İstanbul
Parçalı az bulutlu
14°
Ara

​BÂKİ KALAN KUBBEDE HOŞ BİR SADÂ!

YAYINLAMA:

Oğuz Çetinoğlu ve Mehmet Şadi Polat tarafından titiz bir çalışmayla hazırlanan “Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı” Yakın Plan ([email protected]) yayınları tarafından neşredildi. Kitap; büyük boy, 680 sayfa sevimli bir kapakla okuyucularını selamlıyor. Bu güzel eseri Yavuz Bülent Ağabeyin elinden; “Sevgili Süleyman Doğan kardeşime selam, kelam niyetiyle yeni bir kitap daha!” (Yavuz Bülent Bâkiler - 5.1.2017), imzasıyla aldım.

Kitapta ilk olarak, “Bir Defa Değil Bin Defa Minnettarlığımızı İfade Ediyorum” başlıklı yazıyı kaleme alan Yavuz Bülent Bâkiler, çarpıcı hatırasını şöyle naklediyor:

“Aradan tam altmış yıl geçti. Hiç unutmayacağım hâdiselerdendir:

1956 yılında, Ankara Hukuk Fakültesi'nin birinci sınıfında idim. Agâh Oktay Güner sınıf arkadaşımdı. Bir gün, büyük bir istekle bana dedi ki:

‘Ah Bülent! Allah, bize, bir topluluk önünde kâğıda kitaba bakmadan, sadece beş dakikalık bir konuşma kabiliyeti verseydi.’

O yıllarda, onun da, benim de, bir topluluk önünde irticalen beş dakika konuşmamız, Atlas Okyanusu'nu yüzerek geçmemiz kadar imkânsızdı. Bu durumdan ben de çok şikâyetçiydim ve kendi kendime kızıp duruyordum. Sen, nasıl bir hukuk öğrencisisin? Beş-on cümleyi doğru dürüst ifade etmekten aciz bir adamsın. Bu hâlinden utanmıyor musun? Diyordum. Utanıyordum ama bu hâlden nasıl çıkılacağını bilemiyordum.

Bir gün Namık Kemal’in bir makalesini okudum. Diyordu ki: “Dünyanın her tarafında olduğu gibi, insanlar kelimelerle düşünür, kelimelerle konuşurlar. Hafızasında yeteri kadar kelime zenginliğine sahip olmayan kimseler, meramlarını rahatlıkla anlatamazlar. Yazılanları kolayca anlayamazlar. Osmanlının önce duraklaması, sonra gerilemesine sebep, Türkçemizi yeteri kadar yaygınlaştıramamamızdandır.

Namık Kemal’in o makalesi, içimdeki soruların cevabı oldu. Bir topluluk önünde neden konuşamadığımı çok iyi anladım. Demek ki benim bu zavallı hâlim, yeteri kadar kelime zenginliğine sahip olamamamdan kaynaklanıyordu. Peki bu kelime zenginliğini nasıl sağlayabilirim? Bunun tek cevabı var: Okuyarak! Kitaplarla dost olarak!”(Sf. 10). Bakın kitabın gücüne! Nereden nereye şimdi natıka ustası, kalem ve kelam erbabı bir Bâkiler ortaya çıkması kolay olmamış.

“Türkçe'nin Büyük Savunucusu: Yavuz Bülent Bâkiler” (Sf. 14-15) başlığı altında, merhum Yılmaz Öztuna tarafından kaleme alınmış makale adeta Bâkiler’i özetliyor.

Oğuz Çetinoğlu, kitabın ‘Takdim’ yazısında şöyle diyor: “Armağan kitaplarına umûmiyetle: ‘filanca kişiye Armağan’ adı verilir. Doğru bir isimlendirmedir. Yavuz Bülent Bâkiler için bu isimde bir kitap (Selçuk Karakılıç: Yavuz Bülent Bâkiler Armağanı, İstanbul 2006, Size Dergisi Yayınları), daha önce yayınlandığı için tekrar kullanılması uygun görülmemiştir. Ve kitap için isim olarak, ‘Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı’ isimlendirmesi tercih edilmiştir.”

Kitapta konu başlıkları şöyle sıralanıyor: “Takdim, Yavuz Bülent Bâkiler'in Hayat Hikâyesi, Yavuz Bülent Bâkiler'in Eserleri, Yavuz Bülent Bâkiler'in Kitapları, Makalelerinden Seçmeler, Yavuz Bülent Bâkiler'in Şiirleri, Yavuz Bülent Bâkiler'in Yaptığı Röportajlar, Yavuz Bülent Bâkiler'in Konferanslarından Seçmeler, Yavuz Bülent Bâkiler'in Bir Sohbeti, Âile Fertleri'nin söyledikleri, Dostları'nın yazdıkları, Dostlarından Makaleler, Hakkında Yazılan Makaleler, Yavuz Bülent Bâkiler İle Yapılan Röportajlardan Seçmeler, Yavuz Bülent Bâkiler İle Yapılan Diğer Röportajların Listesi, Yavuz Bülent Bâkiler Hakkında Yazılan kitaplar, Yavuz Bülent Bâkiler ve Eserleri Hakkında Tezler, Yavuz Bülent Bâkiler'e Yazılan Mektuplar, Yavuz Bülent Bâkiler'in Dostlarının Ardından Yazdıkları, Yavuz Bülent Bâkiler’e Takdim Edilen Armağanlar, Fotoğraf Albümü ve Dizin.”

Kitapta araştırmacılar için dizine de yer verilmesi çok isabetli olmuş. Bu güzel eser için iki küçük eleştirim olacak: birincisi; kitabın rahat okunması açısından yazı puntosu küçük olmuş, ikincisi; albüm ve belge kısmı biraz eksik kalmış gibi geldi. Bir de kitabın arka kapağına nesir yerine şairin iki-üç kıtalık bir şiiri yer alsaydı sanırım daha iyi olurdu.

Kitabın dostları bölümünde, “Türkistan Türkistan ve Yavuz Bülent Bâkiler” (Sf.335-340) başlıklı yazımdan şu satırları nakletmek istiyorum: “Yavuz Bülent Bâkiler’in Türkçeyi kullanma kıvraklığı, üslubundaki güzellik kitabı daha kısa zamanda ve severek okumayı sağlıyor. Türkistan Türkistan kitabında eski Sovyet rejiminin despotizmini, korkuyu, endişeyi gözler önüne seriyor. Maalesef Türk aydınlarının kendi soydaşlarına olan biganeliklerini, soysuzluklarını, ihanetlerini de gösteriyor. Kitabı okurken Türkistanlı soydaşların Anadolu’daki kardeşlerine sevgisini, muhabbetini görüyorsunuz. Uluğ Timur’un muhteşem ve müstesna şehirlerini geziyor, Türkistan pirlerinin, erenlerinin manevi ikliminde gezindiğinizi hissediyorsunuz.

Türkistan Türkistan kitabı kültürde birliği, sanatta birliği, duygu ve düşüncede birliği ifade eder. Türkistanlı karındaşlarımızla olan ortak kültür bağlarımızı Köroğlu’nu, Korkut Ata’yı, İmam Buhari, Hoca Ahmet Yesevi, Şahı Nakşibendi ve Molla Nasrettin’i görür gibi oluyorsunuz. Bu güzel kitapta, kederle kaderi, korkuyla ümidi, sevgiye nefreti, hasretle muhabbeti, vuslatla ayrılığı ve kardeşlikle husumeti bir arada görüyor ve kimin kim ile Türkistan topraklarına hâkim olduklarını idrak ediyorsunuz. “Türkistan Türkistan” kitabı Anadolu’dan anayurda uzanan bir el, Anadolu'yu anayurda bağlayan bir köprü, aynı dili konuşup aynı inancı paylaşan ayrı düşmüş insanlar arasında gönülden gönüle açılmış bir yoldur. Gelecek güzel günlere dair umuda adanmış kıymetli bir eser olarak bu yolda atılmış anlamlı bir adımdır Türkistan Türkistan.”

Yavuz Bülent Bâkiler; şâir ve edîb olduğu için, bu kitabından, sâdece edebiyat meraklıları değil; her kesimden insanın okuyup istifade edeceği bir güzel eser ortaya çıkmış. Bundan dolayı eseri yayına hazırlayan Oğuz Çetinoğlu ve Mehmet Şadi Polat’ı ne kadar tebrik ve teşekkür etsek azdır.

Kıymetli Yavuz Bülent Ağabeye de, daha nice güzel ve faydalı şaheserlere imza atması için, Rabbimden sağlıklı, hayırlı ömür niyaz ediyorum. Yazımı şair Bâki’nin (1526-1600) ölümsüz şiirden bir mısra ile son veriyorum:

“Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal,

Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş...” (Âlemde sesin Davut gibi çınlasın!.. Gökkubbede baki kalan sadece hoş bir sedadır; kalıcı olan sadece odur.)

Önemli olan dünyada Bâkiler’in soyadında olduğu gibi, Baki kalan bu kubbede hoş bir seda bırakmak değil mi? Gerisi laf-ı güzaftır.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *