KÜLTÜREL İKTİDAR-3
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 7 Ağustos 2017 Pazartesi günü yaptığı bir konuşmada Türkiye’nin özgürlüğünü tanımlarken, önemli noktalara işâret etti. Ne yapacağı başka ülkeler tarafından belirlenen, hangi adımları atacağı başka ülkeler ve yasadışı güçler tarafından tespit ve tâyin edilen bir ülkenin özgür olamayacağına vurgu yaptı.
1948’den başlayarak hibe veya yardım adı altında verilen, ama asıl amacı başta yerli sanayi ve bayındırlık yatırımlarını durdurmak olan paralar, Türkiye’yi sanayisini ithâl eden ve eğitimde, sanatta, kültürde, akademik hayatta, askerî sahada, tıbbî alanda dışarıya bağlı bir ülke olmanın ötesinde, vatandaşları köle zihniyetinden rahatsızlık duymayan bir ülke hâline getirmiştir.
1839’daki, rahmetli Cinuçen Tanrıkorur’un tâbiriyle, “Tanzimat Darbesi” ile bütün dizginleri Batı’nın eline geçen Türkiye’nin, 1923’ten sonra Cumhuriyet adıyla devam ettiği yol, hep yokuş ve engebeli olmuştur.
1950’lerde Kore Savaşı’ndaki şehitlerimizin kanları pahasına girdiğimiz NATO sistemi ile, halkının “Mehmetçik” ve “Peygamber Ocağı” dediği Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki yapılanmalar, özgürlüğümüze sıkılan kurşunların tetikçisi olmuştur. Böylece Türkiye, ne yapacağı bilinen ve öngörülebilen, “bağımsız” ama özgür olmayan bir ülke tanımının örnek karşılığı olmuştur.
Şimdilerde değişme eğilimine girmiş olan bu tanımla birlikte Türkiye, târih boyunca devam eden ve hiç bitmeyecek özgürlük mücâdelesine hız vermiştir.
Özgür devlet için özgür birey
Ancak bu mücâdelenin hâsılatını topluma safhasına geçebilmemiz için devletin özgürlüğünü kendi bireysel özgürlüğüyle özdeşleştiren bir birey profilinin tahkim edilmesi gerekir. Kendi ülkesindeki sorunları, yabancı ülkelere şikâyet ederek çözmeye çalışanların, bireysel özgürlük adına yapacakları hiçbir istek samimi olmadığı gibi, özgür irâdesi olmayan birey de ülkesinin özgürlüğünde her zaman tâvizkâr olabilir.
Kendi bireysel farklılığını, başkalarının farklılıklarıyla besleyen, büyüten ve olgun hâlde tutan özgür bireyin, öncelik sıralaması yapmadan sâhip çıkacağı ve savunacağı şeyler arasında hem kendisinin hem devletinin varlığı; hem kendisinin hem devletinin özgürlüğü, hem bireysel hayat anlayışı hem devlet mefkûresi vardır.
Düşünmesi engellenen, bireysel anlama becerisi sürekli budanan ve köreltilen, “sen ne bilirsin”lerle korkutulan ve sindirilen bireyin ve böyle bireylerden oluşan toplumun ve ülkenin özgürlüğü, ancak ve ancak bir pembe dizi kurgusu olacaktır.
Gassal önünde meyyid gibi itaatkâr; düşünmeyen, kendi anlayışını inşa edemeyen, önündeki yolu muhakeme edemeyen ve hatta gösterilen yola değil, yolu gösteren parmaktan başkasına bakmayan bireylerle özgür devlet olmayacağı gibi, bu devletin özgün ve özgür bir “kültürel iktidar”ı da olmayacaktır.
Bu birey profili birilerine tehditkâr gelebilir. Ama bu göreceli tehdidi bertaraf ederken, kültürel iktidârın da kaybedildiği bilinmelidir.
“Maarif” ve Kültürel İktidar
Ezberci bir anlayışla, eskimiş ve işlevi kalmamış metinlerin dikte edilmesine dayanan bir eğitim sistemine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve vatandaşları olarak 15 Temmuz gecesini yaşayabildiysek ve uçurumun kenarından dönebildiysek, kültürel iktidârı getirecek bireylerin önündeki tek engel, fizîken korunup geliştirilmesi ama mânen, felsefî ve düşünsel olarak yıkılması ve yeniden inşâsı özgür bireylerce yapılması gereken okullardır.
Senelerdir yapılan değişikliklerle yapboz tahtasına dönen, çünkü ezberci zihniyetten kurtulamayan eğitim sistemimizin bu ezberci zihniyetten kurtulup “maarif sistemi”ne dönüşmesi durumunda, son yıllarda ekonomik ve diplomatik alanlarda kat edilen mesâfe, kültürel anlamda da alınacaktır. Böylece ekonomik ve siyâsal anlamda harcanan çabalar da boşa gitmemiş olacaktır.