İstanbul
Parçalı az bulutlu
14°
Ara

​BUGÜNKÜ MESELELER

YAYINLAMA:

Yüzyılımızın ikinci yarısı “İslam'ın Uyanışı” denilen bir olaya şahit oldu. Bu uyanış bir yandan İslam ülkelerinin siyasi ve iktisadi güç kazanmaları şeklinde ortaya çıkarken, bir yandan da İslamiyet'in bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın büyük ilgisini çekmesi şeklinde görünüyor. Merhum Prof.Dr.Erol Güngör tarafından kaleme alınan ve Ötüken yayınları tarafından neşredilen “İslam’ın Bugünkü Meseleler” isimli kitap bundan yaklaşık 40 yıl önce yazılmış olmasına rağmen sanki bugünü anlatıyor. Yazıldığı dönemde seviyeli bir entelektüel tartışmaya zemin hazırladığı gibi günümüze de ışık tutuyor.

İslam davasının siyasi bir dava olduğuna inanmayan yazarın, geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında vücuda gelen “uyanış” ve bu uyanışın Türkiye’ye akseden çeşitli tezahürlerini ele aldığı kitabıdır. 19. yüzyılda İslam’ın ortaya koyduğu medeniyetin mağlup olduğuna, fakat temel problemin, modern hayata uygun bir hukuk sisteminin yeniden üretilememesinde yattığına dikkat çeker. İçtihat kapısının kapalı olduğu yönündeki görüşleri eleştirir. İslam’ın, kendi içinde tutarlı ve dengeli bir değerler sistemi sunduğunu, çağımızın İslam prensiplerine çok geniş bir uygulama sahası verebileceğini öne sürer. Sözü geçen uyanışın hangi hal ve şartlarda köklü ve kalıcı neticeler doğurabileceğini anlamak için okunması gereken kaynak eser niteliğindedir.

Kitapta bu uyanışın sebepleri, görünüşü ve karşılaştığı problemler ele alınmış ve Güngör’e göre İslam dünyasının bugünkü problemleri siyasi ve iktisadi olmaktan çok kültür meseleleridir ve İslam'ın uyanışı tam bir kültür hareketi haline dönüştüğü zaman köklü ve kalıcı neticeler doğurabilecektir. Kitapta İslam dünyası bütün olarak incelenmekle birlikte esas ağırlık Türkiye'ye verilmiştir.

İşte kitapta altını çizdiğim yerleri sayfalarını belirterek aşağıya alıyor ve siz aziz okurlara takdim ediyorum: Türkiye’deki kalabalıkları şehir karşısında bir şahsiyet olarak ayakta tutabilen ortak temel Müslümanlıktır. Bugün gecekondu mahallelerinin camileri vardır ve bu mükellef camiler ora halkının mali gücüyle inşa edilmiştir. Bu kitleler geçirdikleri sosyal ve kültürel şoku atlatabilmek, kendi hayatlarına ve dünyanın gidişine bir mana verebilmek üzere İslam dinine dayanıyorlar. Geldikleri kırsal kesimden şehrin karmaşık hayatı içinde bulabildikleri en önemli ve bariz ortak nokta da İslamiyet’tir (s.26).

Türk işçilerinin Avrupa’daki kültür hayatını gözden geçirenler İslam’ın orada da yeni kültürel şahsiyeti meydana getiren başlıca kıymet sistemi olduğunu görürler. Avrupa’daki İslamcı Türk işçileri Türkiye’deki İslam davasına da başlıca desteği durumundadırlar. (s.27).

İslamiyet birlik ve kardeşliği emrettiği halde Müslümanlar birbirleriyle ihtilafa düşmüşlerdir. İslamiyet ilmi teşvik ettiği halde Müslümanlar cehalet içinde kalmışlardır. İslamiyet adaleti emrettiği halde Müslümanlar birbirlerine zulüm etmişlerdir. İslamiyet sadelik ve kanaatkârlığı emrettiği halde Müslümanlar lüks ve israfa meyletmişlerdir (s.30).

İslam dünyasının yeniden yücelmesi mümkün olacaksa bunun kaynağını siyasi gelişmelerde değil, tefekkür sahasında aramalıyız. Siyasi kudret başka bir takım gelişmeler için müsait bir zaman yaratma potansiyeline sahiptir, ama siyaset üzerinde yoğunlaşan çabalar insanları birleştirebildiği gibi onların birbirinden uzaklaşmaları, aralarına husumet girmesi için pek müsaittir. İslam siyasi iktidarla birlikte giden, onun kudret arkasında filizlenen bir doktrin değildir, siyasi iktidarın imkânlarıyla hiç ulaşılmayacak hedefleri, İslam, kendi başına alabilmiştir. Bu demektir ki İslam davasının asıl yükü fikir adamlarının omuzlarına yükleniyor. Müslüman aydınlar ve din adamları, âlimler, mütefekkirler, sanatkârlar bu sorumluluğun şuuruna ermek zorundadırlar. Medeniyetleri politikacılar yaratmaz, medeniyet âlimlerle sanatkârların işidir. Yeni bir İslam medeniyeti de elbette bilim, fikir ve sanat eseri yaratanların omuzlarında yükselecektir. Eğer onların gayretleriyle Müslümanlar arasında bir silkinme ve kalkınma olursa, siyasi hedefler kendiliğinden ele geçecektir. Bu gayeye ulaşmak için İslam aydınlarının kendilerini yıpratan, enerjilerini büyük ölçüde boşa çıkarın siyaset çekişmelerinden mümkün olduğu kadar uzakta kalmaları, günlük hadiselere tepeden bakarak kalıcı, köklü çözümler üzerinde kafa yormaları gerekir. Herhalde bu davaya en büyük kötülüğü yapanlar, onun günlük siyasi kavgalarına taraflardan biri haline sokmaya kalkanlardır. Siyasi parti farklılaşmaları Batı cemiyetindeki sınıf çatışmalarının eseri olarak doğmuştur ve her siyasi parti ister istemez şu veya bu zümrenin sözcüsü olmak, onların menfaatlerini birinci planda tutmak zorundadır. İslam’ı bu çatışmaların dışında tutmayı başaranlar onun birleştirici gücü sayesinde eşitlik ve kardeşliği tesis edebilirler. Bunu yapamadıkları takdirde İslam’ı kendi fırkalarının, yani tefrikalarının doktrini halinde göstermek gibi sonu nereye varacağı bilinmeyen bir vebali temsil ediyor demektir (s.209).

Merhum Erol Güngör Hocamız günümüze de ayna tutan ne kadar doğru ve yerinde tespitler yapmış değil mi?

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *