam yemeği tam altıda. Anne ile babanın ilişkileri soğuk, çok az konuşuyorlar. Yaşının üzerinde görünen evin genç kızı, üniversiteye hazırlanıyor, erkek arkadaşlarıyla sorunları varmış, geç saatlerde geldiği evi ile çok irtibatı yok ve sürekli mutsuz. Dikkat etseler de annesiyle tartışma seslerini duyuyoruz.

On dört yaşındaki erkek çocuk, iletişime açık ama evdeki anne ile arası bozuk, neredeyse hiç konuşmuyorlar. Çocuklarla ilgili dikkatimi çeken konu; genç kızın, öz bakımı, giyimi ve davranışlarıyla erkek gibi, erkek çocuğunun ise kız gibi görünme gayreti içinde olması.

Evde konuşma yok, tartışma yok, ortak bir etkinlik yok, herkes kendi dünyasında. Akşam altı ile altı buçuk arasındaki yemek dışında herkes kendi odasında. Aynı evin içinde yalnızlar ve bunu sorun etmiyorlar. Bir haftadır konuştuğumuz ve şaşırdıkları tek konu; odama girerken ayakkabılarımı neden çıkardığımdı.

Ülkemizdeki aile yaşantısıyla kıyaslandığında şükür diyorum zira arada çok ciddi bir fark var…”

AİLE TEHDİT ALTINDA

Okuduğunuz bu satırlar dil eğitimi için 1994’te gittiğim Londra’daki günlüğümden. Aile şirketi danışmanlığı ve konferanslar için halen sık gittiğimiz Londra’daki aile yapısı, yaklaşık olarak aynı. Her dört aileden üçü dağılmış durumda. Yaşlı nüfus giderek çoğalıyor ve maalesef günlük sosyal yaşamın dışına itiliyor. Ve giderek yalnız yaşayanların ülkesi İngiltere’de “Yalnız Yaşayanlar Bakanlığı”nın kurulması gündemde.

Batı toplumlarının tamamı için benzer manzara söz konusu. Ve daha da önemlisi batı toplumlarında alıştığımız bu manzarayı doğu toplumlarında da görmeye başlamamızdır.

26 yıl önce not ettiğimiz İngiltere’deki aile yapısıyla bizim aile yapımız arasındaki farkın, bugün giderek kapandığını üzülerek kabul etmek zorundayız. Sıkça yazdık ve söyledik, tekrarda fayda var: Aile; bireyin, toplumun ve devletin öz yapı taşıdır ve temel direğidir. Bireyler, sosyal hayatın temelini oluşturan ailede nasıl yetişiyorsa toplum da öyle bireyler kazanır. Böylece ailedeki bozulma, topluma ve büyük bir aile olan devlete yansır. Batılı devletlerin bugün yaşadıkları çıkmazın özü budur.

Bugün modern medeniyet hayali ile aile medeniyetinin tehdit altında olduğunu ve tüm çabaların aile kurumunu zayıflatmaya yöneldiğini görmek ve önlemler almak zorundayız. Bireysel özgürlüğü zedelemeden aileyi korumaya yönelik hukuki ve sosyal düzenlemelerin yapılması, özellikle eğitim kademelerinde konunun çok daha ciddi biçimde ele alınması, aileye ve aile birliğine ilköğretim sürecindeki temel dersler arasında yer verilmesi sağlanmalıdır.

AİLEYİ KORUMAK EV ALMAKTAN ÖNEMLİ

Devletin bu konudaki çalışmalarının, sivil toplum kurumlarının aktif çabalarıyla desteklenmesi ve özellikle ailelerin, anne, baba ve çocukların, kendilerini korumaya yönelik bilinçli bir farkındalığa yönelmeleri gereklidir. Aile olmak; ev almak, çocukların okul tercihi, yeni bir iş girişiminden çok daha önemli bir konudur.

Aile medeniyetinin; sanal oyunlar, aşırı tüketim, ortak kültürün ve mahremiyetin reddi, rollerin karışması, çok eşlilik eşcinsellik ve çocuk istismarı gibi eğilimlerle hedef alınmasına seyirci kalmamalıyız. Günümüz insanın yitirmeye başladığı; sabır, fedakârlık, merhamet, ahlak, paylaşma, iletişim, takım ruhu ve sorun çözme gibi değerlerin kaynağı olan geniş aileye önem vermeliyiz. Kuşkusuz çığ gibi artan boşanmalarla başa çıkmak, evlerin otele dönüşmesini önlemek ve sıcak bir yuva olmasını sürdürmek adına her birimizin yapacakları vardır, olmalıdır.

Unutulmamalıdır ki insanın; âlemdeki yolculuğunda huzurlu ve uyumlu olması için iç âlemindeki yolculuğunun farkında olması, kendini bilmesi ve hayatının anlamına yönelmesi şarttır. Hayatın anlamının bir kanaviçe misali işleneceği mekân; bilginin, araştırmanın, saygının ve ahlakın merkeze alınarak benliğin inşa edildiği, sıcak bir yuvadır.

Bu konuda derinleşmek isteyenler için Prof. Dr. Saffet Köse Hocamızın; özenle hazırladığı ve 8. baskısını yapan “Genetiğiyle Oynanmış Kavramlar ve Aile Medeniyetinin Sonu” (Mehir Vakfı Yay., 2020) eserini öneriyorum.