ULUSAL GÜVENLİK DEVLETİNDEN ULUSLARARASI EKONOMİK GÜÇ MERKEZİNE Mİ?
Donald Trump’ın Amerika’nın kırk beşinci Amerikan Devlet Başkanı seçilmesine bir çok liberal Avrupa ülkesi karşı çıktı ve hayretle karşıladı. Başkan adayı Hillary Clinton’un arkasında yer alan Amerikan derin devleti ve belli lobilere bağlı olan ana medya organları Trump’u ırkçı, seksist, tecrübesiz, bilgisiz, göçmenlere ve Müslümanlara karşı biri olarak şeytanlaştırdılar. Amerikan azınlıklarının haklarının ellerinden alınacağı algısı yaratıldı. Amerikan halkı, 1865 yılındaki Kuzey-Güney savaşından sonra ilk defa ikiye ayrılmış gözüküyor. Bu durumu yaratan Amerikan medyası, Hillary Clinton’un halkla ilişkiler uzmanları ve Amerikan derin devleti.
Oysa, Ortadoğu’da sürekli çatışma çıkartarak etrafı karıştıranların güçlerini Başkan Obama’nın seçilmesiyle kaybettiklerini zannederken, barış yapmak için seçilen Obama’yı bile Ortadoğu’nun kumları içine sürükleyenlerin güçlerinin hiç azalmadığı görüldü. Ortadoğu ayaklanmalar, ülkelerde Amerika’nın desteklediği rejim değişiklikleri ve sonunda Avrupa’ya ihraç edilen göçler ve terör eylemleriyle sarsıldı. Binlerce Müslüman hayatlarını kaybetti. Olaylar Kuzey Afrika’ya yayıldı. Bu dönemde iş başında Obama ve onun Dışişleri Bakanı olarak ‘Müslüman sever’ Hillary Clinton vardı. Libya’daki rejim değişikliği operasyonlarından sonra Hillary Clinton: ‘geldik, gördük, öldüler’ demişti. Sonraları El Kaide’nin ele geçirdiği Libya’da Amerikan büyük elçisi öldürüldüğünde istifa ederek yerini John Kerry’ye bırakmak zorunda kalmıştı.
Peki, dünyadaki bu müdahaleler, rejim değişiklikleri Amerikan halkına nasıl yansımıştı? Hatırlayan var mı? Amerikan Müslümanlarının yaşadığı bölgeler insansız uçaklar tarafından havadan denetleniyordu. Her Müslüman doğal bir terörist olarak gözleniyor ve ona göre muamele görüyordu. Polisin gözetleme gücünü artırmak için ‘Ülke İçi Güvenliği Sitemi’ getirilmiş ve yeni bir gözetim örgütü kurulmuştu. Polisin elindeki silahlar ile Ortadoğu’da Amerikan askerlerinin kullandığı silahlar arasında bir fark kalmamıştı. Amerika içinde ve dışında on yedi istihbarat servisi görev yapıyordu ve Amerika çok kıymetli müttefiki Almanya’yı ve onun başkanı Merkel’i bile dinliyordu. Amerikalıların internetleri, telefonları merkezi Utah eyaletinde olan büyük kulak tarafından inceleniyordu. Bütün iyi niyetlerine karşın Demokratların lobilere olan bağlılığı Amerika’yı ulusal güvenlik devleti durumuna getirmişti. Her yerde bir direniş hareketi bir reaksiyon gözleniyordu.
Amerika dışında yaşayanların dikkatini çekemeyen önemli bir konu da orta sınıf, küçük meslek sahibi beyaz kitlelerin göçmenler nedeniyle işlerini kaybetmeleri ve Müslümanları terörizmle aynı görmeleriydi. Trump, Amerika’yı tekrar büyük yapacağız derken, Amerika’nın kendisini kurucu olarak gören kısmına gerekli itibarı sağlayacağını müjdeliyordu. Dış politikada herkesle anlaşacağız derken Amerika halkının niçin katıldıklarını anlamadıkları savaşlara son vereceğini belirtiyordu. Savaş lobilerinin hoşuna gitmeyen yaşamak isteyen halkı, askere gidip perişan dönen Amerikan askerlerini memnun etmişti. Rusya ile sorunlarımızı çözeriz demesi,1949’dan beri Termonükleer Savaşla karşılıklı yıkıntı içinde korkusunu her zaman taşıyan, günümüz de ise füzelerin sınırlara yerleştirildiği bir dönemde Amerikan halkını rahatlatan bir husus olmuştu. Ortadoğu halkları Rus-Amerikan çekişmesinin yalnızca Ortadoğu boyutunu göz önünde tutmuş, bu konunun Amerika’nın içine kadar taşındığını dikkate almamıştı. Nükleer savaş korkusu yerine, çok yavaş işlediği ve büyük enerji şirketlerinin gelirlerini zorlayıcı bir rolü olduğu için iklim değişikliğinin bütün ülkelere getireceği tehdit ve yıkımlarla yok olma durumunu henüz Trump kavramış değil ama iktidarı boyunca gerek danışmanları, bilim adamları, gerekse gelişen olaylar Amerika’nın onayladığı anlaşmayı uygulamaya zaten onu itecektir.
Trump’ın, Amerikan ekonomisini canlandıracağız, diğer ülkelerle anlaşmaları gözden geçireceğiz demesi, Amerika’nın kurulduğu günden beri öne çıkardığı ‘ticaret devleti’ politikasının tekrar telaffuz edilmesinden başka bir şey değildir. Amerikalılara göre savaşların nedeni üretim için kaynak bulma savaşlarıdır. Ancak, dünya ekonomisi serbestleşir herkes istediği malı değiş tokuş yaparak alabilirse savaşa neden kalmayacaktır. İşte bunun için II.Dünya Savaşı’ndan sonra devletlerin projelerine kaynak sağlayan Dünya Bankası, ihracaat, ithalat yapılabilmesi için Uluslararası Para Fonu, mal fiyatlarını dengeli tutabilmek ve gümrük duvarlarının indirilmesini sağlamak üzere Gümrük ve Tarifeler Birliği kurulmuş ve sonradan dünya ticaretini düzenleyen bir örgüt olarak Dünya Ticaret Örgütü ortaya çıkmıştır. Bu ekonomik sistemin amacı savaşı önlemektir. Trump işte bunun için diğer ülkelerle anlaşırız, pazarlık yaparız diyor.
Trump’ın Ortadoğu politikasına gelince, New York’ta yetişmiş ve şimdilik duyduklarından esinlenerek İran’la yapılmış olan Nükleer Anlaşma konusunda bir şeyler söylüyor. İsrail’in yeni yerleşim merkezleri kurma hakkı olduğunu seçimin son günlerinde söylemeye başladı. Herhalde lobinin etkisi bildiği ve tepkisini azaltmak için. Ancak, Suriye ile kapışmayacak, Rusya ile anlaşacaksa ortaya çıkabilecek bir barış ortamında Amerika’nın Türkiye’ye ihtiyacı olacak ve aynı zamanda Türkiye’yi rahatlatacak. Çünkü, Türkiye Balkan, Kafkas, Karadeniz ve Ortadoğu dengelerinin kesiştiği noktada bu dengelerin terazisi olacak tek devlet olarak duruyor. Biraz daha akıllı politikalarla hem Batılılar, hem biz hem de Amerika rahatlayabilir umudundayız.