YIĞINA DÖNÜŞEN TOPLUMLAR
Orta Doğu’da giderek artan gerilim, dünyanın lideri konumundaki Amerika’nın çıkarları uğruna yaptıkları ve özellikle Kuzey Kore’de yaşananlar, toplumların giderek birer yığına dönüştüklerini düşündürüyor. İleri diye bildiğimiz Avrupa toplumlarının siyaset uğruna girdikleri ruh hallerini, dünyanın önemli bir kısmında açlıkla verilen mücadeleyi, kendi topraklarından uzaklaşmak zorunda bırakılan insanları ve dünyaya adeta kafa tutan liderleri de bu sürece eklememiz lazım.
Âdemle Âlemin Şiddet Sarmalı
Belki de yoruldu dünyamız, üzerindeki yükü taşımaktan. Bir yanda insanların ürettiği şiddet, öte yandan doğal afetler birbirini kovalıyor. Yeryüzünün en müstesnası olan insanın, giderek elindekiyle yetinmemesi ve kabına sığmaması karşısında varlıklar âlemi de sessiz durmuyor.
İç dünyamızdan yükselen şiddet eğilimi, dış dünyamıza, evrenin derinliklerine kadar uzanıyor. Ruh sağlığımız, tarihin hiçbir döneminde günlük hayata uyumdan böylesine uzaklaşmamış, hiç bu kadar daralmamıştı. Depremler, orman yangınları, ani yağışlar, su baskınları, çevre kirliliği, ekolojik bozulma gibi doğal afetler de insanlığı hiç bu kadar tehdit etmemişti. Üstelik ulaştığımız ileri bilgi teknolojilerine rağmen oluyor bütün bunlar. Âdemden âleme yahut âlemden âdeme bir şiddet sarmalına girdik sanki. Ve yabancılaşan insan, kendisinin de içinde yer aldığı âlemin sahibi ile bir kavgaya girmiş gibi. Daha da vahimi tarafı olduğumuz bu kavgadan çoğumuzun haberi yok.
Yabancılaşmaya Dikkat
Evet, hızla yabancılaşıyoruz. Birey ve toplum olarak vicdanımızın sesi giderek kısılıyor, daha az soru soruyor, daha çok kendi maddi varlığımızla ilgileniyor, daha çok tüketiyor ve hızla mutlak gerçekten sanal gerçekliğe yol alıyoruz. Yabancılaşmayı en güzel izah eden K. Marx’ın ifadesiyle; sahip olduğumuz zihinsel yeteneklerle doğayı değiştiriyoruz. Sahip olmadığımız yeni şeyler ürettikçe kendimize özel bir çevre ve yaşam biçimi oluşturarak gerçek doğadan uzaklaşıyor, tabiata yabancılaşıyoruz. Ancak bugün yabancılaşmanın daha ileri bir evresini yaşıyoruz. Zira kapitalist sistemin adeta oyuncağı haline gelen insan, doğadan uzaklaşıp fabrika ayarlarına uymayan çevreler ve ilişkiler geliştirdikçe, benzer dönüşüm kendi iç dünyasında da gerçekleşiyor. Yani maddi dünyamız renklenip, zenginleştikçe ürettiklerimize, ilişkilerimize ve iç dünyamıza, kısacası bireysel yaşamımıza da yabancılaşıyoruz. Böylece ürettiklerimiz, sınırlarımızı belirleyip bizi yönettikçe doğaya; ruh dünyamız daraldıkça kendi doğamıza yabancılaşıyor, yeryüzündeki varlık nedenimizden ve insan olmaktan uzaklaşıyoruz. Hızla bireysel bütünlüğümüzü yitirip sıradanlaşıyor, bilinçli bir toplumun özgür bir üyesi olmaktan bilinçsiz bir yığının kolayca yönetilen elemanı oluyoruz.
Hastalıklı İdeolojiler
Böylece insanlar kolayca hastalıklı ideolojilerin kurbanı oluyorlar. Bunun içindir ki günümüz insanı; fert ve toplum düzeyinde mutsuzdur. Bireyler mutsuzdur çünkü akıl ve gönül giderek birbirini tamamlamaktan uzaklaşmış, zihinsel potansiyel, daha çok içgüdülerin emrine girmiş, ahlak zedelenmiş ve bireysel şiddet artmıştır. Toplumlar mutsuzdur çünkü insani değerler odaklı bireysel özgürlük alanları daralan ve hızla yığına dönüşen toplumlar, medeniyet üretemedikleri gibi hızla ırkçılığa ve toplumsal şiddete yönelmeye hazır, hastalıklı ideolojilerin aşırılıklarının esiri olabiliyorlar.
Tabii ki insan olarak her şeyden önce kendi varlığımızdan sorumluyuz. Şartlar ne olursa olsun hayat, bize bahşedilmiş en önemli nimettir. Gündelik hayatın suni korkularını aşıp hızla yaklaştığımız ölüm gerçeği ile dost olarak dünya yolculuğumuzu yeniden ve yeniden gözden geçirmek ve âlemin Sahibi’ne şükretmekle işe başlamak bize iyi gelecektir. Birey ve toplum olarak aklımız ile gönlümüzü dengede tutmamız ve yaşama sevincimizi yitirmememiz önemlidir. Kendimiz için değil başkası için yaşama alışkanlığını yeniden yakalamamız önemlidir. Medeniyetlerin beşiği olan bu güzelim coğrafyanın paydaşları olarak öncelikle kendi kişisel psikolojimizi, duruşumuzu, irademizi, ahlakımızı, ailemizi dünyadaki her türlü yıkıcı akına karşı korumak suretiyle yığın olmakla savaşmalıyız. Büyük ödünler vererek sağladığımız istikrarımıza, demokrasimize sahip çıkmalı ve hızla yol aldığımız toplumsal gelişmemizi devam ettirmek için gerekli yeniden yapılanmayı her alanda gerçekleştirmeliyiz. Toplumumuzun geleneksel ahlak ve inanç hassasiyetleri ile rasyonel bakış açısını dengede tutarak kişisel ve toplumsal şiddetten uzak durmalıyız. Kendimize, ailemize ve vatanımızın her karış toprağına sahip çıkmak, harikulade bir eser olan varlıklar âlemi ile uyum içinde olmak için ne yaptığımıza odaklanmamız önemlidir.