İstanbul
Parçalı az bulutlu
14°
Ara

​NEREDE BU KADIN KURULUŞLARI?

YAYINLAMA:

Lafa gelince mangalda kül bırakmamacasına konuşan kadın kuruluşlarında derin bir sessizlik var. Atıp tutan, her tamlamanın başına “kadın” kelimesini koymadan konuşamayan bu kuruluşları “sivil toplum kuruluşu” zannederdim. Bu zannımda da olabildiğimce ve kendimi zorlamadan hüsn-ü zan içindeydim. Ama – lafın gelişi söylüyorum – güvendiğim dağlara kar yağdı. Kar yağmakla kalmadı, çığ düştü. Lafın gelişi diyorum, çünkü dağlar insana güven verir. Ama ideolojik altyapısı feminizme ve feminizm üzerinden çatışmacı ideoloji ve Marksizm’e dayanan bu “kadıncı” bakışın yaralara merhem olması ve insana güven vermesi artık pek muhtemel gözükmüyor.

Keşke bunca yıldır yazılan çizilen, konuşulan şeyler bir tortu oluşturabilseydi de, bu tortuda yararlı bir ideolojik organizma ile yaşam başlayabilseydi. Ama maalesef olmuyor. Hasbelkader oluşan tortu da en ufak bir selde akıp gidiyor.

Dilsiz Şeytanlık

Bu akıp gidişin son örneğini Suriyeli kardeşimiz Emani El Rahmun’ın tecâvüz edilip 10 aylık çocuğu ve doğmamış bebeği ile birlikte katledilmesinin ardından yaşanan sessizlikte gördük. İğrenç, mide bulandırıcı, insanlık dışı ve hayvanlık dışı bu vahşete sessiz kalmanın “dilsiz şeytanlık”tan farkı yoktur. “Hayvanlık dışı” diyorum, çünkü aslan bile yakaladığı avının hamile olduğunu anlayınca bırakıp gitmektedir.

Toplumumuzun hâlis ve yürekli çoğunluğu bu vahşete sessiz kalmadı. En etkili sivil toplum mecrası olan sosyal medyada yapılan paylaşımlar bu vahşete duyulan nefreti ortaya koydu. Ama kuruluş amacı kadının sorunları olan kadın kuruluşlarının ne sesi, ne soluğu ne de yankısı duyulmadı. Acaba Emani El Rahmun kadın değil miydi!

Elinde kalan tek varlık olarak canını ve nâmusunu korumak için ülkesini terk etmek zorunda kalan bu kadının başına gelenlere tepki göstermek bir cinsiyet tavrı değil, bir insanlık duruşudur.

“Güzel olduğu için” tecâvüz edilmeyi hak ettiğini düşünen kanalizasyon kafalılar, pisliklerini kalemlerinden döktüler. “Buraya gelmeseydi bu olay olmazdı” diyecek kadar hastalıklı ruhlar, fırsat bulmuşçasına kendilerini tatmin ettiler.

Ensar, Yesrib’i Medine Yapmıştı!

Allah, bu topraklara Medine, bize de Ensar olma fırsatı vermişken, birileri bundan rahatsız oldu. Ziya Paşa’nın “dide-i huffaş” olarak tanımladığı gibi, “yarasaların gözleri bu ışıktan” rahatsız oldu.

Medeniyetin şehir kültürü ile yaşanacağından gâfil olanlar, her kasabanın ve hatta köyün Yesriplik’ten Medine’ye dönebileceğini de bilmiyorlar, bilmek istemiyorlar. Bu dönüşümün kadınla başlayacağını ise kabul etmiyorlar.

Kadın Kuruluşları Sınıfta Kalmıştır!

Cennetin ayaklarının altında olduğu anneler ve doğum yapmasa da “anne” olabilenler, Emani El Rahmun’un acısını paylaşırken, adında “kadın” kelimesi olan sivil toplum kuruluşu müsveddeleri bireysel ya da toplu bir kınama bile yayınlamadılar. Herhalde yaz mevsiminde olduğumuz için yıllık izinlerine denk geldi. Fazla güneş gözlerini kamaştırırken, kulaklarını da sağır etmiş zâhir!

Kadının gücünü ve adını sömüren bu STK müsveddelerine bu ayıp yeter. Bir daha, boş teneke tangırtısı gibi ses çıkardıklarında, bu vahşete karşı suskunluklarını yüzlerine çarpmak, tıngırtılarını kesmek için yeterlidir.

Bu STK müsveddeleri sustular, çünkü Emani El Rahmun onların istediği kadın tipinin dışındaydı. Kadın kuruluşlarının nâmını KADEM kurtardı, ama ortalık tepki sesleriyle yankılanması gereken, yürüyüşler yapılması gerekirken, bu ağır yük sâdece tek bir kuruluşun omuzlarına kalmamalıydı. Sağcı olsun, solcu olsun; muhafazakâr olsun, devrimci olsun, bu kadın kuruluşlarının bu suskunluğu hiçbir göstermelik çığlıkla telâfi edilemeyecek kadar yüksek oktavlı bir suskunluktur.

Bu sessiz, bu suskun, bu göstermelik kadın kuruluşları, kundak yerine kefene sarılıp annesiyle yan yana defnedilen isimsiz bebeğin mezarına gömülmüştür.


Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *