İstanbul
Parçalı az bulutlu
14°
Ara

​JAKOBEN TÜRKÜMSÜLER, BUNU SİZ İSTEDİNİZ!

YAYINLAMA:

Bakmayın siz “Yedi sülâlenizi denize dökeriz” tehditlerine, Türkiye, âdeta yüz yıla yakın bir süredir beklenen ve fakat on yıllık müdahalelerle geciktirilen bir doğumun sancılarından sonuncusunu yaşıyor.

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997’deki doğum geciktirici müdahaleler, doğumu istemeyenlerin hesaplarına hizmet etti. 367 Krizi, şerden hayır doğururcasına amacının dışında, geciktirilen doğumu kaçınılmaz hâle getiren bir sancı etkisi yaptı. Kısacası 16 Nisan’da beklediğimiz doğum, bunu yarım asırdan uzun bir süredir erteleyenlerin kendi oyunlarına gelmeleridir.

2007’de Meclis aritmetiği cumhurbaşkanını seçmek için uygun bir yapıdayken, 367 Garâbeti, tam on yıl sonra 16 Nisan 2017’de târihî bir virajın dönülmesine vesile oldu. Cumhurbaşkanını Meclis’in değil, doğrudan halkın seçmesi yönündeki anayasa değişikliği, yürütme erkinde çözülmesi gereken bir sorunsal ortaya çıkardı. 367 Krizi’ni şapkadan tavşan çıkarırcasına anlamsız ve mesnetsiz bir şekilde çıkaranlar, takkelerinin düşüp kendi kellerinin görüneceğini düşünemediler. Hem cumhurbaşkanı, hem de başbakanın halk tarafından seçilmesinin ilk uygulamasıyla halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanımız olan Recep Tayyip Erdoğan, kendi siyâsî çizgisinden gelen Davutoğlu ve Yıldırım ile ciddî bir sorun yaşamadı. Ama siyâset kurumunun başında olmak, idâre-yi maslahat değil, gelecekte muhtemel bâzı sorunları da öngörmeyi gerektirir. Bu sorumluluk bilinciyle hareket eden sayın Cumhurbaşkanımız, hiçbir sorumluluğu olmadan sâhip olduğu olağanüstü yetkilerinin yanına, rahatını bozarcasına ağır sorumluluklar getiren cumhurbaşkanlığı sistemini gündemde tuttu. Bu tavra, MHP lideri sayın Devlet Bahçeli’nin de akl-ı selîm ile yaklaşıp, “bu fiilî durumun adını koyalım” diyerek destek verdi.

Sözünün arkasında duran Devlet Bahçeli, 15 Temmuz’daki desteğini bu tavrıyla taçlandırmış oldu. Bence sayın Devlet Bahçeli, sâdece bu tavrıyla bile siyâsî tarîhimizde çok önemli bir misyonu yerine getirmiştir.

Yurtdışında mesela Almanya, Türkiye ile o kadar ilgilenmektedir ki, bâzı çocuklar Recep Tayyip Erdoğan’ı Alman bir siyâsetçi sanmaktadır. ABD’li bürokratlar sosyal medyada Türkçe paylaşımlar yapmaktadır. Yurtiçinde ise, “yabancı markaların Türkiye temsilcileri” dolan son kullanma sürelerini uzatabilmek için, patronlarının kapılarında bekleşmektedir. Hem hayır dedikleri cumhurbaşkanlığı sistemi, hem patronları karşısında düştükleri zavallı durum, tam da “kendim ettim kendim buldum” diyecekleri bir sonuçtur. Evet, bunu kendileri istedi. Öngörüsüz oldukları ve işin buralara geleceğini göremedikleri için – hamdolsun – kendi oyunlarının kurbânı oldular. Tanımadıkları, tanımak istemedikleri halkın elde ettiği hiçbir haktan vazgeçmeyeceğini de bilemediler. “İşgâlci” gibi görüp “denize dökeriz” diye tehdit ettiği halkın bu jakoben tavra pabuç bırakmayacağını anlayamıyorlar. Af dilememekte ve yanlış yaptıklarını kabûl etmemekte sergiledikleri ısrar, onları içine düştükleri batakta iyice dibe çekmektedir.

15 Temmuz’daki çok katmanlı ve çok aktörlü hâin darbe girişimiyle filmi başa sarıp Kemalist ayarlarına geri döneceklerini hayâl ettiler. Ama önce Hak, sonra da halk buna izin vermedi. 16 Nisan’dan sonrası için iddia ettikleri “tek adamlık” söylemi, kendilerini adam yerine koymadıklarının ve alternatif olmadıklarının, köklü siyâsî altyapılarına yakışmayan itirâfı ve ayıbıdır. Bu ayıp, hiçbir jakoben tehdit ve okumadan uydurulan yalanlarla örtülemeyecek kadar büyüktür.


Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *