İstanbul
Parçalı az bulutlu
14°
Ara

VIP UÇAKLARINA SABOTAJ İHTİMALİ...

YAYINLAMA:

Yıl, 1959. Tarih, 17 Şubat. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Ali Adnan Menderes ve 17 resmi yolcu taşıyan Türk Hava Yolları'na ait, Vickers Viscount 793 tipi, TC-SEV kodlu uçak, Esenboğa Havalimanı'ndan İngiltere'ye gitmek üzere kalkış alır. Yolculuğun tek amacı Kıbrıs Cumhuriyeti'ni kuracak Londra Antlaşması'nı imzalamaktır. Uçak Heathrow Meydanı'na inmeyi planlarken yoğun sisten ötürü Gatwick Havalimanı'na divert eder. Uçağın kuleyle olan telsiz irtibatının kesilmesiyle, ormana çakılarak düştüğünün öğrenilmesi arasında fazla bir zaman yoktur. Kazada 14 kişi ölür, Menderes ile 6 yolcu ve mürettebat yaralı kurtulur. Ölenler arasında Turizm Bakanı, THY ve AA Genel Müdürleri de vardır. Menderes, adı geçen antlaşmayı hastane odasında imzalar ve ardından Türkiye'ye döner. Dönüşte havalimanında kendisini yüzbinlerce insan karşılar. Kazaya "Yükseklik ölçen altimetre cihazının bozuk oluşu neden olmuştur " denilir ve konu böylece kapanır.

Aradan tam 34 yıl geçer...

Yıl,1993. Ve yine bir 17 Şubat.

Ve yine bir uçak kazası. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 32'inci Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis ve beraberindekiler yine bir uçak kazasında can verecektir. ABD Çekiç Güç Kuvvetleri'ne ve de Irak'ta bir Kürt devletine karşı oluşuyla bilinen Bitlis'i, Amerikalılar hep hükümete şikayet ediyor, Irak'ta helikopterini inişe zorluyorlardı. Tesadüf bu ya, onun uçağı da Menderes'in uçağı gibi bir 17 Şubat günü düşüyordu.

Beechcraft B-200 King Air tipi uçak kalkıştan 5 dakika sonra, yüzde 60 pilotaj, yüzde 40 da buzlanma sonucu düştüğü gibi bir tespitle soruşturma kapanır.

Bu kazadan sonra 1998 yılında kodu TC-DHA olan başka bir Beechceaft-350 tipi uçak daha düşer. Yine, 2000 yılında Tepe Havacılık'a ait TC-LMK kodlu Beechcraft 90A tipi uçak kırıma uğrar. Ve aynı yıl Top Air'e ait aynı markada bir C90A tipi uçak düşer. Bu marka uçakların 7 yılda 4 ölümlü kaza yapması ise ayrı bir konu olarak havacılık tarihimize not düşülür.

Şimdi, geriye dönüp bakarsak, Menderes'in uçağının altimetre cihazı neden bozuktu? Devlet erkanını taşıyacak bu uçağın, bakımı yapılmamış mıydı? Bu ve bunun gibi sorular hala cevaba muhtaçtır. Bitlis'in uçağının ise, hem pilotaj, hem de buzlanma nedeniyle düştüğü, gerçeği ne kadar yansıtıyor? Bu olayın soruşturması da kapatıldı gitti.

Acaba, bu iki kazada da insan faktörü ne kadar rol oynadı? Bu uçaklara uçabilir raporu veren, buzlanmaya karşı uçağı alkolle yıkamayanların hiç mi kabahati yoktur? Unutmayalım ki, gerçeği çoğu kez kuşku ortaya çıkarır.

Tarihte yaşanan bu gibi olaylar ışığında bugüne iyi bakmakta bana göre sayısız yarar var.

15 Temmuz gibi, her konuya kuşkuyla bakmamızı gerektiren çok acı bir tecrübe yaşadık.

Darbecilerin en güçlü oldukları yer Hava Kuvvetleri olduğu için, havadan saldırarak en başta da Cumhurbaşkanın uçağını hedef aldılar. Savaş uçaklarını ve de helikopterleri seferber ettiler.

Yaverlerin bile hain çıktığı bir yerde, devlet filosunun sevk ve idaresinde çalışanların kim olduğu iyice sorgulanmalı.

Rus Büyükelçisi Andrey Karlov cinayeti, görev başında bulunan tüm kolluk kuvvetlerinin de aynı şekilde didik didik edilmesini çok gerekli ve zorunlu kılmaktadır.

Devlet filosunda şu anda 10 kadar uçak ve üç de helikopter bulunmaktadır. Bunları kullanan pilotlar, yardımcıları, bakım için görevli teknisyenler, kabindeki memurlar, lojistik ikmal yapan görevliler, uçaklara girip-çıkan, temizlik görevlileri ve apronda görevli her kim varsa tek tek araştırılmalı. Büyük çoğunluğu THY görevlisi olup, mesleğinde çok başarılı olduklarını bu görev için özel seçildiklerini biliyoruz. Fakat, içlerinden birisi şeytana uyarsa diye düşünmek faydalı olur. Küçük bir ihmalin, küçük bir sorumsuzluğun bir uçağın düşmesine neden olabileceği gerçeğini hep aklımızda tutalım.

Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan ve Bakanların yanı sıra Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı da devlet filosundaki bu VIP uçakları kullanmaktadır.

"Uyuyan hücre" diye tabir edilenlerden biri, bu uçaklara bakım ve destek verenlerin arasından da çıkabilir diye düşünmek akla yakındır.

Büyükelçiyi öldüren polisin, sekiz ayrı yerde Cumhurbaşkanı'nın korumasında olduğu gerçeği korkunç bir durumdur. MİT'te aktif görevden uzaklaştırılan fakat maaş alan şüpheli 300 elemandan biri veya bir kaçının tehlike yaratmayacağını acaba kim garanti edebilir?

40 yıldır orduya ve devlete sızan bu çetenin nerelere kadar uzandığını görüp de sakin olmak olmaz. Bunların yanı sıra başımıza bela olan diğer zararlı unsurlara karşı kılı kırk yaran bir şekilde savaş vermek zorundayız. Devletin bekası ve milletin bütünlüğü için bu olmazsa olmazımızdır.

İyi yarınlara Türkiye'm...

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *