EİNSTEİN, KEYNES VE SÜRÜ PSİKOLOJİSİ
Albert Einstein her şeyden önce profesyonel bir fizikçi olmakla birlikte aynı zamanda amatör bir filozoftu. Aynı zamanda samimi bir monoteist idi, (bizim iklimdeki karşılığı muvahhiddir). Einstein kendi zamanına gelene kadar hakim olan Newtongil Fizik anlayışını yenileyerek, onun üstüne daha karmaşık ve daha muhteşem bir bina dikmiştir. Kısaca özetleyecek olursak Newtongil Fizik, özellikle çekim ve hareket kanunları ile mekanik bir evren anlayışını kurgulamıştı. Bu görüşün felsefi dayanağı Aristo’ya kadar (El muallim – i Evvel; İlk Öğretmen) gider. Aristo da, Tanrı’nın evreni mükemmel bir saat gibi yarattığını ve hareketin ilk ivmesini verdiğini sonra da karışmadığını, evrenin de o zamandan bugüne sürekli şaşmaz bir saat gibi bu kanunlara göre devindiğini iddia etmekteydi. Kendisi aynı zamanda muvahhit Hristiyanların başpiskoposlarından olan Sir Isaac Newton’da doğrusal diferansiyel denklemler sistemi olarak tanımladığı evrenin mimarisini bir çekim sabitesi etrafında şaşmaz bir saat gibi çalışan mekanik bir tasarım olarak modellemişti. Öyle ki, en küçük atomlardan en büyük gök cisimlerine kadar hepsi aynı değişmez hareket ve çekim kanunlarına tâbiydiler. Bu bakış açısı Aydınlanma Çağı için çok uygun bir yaklaşımdı. Nitekim, 200 yıl sonra Neo Klasik İktisatçılar da kapitalist sistemi bireysel alıcı ve satıcılardan (toplumun atomları) oluşan piyasaların ve piyasaların bileşiminden oluşan ekonomilerin Newton yöntemine benzer bir şekilde doğrusal diferansiyel denklemler sistemi çerçevesinde mekanik bir yapıyla birbirine bağlı olduğu ve şaşmaz bir saat gibi işlediğini varsaydılar. Bireyler kendi boyutlarında gayet rasyonel bir şekilde üretim, tüketim ve tasarruf kararlarını vermekteydiler. Onların kararlarının toplamı da arz ve talep kanunlarıyla piyasaları çalıştırmakta ve tıpkı Newton’un atomları gibi aslında çok küçük ve piyasaları etkileyemeyecek aktörler olarak büyük ekonomi bünyesinin iradesiz hücrelerini oluşturmaktaydılar. Burada dikkat çeken nokta, ekonomik sistemin hiçbir kazaya (krize, işsizlik ve iflaslara) uğramadan saat gibi çalışmasıdır. Kapitalist sistemin genel kanunları mikro bazda da makro bazda da değişmemekteydi. Analiz aynı zamanda statikti, yani zaman ve mekân içinde değişmeleri dikkate almazdı. Bu ise iktisatçıları toplumların tarihsel, kültürel ve coğrafi farklarının bireyin kararları üstünde hiçbir etkiye yol açmadığı ve bütün toplumların aynı iktisadi kanunlara tâbi olduğu kanısına ulaştırıyordu.
Einstein fizik bilimine üç önemli katkıda bulunmuştur. Bunlar: (i) madde ve enerjinin aynı şeyin farklı formları olduğu, (ii) mekân ve zamanın sabit olmadığı, (iii) çekim ve hareket kanunlarının boyutlara göre değişebildiği iddialarıdır. Einstein’a göre Newton Fiziği Özel Görelilik olarak tanımlanmalıydı, yani gözlem yapan araştırmacının hız, kütle ve zaman-mekân hakkındaki bilgileri bütün evrene uygulanamazdı. Bu yüzden kendi geliştirdiği kurama Genel Görelilik adını verdi. Ona göre, Newton Kuramı kendi kuramının özel bir durumunu yansıtıyordu. Einstein’ın bulguları, bugün sahip olduğumuz teknolojinin gelişmesinde, dünyaya ve evrene bakış açımızda köklü değişikliklere yol açmıştır. Cep telefonundan uzay araştırmalarına, nano teknolojiden hologramlara ve hatta Sicim Teorisine kadar bugünkü bilgimizin ulaşabildiği her yerde ve ulaşabilme kapasitesinde bu tatlı ve muzip adamın gülümseyen yüzünü görürüz. John Maynard Keynes, her ne kadar Einstein gibi tatlı ve muzip bir adam değil, hatta tam tersi snop ve soğuk bir Victoria devri aristokratı ise de, iktisat bilimine getirdiği çığır benzeridir. Keynes, ekonomilerin bir saat gibi şaşmaz bir şekilde işlemediğinin farkındaydı. Öte yandan, Neo-Klasik iktisatçıların tersine kırsal bir toplumda atölye tarzı küçük işletmelerden oluşan bir ekonomide değil, aksine yoğun olarak şehirleşmiş bir toplumda dev firmaların yönettiği tekelci bir kapitalist ekonomi içinde yaşamaktaydı. Şehir hayatı, insanların yalnız değil ama büyük kitlelerin bir parçası olduğu, toplum hayatında sahip oldukları rollere uygun davrandığı ve bireysel rasyonel kararlardan çok sürü psikolojisine uygun hareket ettiği bir yapıya yol açmaktaydı. Burada modern kimyadan modern iktisadın farkını da ortaya koyuyordu. Bir gaz kütlesi içindeki atomların hareketinin ne yöne olacağı önceden kestirilemezken, gaz kütlesinin bütün olarak hareketi öngörülebilirdi. İktisatta ise ekonomi içindeki bireylerin rasyonel hareketleri önceden kestirilebilirken, insanların kitle halinde hareketleri hiçbir rasyonel kurala uymayabilirdi. İktisadi olaylar da, işçilerin ücret pazarlıkları, firmaların fiyat koyma stratejileri ve yatırımcıların yatırım kararları, Neo-Klasik iktisadın çizdiği gibi rasyonel ve önceden kestirilebilir eylemler değildi. Aksine bu toplu eylemler, ani değişimlere ve önceden öngörülemez hareketlere tâbi idi. Dahası, toplumların bir bütün olarak iktisadi faaliyeti sosyolojik, psikolojik ve tarihsel etkenler tarafından kısıt altına alınmış idi. Sürü psikolojisi ile davranan bir toplumun iktisadi faaliyeti de önceden kestirilemezdi. Dolayısıyla, ekonominin bir saat gibi şaşmaz şekilde çalışması ancak özel bir durumu gösterirdi. Genel olan ise, krizlerin sıklıkla vuku bulabileceği istikrarsız bir iktisadi yapıydı. Bu yapının ana temellerinden biri de iktisadi kararlarda belirsizliğin sahip olduğu önemdi. Aynı zamanda, Keynes, tıpkı madde ve enerji arasında gözetilen katı ayrımı ortadan kaldıran Einstein gibi, Neo-Klasik iktisatçılarca sıkı sıkıya savunulan reel ekonomi – parasal ekonomi arasındaki ayrımı da ortadan kaldırmış ve bunların geçişken olabileceğini göstermişti. Pekiyi, Keynes’in bizim açımızdan önemi nedir: Sürü psikolojisini kontrol altına alacak bir dizi politika reçetesi sunulmasına ön ayak olmasıdır. Bugün eğer bir para ve maliye politikasından bahsediyorsak, Merkez Bankalarının bir kıymet-i harbiyesi varsa, devlet sosyal hizmetler üretebiliyorsa hepsi aslında Keynesgil model üstüne kurgulanmıştır.
Bütün bunlardan neden bahsediyorum? Son günlerde siyasi atmosferde insanların birbirini düşman gibi gördüğü ve taraftarlık – sürü psikolojisiyle beslenen irrasyonel davranışlara şahit olmaktayız. Bunlar, (birbirini denize dökmeler, karşı görüştekileri mürteci – hain, cahil – terörist olarak adlandırmalar) günlük hayatımızda birbirimize karşı söyleyemeyeceğimiz, hatta söylemeyi aklımıza dahi getiremeyeceğimiz argümanlardır. Bir sürüye mensup olmanın verdiği şehvet ile akıl dışı ithamlarda bulunmak, bırakın suç olmayı, her şeyden önce ayıptır. Ve bazen… Ayıplar suçlardan daha tehlikeli, ahlaksızlık kanunsuzluktan daha öldürücü olabilir. O zaman Keynes ne diyor? Devleti yöneten büyüklerimizin, bir an önce bu ortamı değiştirecek eylem ve söylemlere girerek, kitle psikolojisinin yaratacağı kırgınlıkları kontrol altına alması gerektiğini söylüyor. Her şeyden önce, bağlı olduğumuz siyasi, dini ve sınıfsal gruplara değil, içinde doğduğumuz millete mensup olduğumuzu hatırlamamız gerektiğini söylüyor. İnşallah, Keynes’in bu uyarıları dikkate alınır…