ERDOĞAN'IN ŞAKAĞINA DAYANAN O SİLAH...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şakağına bir silah dayamışlar, “Kill Erdoğan” diye yazmışlar. İsviçre’nin başkenti Bern’de, terör örgütü PKK yandaşlarının gösterisinde. Onlar o posterle bir millete gözdağı vermek istiyor, anlıyoruz ama bizim gibi 27 Mayıs’ı hâlâ büyük bir acı olarak kalbinde taşıyanlar için verilen o gözdağının bir manası yok. Evet, poster dehşet verici… Fakat, posteri dehşet verici kılan kendisi değil, o fotoğraftan korkacak filan da değiliz… Posteri dehşet verici kılan çağrıştırdıkları… Yani, demokrasiye olan ihanet.
27 Mayıs 1960 darbesinin ardından İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker’in çıkarttığı Akis Dergisi’nin Menderes resminin üzerine çarpı işareti koyup, “Adnan Menderes Sabık Başbakan” diye yazdığı 301. sayısı gözlerimin önüne geldi. İçim ürperdi. Ürperti ile birlikte yüreğimde volkan gibi patlayan iflah olmaz bir öfke…Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yüzde 52 oyla seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın şakağına dayanan silah, ülkemizin şakağına, milletimizin demokrasi inancına dayanmıştır. Kaldı ki henüz 16 Temmuz darbe ve işgal girişiminin travmasını atlatabilmiş değiliz. Milletimize, ülkemize çevrilen namlular, poster, afiş kılığına girmiş Bern sokaklarında, Avrupa’nın farklı ülkelerinde, farklı farklı meydanlarda dalgalanıyor. Sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı’nı değil, hangi görüşten olursa olsun kendisini bu ülkeye ait hisseden herkesi incitiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da o afişi gördüğünde benzer duygular hissettiğini zannediyorum. O Cumhurbaşkanı ki, her zaman yanında bulundurduğu siyah çantasında, gittiği her yere Hayat Mecmuası’nda yayımlanan Menderes’in idam fotoğraflarını taşır. Muhtemelen 15 Temmuz akşamı da yanındaydı o fotoğraflar, Marmaris’ten İstanbul’a uçarken…
İNÖNÜ’NÜN CEBİNDEKİ DEMOKRASİ
27 Mayıs 1960, milletin, devletin ve siyasetin hafızasına “darağacı”nı kazıyan o melun darbe... Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı astılar. İsmet İnönü, demokrasiyi alıp cebine koydu, o gün bugündür İnönü’nün cebindeki demokrasiyi arıyoruz.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a atfedilen “diktatör” yakıştırmaları özellikle dış dünyadan geliyor. Bu ülkede yaşayan her vatandaşın ülkeyi yönetenlerden, siyasetçilerden daha çok demokrasi ve özgürlük talep etme hakkı var ancak bu ülkenin seçilmiş cumhurbaşkanına yönelik dış dünyadan yöneltilen “diktatör” yakıştırmalarını saygıdeğer bulmak mümkün değil, hele ülkemizde siyasetçilerin bunu iç siyasette bir propaganda malzemesi olarak kullanması “şuursuzluğun” dik alası. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bağlamında Erdoğan’a yöneltilen “tek adam”, “diktatör” eleştirileri bu şuursuzluğun bir ürünü. Zira, başkanlık sistemleri de parlamenter sistemler de dünyanın her yerinde demokrasinin ortaya çıkardığı siyasal sistemler. Başkanlık sistemlerinin özü zaten yürütmenin tek elde toplanması. Bunu Erdoğan’a özgü bir durummuş gibi, onunla özdeşleştirmek siyaset bilimini yok saymak, çarpıtmak.
Erdoğan’a yönelik “tek adam”, “diktatör” suçlamalarının mazisi, darbelerin anası 27 Mayıs öncesinde tezgâhlananlara dek dayanmakta. Bunları tekrar siyaset sahnesinde piyasaya sürmek kolaycılık, tarihten hiç ders almamak. Seslendirilmese bile, öyle değilmiş gibi yaparak, kimilerinin iç dünyalarında tarihin tekerrür etmesini bekliyor olmaları hiç ahlâki ve vicdani değil. Neden değil, anlatayım:
MENDERES’İN AVUKATINDAN SON İSTEĞİ: DİKTATÖR OLMADIĞIMI SAVUNUN
Başbakan Adnan Menderes'in Yassıada'da savunmasını yapan üç avukatı var, Burhan Apaydın, Orhan Apaydın ve Talat Asal. Vefatından kısa bir süre önce rahmetli Talat Asal, Yassıada duruşmalarına hazırlanırken Başbakan Adnan Menderes ile yaptığı son görüşmeyi bana şöyle anlatmıştı: "Son görüşmemizi ağustos ayında yaptık. Son görüşmemizde birbirimizden ayrılırken, bir elimi eliyle tuttu ve sağ kolunu yukarı kaldırarak, 'Milletime ve Allah'a hesap veriyorum' dedi. Son isteği şu olmuştu: 'Benim diktatör olmadığımı, dikta rejimine gitmek istemediğimi savunun' demişti. Bu suretle savunmamın esaslarını tespit etmiş oluyordu. Ben de onu yaptım."
Başbakan Adnan Menderes'in Yassıada şartlarında dahi demokrasiye sadakatine bakın, avukatına "Diktatör olmadığımı savunun..." diyor.
Bunu niye diyor biliyor musunuz? Onu da diğer avukatı Burhan Apaydın’dan öğrenmiştim. Milletten yıllarca saklanan Yüksek Adalet Divanı’nın gerekçeli kararında idamların gerekçesi olarak sunulan delillerden bazılarını aktaralım:
AMERİKALI FULBRIGHT’IN SÖZLERİ
1960-1961 tarihli “Yüksek Adalet Divanı Kararları”nda yer verilen delillerden ilki Amerika Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Fulbright’ın 1 Mayıs 1960’ta CBS Televizyonu’nda yaptığı “Bugünkü Türk hükümetinin diktatöryal tutumunu ilk defadır fark etmiş değilim” diye başlayan şu cümleleri yer alıyor: “İktidara gelişlerinden pek az sonra gazeteleri kapatmaya başladılar… Kemal Atatürk yeni bir azimle Türkiye’yi yeniden yarattı. Ondan sonra gelenler çok akıllıca bir hareketle serbest seçimler yaparak muhalefetin iktidarı almasına müsaade ettiler. Bu büyük bir devlet adamlığıdır. Hâlbuki şimdi iktidar partisi başlanan teamül üzerine gideceği yerde muhalefeti hapse atmaktadır. Zannederim bu, gelişmenin zıddı bir tutumdur.”
DELİLLER ARASINDAKİ İTALYAN GAZETE
Yüksek Adalet Divanı’nın kararlarında delil olarak İtalya’da yayımlanan II Corriere Della Sera Gazetesi’nin 30 Nisan 1960 tarihli sayısındaki “Türkiye’de dram” başlıklı yazı da bulunuyor:
“…Ve işte diğer bir demokratik kötü dönüş, Batista’dan Syngman Rhee’den sonra şimdi Menderes’in sırasıdır. Demokrasiden istibdada (despotizme) istihale (değişim) her zaman aynıdır. Hürriyet isteyerek ve vaat ederek iktidar fethedilir ve sonra iktidarı muhafaza etmek için hürriyet ‘inkâr’ edilir…”
ROSE MARY’NİN THE GUARDIAN’A GÖNDERDİĞİ MEKTUP
Bir başka delil de İngiltere’de yayımlanan The Guardian Gazetesi Yazı İşleri Müdürlüğü’ne 18 Mayıs 1960’ta Rose Mary adlı bir Amerikalının Teksas’tan gönderdiği mektup:
“Beyefendi, Türk Hükümeti’nin Türk vatandaşları aleyhindeki hareketlerini desteklememiz İngilizce konuşan bütün milletlerin hürriyet ananelerine ve Kuzey Atlantik Paktı Teşkilatı ile alakalı bütün milletlerin hürriyet ananelerine aykırıdır. İstanbul’da akdedilen NATO konferansına temsilcilerimizi göndermek suretiyle tamamen bu hareketi desteklemiş oluruz. Ve buna ilaveten Menderes Hükümeti tarafından Türk halkına yapılan zulmü NATO mefhumlarına uygun telakki ettiğimiz zannını vermekteyiz…”
THE DAILY TELEGRAPH
Yüksek Adalet Divanı’nın gerekçeli kararındaki bir diğer delil ise yine İngiltere’de yayımlanan 30 Nisan 1960 tarihli Daily Telegraph Gazetesi’nin 26. Sayfasından: “Menderes Hükümeti’nin, parlamenter sistemin esasını teşkil eden muhalefet hürriyetini yok etmek yolunda çalıştığına aşağı yukarı şüphe kalmamıştır. Hakikatte Türkiye bir diktatörlüğü parlamenter bir sisteme çevirmenin delillerini dünyaya göstermiştir…”
DEMOKRASİ KİSVESİ ALTINDA DARBEYİ PİŞİRDİLER
Ne kadar tanıdık değil mi? Üzerinden hiç 57 yıl geçmemiş gibi! Şimdi kim bunların daha çok demokrasi istediğini, kim bunların daha çok özgürlük istediğini iddia edebilir? Ne istiyorlarmış? Meğer seçilmiş bir başbakanın bir eşkıya hareketi ile, bir cunta hareketi ile devrilmesini istiyorlarmış, demokrasi kisvesi altında darbeyi pişiriyorlarmış.
Günlerdir CHP’den o afişe yüksek sesle bir tepki gelmesini, hatta topyekûn bir reddediş bekledim. Yok! Gelmedi… Ülkemiz, demokrasimiz adına çok üzgünüm. Anlaşılan o ki, 57 senede demokrasi adına bir adım mesafe katedememiş, bugün de o afişleri kendisine siper yapıp, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı'nın diktatörlüğe, diktatöryel rejime gittiğini iddia ediyor. CHP dün Menderes’i “diktatör”lükle suçlarken, işte dış dünyadaki bu ve benzeri yoldaşları ile aynı cümleleri kuruyordu. Bugün de görüyoruz ki yoldaşları aynı! Yazık…Hem de çok yazık.