KURTULMUŞ: VESAYETÇİ YAPI YENİLGİYE UĞRADI
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş ile anayasa değişiklikleri sürerken konuştuk. Kurtulmuş, Türkiye’ye karşı başlayan saldırıları “Sykes – Picot oyununun ikinci perdesi” olarak nitelendirdi. Darbe girişimi ve terör saldırıları ile başlayan ekonomik operasyona karşı “dirençle durulacağı ve bu operasyonunun da başarıya ulaşamayacağı” mesajını veren Kurtulmuş, anayasa değişikliğinin ikinci tur görüşmelerinde değişikliklerin referanduma götürülmesi için gerekli çoğunluğun bulunacağı görüşünde. Kurtulmuş’un Türkiye gündemi ile ilgili önemli değerlendirmeleri şöyle:
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ PAKETİ İKİNCİ TURDAN DA RAHATLIKLA GEÇER
*Anayasa değişiklikleri görüşülüyor, nasıl bir ikinci tur bekliyorsunuz?
Türkiye’de, 82 Anayasası kabul edilmesinin ertesi gününden itibaren bir anayasa ihtiyacı gündeme gelmiştir. Mevcut anayasa değişiklik paketi yeni bir anayasa ihtiyacını ortadan kaldırmıyor. Bu değişikliklerle etkin bir yürütme modeline geçmeyi hedefliyoruz. AK Parti, MHP ile müzakerelerde, çok açık ve şeffaf bir şekilde anayasa sürecini yürüttü. Hazırlanan 18 maddelik anayasa değişikliği paketi Meclis’e geldi, birinci turda da 330 barajını rahatlıkla aşarak milletvekillerinin ilgisine mazhar oldu. İnşallah ikinci tur oylamalarda da aynı şekilde, halkımızın görüşüne başvuracak sayıyı rahatlıkla bulacağına inanıyoruz. Bu Türkiye için önemli bir adımdı, hayati bir adımdı. Türkiye’de daha etkin bir yürütmenin ortaya çıkabilmesi, yeni, aktif, etkin, sonuç alıcı bir hükümet modelinin ortaya konulması bakımından önemli bir değişiklik. İnşallah, milletimiz de teveccüh gösterir kabul ederse, Türkiye, yeni Türkiye istikametinde daha sağlam ve hızlı, etkin adımlarla yoluna devam eder.
* Mecliste referandum aralığında bir sonuca ulaşılamaması halinde, bir erken seçim ihtimali görüyor musunuz?
Görmüyorum, ben ikinci turda da 330’un çok üstünde bir oy ile anayasa değişikliği paketinin Meclis’ten geçeceğini düşünüyorum.
MEŞRUİYETİN KAYNAĞINI MİLLETTEN ALACAK EN UFAK BİR TEKLİF YOKTUR
*Anamuhalefet partisi, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişi bir rejim değişikliği olarak değerlendiriyor ve Türkiye’yi diktatörlüğe götüreceğini iddia ediyor.
Maalesef anamuhalefet partisi, başından itibaren yanlış bir algılama ile meselenin üzerinde durdu. Bir ülkede, rejimin ne olduğunu “meşruiyetin kaynağı nedir?” sorusuna verilen cevap belirler. Rejimi belirleyen, meşruiyetin kaynağıdır. Eğer, meşruiyetin kaynağı millet iradesi ise bu demokrasidir. Meşruiyetin kaynağı, doğuştan gelen özellikler ise bu aristokrasidir. Meşruiyetin kaynağı, bir grup, seçkinler sınıfı ise oligarşidir. Hanedanın, bir ailenin elinde sistemin meşruiyeti oluşuyorsa bu monarşidir. Rejim tartışmaları bunlar üzerinden yapılır. Bu anayasa değişikliğinin hiçbir yerinde açık ya da kapalı, zımni olarak meşruiyetin kaynağını milletten alacak en ufak bir teklif yoktur. Tam tersine meşruiyetin kaynağının millet iradesi olmasını, hatta doğrudan demokrasinin yolunu pekiştirecek bir tekliftir. Bir rejim tartışması söz konusu değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimi bellidir, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Teklif edilen bir yönetim sistemi, hükümet modeli değişikliğidir.
VESAYETÇİ YAPI YENİLGİYE UĞRADI
* AB uyum yasaları, defalarca yapılan anayasa değişiklikleri, 15 Temmuz’da gördük ki Türkiye’de hâlâ darbe girişiminde bulunulmasına mani olmuyor, hükümet modeli değişikliği Türkiye’de 27 Mayıs’tan bu yana yerleşik bu vesayet anlayışını ortadan kaldırmayı başaracak mı?
Türkiye’deki bu vesayet düzenine karşı çok mesafe aldık. Türkiye’de cumhurbaşkanını seçmek, parlamentonun, parlamentoda milletin iradesini temsil eden milletvekillerinin işi değildi. Türkiye’de 1961’de Ali Fuad Başgil’in cumhurbaşkanı adayı olmasına müsaade etmeyen bir sistem ve bu sistemin sahibi olarak kendisini gören bir vesayetçi yapı vardı. Ondan sonraki yıllarda da bu vesayetçi düzen hep ortaya çıktı, cumhurbaşkanlığı sistemini de bu vesayetçi sistemin emniyet supabı olarak kurguladı. 61 Anayasası da, 82 Anayasası da, “Bu milletin kime oy vereceği belli olmaz, serbest bırakılırsa davulcuya, zurnacıya kaçar, millet yanlış yaparsa bunu düzeltiriz” anlayışı ile kurgulandı. Türkiye’de cumhurbaşkanları, rahmetli Özal, Abdullah Gül gibi istisnalar olsa da, hep kapalı kapılar ardında belirlendi. 2007’de, bir ayak oyunuyla 367 garabeti milletin karşısına çıkarıldı. Parlamento, “madem öyle, bundan böyle doğrudan halk seçecek” diyerek 2007’deki düzenlemeyi yaptı ve 2014’te de ilk defa Recep Tayyip Erdoğan doğrudan doğruya halkın oylarıyla seçilmiş bir cumhurbaşkanı oldu. Bu vesayetçi yapı, siyasi hayatımız içinde son yıllarda millet iradesi tarafından geriletildi. 2014’te cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte vesayetçi yapı ciddi bir yenilgiye uğratıldı. 2014’te yapılan bu düzenlemenin şimdi gerekleri yerine getiriliyor. Çok partili siyasi hayatımız içinde verilen mücadelede sonuç itibariyle millet kazanmıştır.
MİLLET İRADESİNE ÇOMAK SOKMAK İSTEYENLERİN ELİ DAHA ÇOK ZAYIFLAYACAK
*Halkın doğrudan seçtiği cumhurbaşkanına yönelik bir darbe girişimi hâlâ ortaya çıkabiliyor…
Türkiye 15 Temmuz’da yeni bir vaka ile karşı karşıya kaldı. Artık “darbeler olmaz” zannettiğimiz bir dönemde dahi, FETÖ’nün birtakım networkleri kullanarak bir darbe teşebbüsü içine girdiğini gördük. O gece milletimiz kararlılıkla mücadele etmeseydi, Allah muhafaza FETÖ’nün devleti ele geçirmesi, darbe sonucu bir askeri diktatörlük kurması içten bile değildi. Bütün bunların hepsinden milleti kurtaracak adımların atılması gerekiyor. Anayasa değişikliklerinin bu anlamda, millet egemenliğini daha da artıracak, milletin karar süreçlerine doğrudan katılımını artıracak bir adım olduğuna inanıyorum. Milletin iradesine çomak sokmak isteyen güçlerin de bundan sonra elinin çok daha zayıf olacağını düşünüyorum.
O GECE HİÇ KİMSE KORKMADI
*Siz 15 Temmuz’da böyle bir girişimle karşı karşıya kalınca, neler hissettiniz?
O gece geride kaldı, “gitsin ve bir daha gelmesin” diyeceğimiz bir gece. Biz, Ankara’da, Çankaya Köşkü’nde o geceyi ilk saatlerinden itibaren yaşadık, 16 Temmuz akşamına kadar yüzlerce olaya şahit olduk. Başbakanlıkta birçok olayı koordine etmeye çalıştık. Zor bir geceydi. O gecenin en karanlık anında dahi “zor bir gece geçiriyoruz ama inşallah sabah olduğunda Türkiye aydınlık bir güne uyanacak, aydınlık bir yarının başlangıcını yapacak” diye düşündük. 16 Temmuz sabahı böyle bir sabah oldu. Sayın Cumhurbaşkanımızın cesaret ve kararlılığı, milletin de bu cesaret ve kararlılığa, aynı cesaret ve kararlılıkla, aynı adanmışlık duygusu ile cevap vermiş olması, meydanları doldurması 15 Temmuz’da ortaya konulan planları ters yüz etti. O gece hiç kimse korkmadı, ne Çankaya’daki arkadaşlarımız ne Meclis’teki milletvekili arkadaşlarımız ne de sokaktaki vatandaşlarımız korktu. Allah bu milletin zihninden ve kalbinden korkuyu aldı. 15 Temmuz, 27 Mayıs’tan, 12 Eylül’den farklı olarak sadece bir darbe teşebbüsü değildi, Türkiye’de bir darbe yaparak arkasından Türkiye’yi yabancı işgale hazır hale getirme planıydı. Çok şükür o plan uygulanamadı ve millet kazandı.
DEVLET FETÖ’DEN TEMİZLENENE KADAR OHAL’İN SÜRMESİ ZORUNLU
*OHAL’de referanduma gidilmemesi gerektiği yönündeki görüşleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Olağanüstü Hal laf olsun diye ilan edilmedi. AK Parti Hükümetleri, parlamentoda bir oy eksikliği yaşayan veya istediği kararı aldıramama durumunda kalan bir iktidar değil. 15 Temmuz’dan sonra, FETÖ’nün saldırıları sona ermedi, “15 Temmuz’da bitti, biz yenildik” diye kenara çekilmedi bunlar, 16 Temmuz sabahından itibaren kendilerince yeni bir dönemi başlattılar. Uluslararası network, bu networkteki sahipleri, ağababaları, FETÖ’yü maşa olarak kullanan güçlerin de destekleri ile Türkiye’ye karşı her türlü fitne, fesat hareketlerine devam ediyorlar. Devletin içine 40 yıldır yerleşmiş olan, bir ekipten, bir çeteden bahsediyoruz. Suruç ve Ankara Garı’ndaki katliam ile başlayan DEAŞ saldırıları, eş zamanlı olarak devam eden PKK saldırıları… Terör örgütleri ve terör örgütlerinin arkasındaki ağababaları ile bir büyük mücadelenin içinde Türkiye. Türkiye, sadece kendi toprakları içerisinde bu terör örgütlerini mağlup etmeye çalışmıyor, aynı zamanda Fırat Kalkanı operasyonu ile birlikte de kendi sınırları dışında terör örgütlerini etkisiz hale getirmeye çalışıyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hem kendisini korumak, kendisini bu terör örgütlerinin eşkıyalarından arındırmak durumunda hem terör saldırıları karşısında milleti korumak durumunda. Bütün bunları yaparken ilave bir güce ihtiyacı var. Olağanüstü Hal, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın verdiği bir imkân. Devlet FETÖ’den ve diğer bütün eşkıyalardan temizlenene kadar Olağanüstü Hal’in sürdürülmesi, devletin bekası bakımından zorunlu. Bu süreç, ne kadar gerekiyorsa devam edecektir. Biz ilave bir güce sahip olmak için Olağanüstü Hal’i istemiyoruz, terör örgütleri ile daha etkin mücadele ve mücadelede daha kısa sürede sonuç almak, terör örgütlerine diz çöktürmek amacıyla Olağanüstü Hal’i istiyoruz. FETÖ’cüler, terör örgütleri mensupları, iltisaklı, irtibatlı olanlar tabii ki Olağanüstü Hal’den korkuyor ve çekiniyor. Sokaktaki devletine, milletine bağlı olan vatandaşlarımızın Olağanüstü Hal’den hiçbir şekilde etkilenmediklerini görüyoruz. En kısa sürede bu işi bitirerek Türkiye’nin normal bir sürece girmesini temin etmeye çalışacağız.
ORTADOĞU’DA OYNANAN OYUN, SYKES-PİCOT’UN İKİNCİ PERDESİ
*Ekonomide bir dalgalanma yaşanıyor, referandum süreci ile eşzamanlı olarak Türkiye’ye karşı ekonomik silah mı çekildi?
Türkiye çok yönlü, çok kapsamlı ve çok farklı grupların içerisinde olduğu bir saldırının altında. Türkiye’ye niye bu kadar çok saldırıldığını görmek lazım. Büyük resmi görmezsek, Cizre’de niye sokakların kazıldığı, DEAŞ’ın niye Kilis’e saldırdığı, Reina’da niye saldırı olduğu sorularının cevabını bulamayız.
*Sizin gördüğünüz büyük resim nedir?
Bir asır evvel, bu coğrafyada 1. Dünya Savaşı’nın galipleri, masanın üzerine haritaları, cetvelleri, pergelleri koydular ve Ortadoğu halklarının sınırlarını suni bir şekilde çizerek, Osmanlı Devleti içinden çok sayıda devlet ürettiler. O zaman, düzenli ordularla yapılmış bir dünya savaşı söz konusuydu. Tam bir asır sonra, şimdi, o zaman sınırlarını böldükleri insanların zihinlerini ve gönüllerini bölmeye çalışıyorlar. Bunu, terör örgütleri üzerinden çıkarttıkları vekalet savaşları ile yapmaya çalışıyorlar. Büyük resim budur. Puzzle’ın yüzlerce parçası birleştirildiğinde, oynanan oyun Sykes-Picot’un ikinci perdesidir. Bu coğrafyada, mezhep, meşrep, etnik köken bakımından ortaya çıkacak bu dağılmayı önleyecek yegâne ülke Türkiye olduğu için de Türkiye’nin üzerine var güçleri ile abanıyorlar. Eğer, bu teşhisi doğru koymazsak, “Niye bu bomba patladı?”, “Ne oldu da dolar 3.80’e çıktı?” sorularının cevabını bulamayız, olayların labirentleri içerisinde kaybolur gideriz. Terör marifetiyle, siyasi baskılarla, algı operasyonlarıyla ya da ekonomik operasyonlarla Türkiye’ye diz çöktürmek istiyorlar, bunu yapamasalar bile Türkiye’nin yeni ve güçlü Türkiye istikametinde hızlı koşusunu engellemek için ayağına çelme takmaya çalışıyorlar. Türkiye güçlü bir ülkedir, bütün bunların üstesinden gelecektir, terör örgütlerini bertaraf edecektir. Vekalet savaşı veren asli unsurlara, “elinizi, oyununuzu gördük, biz de kendi tedbirimizi alıyoruz” diyoruz.
EKONOMİK OPERASYONA KARŞI DİRENÇLE DURACAĞIZ
*Türkiye’nin ekonomi tablosu, ekonomik operasyonu püskürtecek sağlamlıkta mı?
Eğer Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarından dolayı döviz kurunda oynama ortaya çıksaydı, bu tehlikeli bir durum olurdu ama bu durum Türkiye ekonomisinin yapısal bozukluklarından kaynaklanmıyor. Tamamen birtakım spekülatif hareketlerle, Türkiye ekonomisini köşeye sıkıştırmak için atılan adımlardır. Buna karşı dirençle duracağız. Türkiye ekonomisi, mukavemet gösterebilecek bir güce sahip. Çok kısa bir süre içerisinde, döviz kurlarındaki bu dalgalanmalar normal seviyesine gelecektir. Bu operasyonları yapmaya kalkanlar sonuç alamayacaklarını görecekler. Türkiye ekonomisi yapısal olarak güçlüdür, tedbirleri alacak imkânlarımız, kurumlarımız, araçlarımız var. Bu tedbirlerimizi alacağız. Bu bir savaş. Burada biz de elimizdeki imkânlar ve araçlarla sonuna kadar mücadele edeceğiz.
DEAŞ’IN, FETÖ’NÜN, PKK’NIN İSMİNİ DAHİ HATIRLAMAYACAĞIZ
*Türkiye’nin DEAŞ, FETÖ ve PKK mücadelesinde bugün gelinen nokta nedir?
Bu terör örgütlerinin, DEAŞ’ın, FETÖ’nün ve PKK’nın birkaç sene sonra ismini dahi hatırlamayacağız. Bunları kullananlar kullanacaklar, daha önce, mesela ASALA, El Kaide ve kullandıkları başka örgütlerde yaptıklarını yapacak, kirli bir mendil gibi çöp tenekesine atacaklar. Burada, bizim teröre karşı milli birliğimizi, beraberliğimizi korumamız, çok etkin bir mücadele vermemiz önemliydi. Onlar, “Bu millet bölünsün” diye terör saldırısı yaptı, her terör saldırısı milleti daha çok birleştirdi. Terör örgütleri değil, millet kazanacak, bundan hiç şüphe yok. Bu terör örgütleri, birileri tarafından kullanılan kirli maşalar olarak çok yakın zaman sonra çöp tenekelerine atılacak.
SOSYAL MEDYADA TERÖRÜN ZEMİNİNİ KUVVETLENDİRECEK PAYLAŞIMLAR TAKİP EDİLİYOR
*Sosyal medyada terör saldırılarından sonra ortaya çıkan tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sosyal medya çok önemli, insanların kendilerini anlatması, fikirlerini çoğaltması için çok ciddi ve kuvvetli bir araç ama kimse kusura bakmasın sosyal medya, dingonun ahırı da değildir. Hiç kimse, sosyal medyanın verdiği imkânları kullanarak, vatan, millet, insanlık düşmanlığı yapmasın, terör örgütlerinin ekmeğine yağ sürecek birtakım paylaşımlarda bulunmasın, bunlar üzerinden halkı kışkırtmaya kalkmasın. Hükümetimiz son derece titizlikle sosyal medya alanını izliyor. Bu çalışmalarımızın bir karşılığı olduğunu da görüyoruz.
*60 bin hesabın ya da kişinin takibe alındığına dair haberler var, böyle bir takip mekanizması mı kuruldu?
Milleti birbirine düşürecek, terörün zeminini kuvvetlendirecek, terörü korkutan nesne yapacak, milli birlik ve beraberliğimizi berhava edecek paylaşımlar yakından takip ediliyor. Bu hesaplarla ilgili hukuku tedbirler alınıyor.
SURİYE’YE EMPOZE EDİLMİŞ BİR BARIŞ DEĞİL, SURİYE HALKININ İSTEDİĞİ BARIŞ…
*Türkiye’nin yeni bir Suriye ve Irak politikası mı var?
Türkiye yeni dönemde, bölgede barışın sağlanması için olağanüstü gayret sarf ediyor. Suriye politikamızı revize ederek, Suriye’de Ruslar ile birlikte, özellikle Halep üzerinden sağlanacak barış ile birlikte Suriye’de kalıcı bir barışın tahkim edilmesi, bunun için de tarafların müzakere sürecinin başlatılmasına Türkiye öncülük ediyor. Astana görüşmeleri de bunun sonucu. 600 bin şehit vermiş, şehirleri yerle bir edilmiş Suriye halkına zorla empoze edilmiş bir barış değil, Suriye halkının istediği, herkesin yönetim ve karar süreçlerine katılımını mümkün kılacak, adil ve barışın sağlanması için Türkiye elinden geleni yapacak. Aynı şekilde Irak merkezi hükümeti ile aramızdaki görüş ayrılıklarının giderilerek, Irak özelinde de teröre karşı müşterek bir mücadele verilmesi için önemli adımlar atıldı.
*ABD’den Astana görüşmelerinde PYD’nin de yer almasına ilişkin gelen açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suriye barış görüşmelerinde ve Astana’da hiçbir terör örgütü yer almamalıdır. “PYD yer alsın” demek, başka terör örgütlerinin de o masada yer almasının önünü açar. DEAŞ ya da El Nusra “Ben de bu görüşmelerde yer almalıyım” derse, ABD ne diyecek? Rejim ve ılımlı muhaliflerden oluşan bir barış masası ortaya çıksın. Türkiye, Rusya, diğer ülkeler, eğer ABD’liler gelecekse onlar, bu işin içinde garantör olarak bulunsun. Türkiye’nin tezi budur. Bir sonuç alınmasını umut ediyorum.
ABD İKİ ADIM ATMALI: PYD İLE İŞBİRLİĞİ YAPMAMALI, FETÖ LİDERİNİ İADE ETMELİ
*Trump yönetiminin iş başına geçmesi ile birlikte Türkiye – ABD ilişkilerinde nasıl bir dönem bekliyorsunuz?
“ABD’de başkan değişecek ve her şey 180 derece tersine gidecek” diye bir algı doğru değil ama Trump yönetiminin, Türkiye – ABD ilişkilerini yakınlaştıracak, arada var olan sorunları ortada kaldıracak iki somut adım atacağını umut ediyoruz. Birincisi, Ortadoğu’daki dengelerde PYD gibi bir silahlı örgüt ile işbirliği yaparak bir zemin oluşturmak yerine, 1952’den beri NATO çerçevesinde işbirliği yaptığı, teröre karşı stratejik ortaklığı bulunan Türkiye ile daha yakın çalışmayı tercih etmeliler. İkincisi, Türkiye 15 Temmuz’da uçurumun kenarından döndü, bu işin baş mimarı, baş katil, bu terör örgütünün başı da uzun yıllardır Pensilvanya’da ikamet etmektedir, bu kişinin Türkiye’ye iade edilmesi, en azından yargılama süreci sırasında uluslararası networkünü ayakta tutmasının önüne geçilmesi, orada gözaltına alınmasını bekliyoruz. Dostluk, stratejik ortaklık bunu gerektirir.
FERGANA VADİSİ’NDE ERENLERİMİZİN MAYALADIĞI İSLÂM ANLAYIŞI DÜNYAYA YAYILMALI
*Avrupa’da yükselen İslâmofobi ve DEAŞ gibi radikal örgütlerin zemin bulmasına karşı Diyanet, Avrupa’da bir rol üstleniyor mu?
İslâm karşıtlarıyla, yani İslâmofobiyayı yönetenlerle, DEAŞ benzeri, İslâm’ın mukaddes adını kullanarak cinayetler işleyen terör örgütleri aynı merkezden besleniyor, her ikisi de aynı amaca hizmet ediyor. Müslüman kitlelerin yaşadıkları toplumlarda güç duruma düşmesini, İslâm’ın dünya için bir tehdit olarak algılanmasının zeminini kuvvetlendirmeyi hedefliyor. Türkiye olarak bizim, bu topraklarda asırlardır yaşadığımız bir geleneğimiz var. Fergana Vadisi’nden, Hoca Ahmet Yesevi, Ali Semerkandi, Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli, Yunus Emre ile gelen hoşgörü, karşısındakini anlama, İslâm’ı da çok nezih ve açık yaşama temelinde oluşan bin yılı aşkın bir geleneğimiz var. Bu gelenek herkese açık, sadece Müslümanlar’a değil, gayrimüslimlere de açık bir gelenektir. DEAŞ gibi radikal unsurların da, İslamofobya gibi İslâm, insanlık karşıtı çevrelerin de panzehiri, tarihçi Broder’in “İslâm’ın ikinci uyanışı” olarak tanımladığı, Fergana Vadisi’ndeki, bizim erenlerimizin mayalandırdığı İslâm anlayışının yeniden dünyaya yayılması. Sadece Diyanet teşkilatımız değil, bütün kurumlarımız İslâm’ın bu yüzünü dünyaya yeniden anlatmalı.
AVRUPA’DA KENDİ KONTROLLERİNDE İSLÂM ANLAYIŞI İSTİYORLAR
*Almanya’da bazı din görevlileri hakkında soruşturma başlatıldığı açıklandı, yaşanan sorun nedir?
Yurtdışında faaliyet gösteren din adamlarımızın faaliyet göstermesi istenmiyor, Türkiye’den din görevlilerinin Avrupa ülkelerinde olmasını istemiyorlar. Kendi kontrollerinde bir İslâm anlayışının gelişmesini istiyorlar, o sebeple de zaman zaman bu tür yanlış anlamalar ya da iftiralarla karşı karşıya kalabiliriz. Maalesef İslamofobiya’nın oluşturduğu gergin ortamın sonuçlarından birisi. Bir taraftan göçmen krizi dolayısıyla artan aşırı milliyetçilik, bir taraftan DEAŞ ve benzeri örgütlerin ortaya çıkardığı kötü algı üzerinden İslâm’a karşı harekete geçirilen duygular, maalesef Avrupa ülkelerinde aşırı sağın gelişimine vesile oluyor. Hoşgörü, çok kültürlülük üzerine oturan Avrupa kültürünü temelinden tahrip ediyor. Avrupa, göçmen karşıtlığını, İslâm karşıtlığını, yabancı düşmanlığını, hatta son zamanlarda Türkiye düşmanlığını eş zamanlı yaşıyor. Bu bize değil, daha çok Avrupa’ya zarar verir. Avrupa geleceğinde, yeni, faşist dalgaların yükselmesine yol açabilir ki bu da Avrupa Birliği’nin kendi içinde çok derin türbülansların içine girmesi anlamına gelir.