NEDEN BREZİLYA , ŞİMDİ ANLADIK MI?
Brezilya’nın 17-25 Aralık Darbesi başarılı oldu ve Devlet Başkanı Dilma Rousseff birkaç gün önce senato kararıyla görevinden azledildi. Peki, Brezilya’da jüristokrasiye giden bu süreç nasıl işledi? Dilma’nın yargı darbesiyle indirilmesine sebep olan “suçu” neydi? Brezilya’da halkın seçtiği hükümeti halka rağmen indirip ülkenin huzurunu bozan bu tezgâh kimler tarafından ve nasıl kuruldu? Bu sorulara topluca bir yanıt verecek olursak, önce Lula da Silva ardından Dilma Rousseff küresel düzene meydan okuyan, ülkesini kalkındıran ve halkın refah düzeyini bağımsız politikalarla artıran iki liderdi. Bu durum küresel merkez dediğimiz üst aklın işine gelmedi ve Brezilya’yı karanlığa gömecek hamlelere soyundular. An itibariyle de ne yazık ki başarılı oldular. Her ne kadar durumun özeti bu şekilde olsa da Brezilya’yı tutsak almak isteyen bu üst akıl tezgâhının ayrıntılarına inmekte fayda var.
Hatırlanacağı gibi 2010 ve 2014 yılında sandıktan İşçi Partisi birinci olarak çıkmış ve Dilma Rousseff devlet başkanı seçilmişti. Bu aynı zamanda Dilma’dan önce Brezilya’yı 8 sene boyunca yöneten Lula da Silva’nın, 2018 yılındaki seçimlerde tekrardan devlet başkanı olarak seçilmesinin önünü açacak bir gelişmeydi. İşçi Partisi halkın desteğiyle birlikte hem Brezilya’yı bağımsızlık ekseninde kalkındırıyor hem de finans ve bürokrasi oligarşisinin sonunu getiriyordu. Lula da Silva ve Dilma milyonlarca ailenin yoksulluktan kurtulması için reformlar yaptı, halkın ezilen kesimleriyle elitler aynı seviyeye geldi ve faizler konusunda tıpkı Erdoğan gibi finans çevrelerine karşı düşük faizi savundular. Biz de Gezi Olayları yaşandığı sırada “yaşam tarzı, otoriterlik” gibi sudan klişeler bahane edilerek Brezilya’nın elit kesimleri de sokaklara dökülmüştü. Bu aynı zamanda küresel merkezin Brezilya’yı tahakkümü altına almak istemesinin ilk adımıydı.
2014 yılında Brezilya’nın FETÖ’cü Zekeriya Öz’ü diyeceğimiz Savcı Sergio Moro, "Brezilya tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu" dediği soruşturmayı başlattı. Biz de 17-25 Aralık Darbesi’nde nasıl Halkbank hedefe konduysa orda da devlete ait dünyanın en büyük petrol şirketlerinden Petrobras hedefe kondu. Bunun sebebi Petrobras’ın bir rafineriyi bünyesine dâhil etmesiydi ama daha öncesinde görülen bir gerçek vardı ki o da Santos açıklarında keşfedilen enerji kaynağı ihalesinin Rockefeller’a değil de Fransız Total, Brezilya ve Çin’e verilmesiydi.
Büyük çoğunluğu burjuvazinin elinde olan Brezilya medyası da Moro’yu “kahraman” gibi göstererek Dilma’yı “yolsuzluk” yapmakla suçladı ve PR çalışmaları bu şekilde yürütüldü. Elbette Brezilya’nın FETÖ’sü de yok değildi. Türkiye’deki FETÖ’ye denk düşen Brezilya’da evanjelikler ve masonlardı. Evanjelikler belli bir dönem Lula da Silva ve Dilma’yı desteklemiş olsalar da küresel merkezin tezgâhında önemli rol oynadılar. Brezilya yargısının ise büyük bir çoğunluğu masonlardan oluşuyordu. Özellikle Dilma’nın “hain, nankör” dediği yardımcısı Temer’in ve Savcı Moro’nun mason olduğunu biliyoruz. Ve Temer’in Dilma azledildikten sonra devlet başkanlığı unvanı alması da kimlerin piyonu olduğunun bir göstergesi.
Dilma azledildikten sonra Brezilya halkı sokaklara inmiş durumda. Hatta Türkiye’nin 15 Temmuz’daki FETÖ darbe kalkışmasına karşı direnişini emsal alıp da ellerinde Türk bayrağı olan kişileri görebiliyorsunuz. Meydanlarda Temer’e nefret kusulurken Dilma’ya destekler çığ gibi artıyor. Küresel merkezin yayın organları da “iç savaş” çığırtkanlığı yapmaktan geri durmuyor. İşin açıkçası bundan sonra Brezilya’yı zor ve gerilimli günlerin beklediğini söylesek yanılmayız. Ve elbette Brezilya’nın üst akla bağımlı bir ülke haline geleceğini de. Kaldı ki Dilma’nın indirilmesine “sebep” olarak gösterilen başlıca “suçlamalardan” biri bütçe açığını saklamak için mali kuralları ihlal ettiği iddiasıydı. Dilma azledildikten sonra ilk değişiklik bu yasanın değiştirilmesi yönünde oldu ve Temer’in oyladığı yeni yasaya göre hükümet kamu bankalarından aldığı borçlarla bütçe açığını olduğundan daha az gösterebilecek. Nasıl bir “şeffaflık”, adını siz koyun artık.
Fakat Brezilya’yı görüp ne badirelerden geçtiğimizi anımsamakta yarar var. Özellikle 17-25 Aralık Darbesi ve Yüce Divan tezgâhı biz de başarılı olmuş olsaydı durumumuz Brezilya’dan farksız olmayacaktı. Tabi bu noktada birkaç sene önceye kadar üst akılsız yazı yazmayan ama şu sıralar “üst akıl yok” diye kampanya üretmeye ‘Karar’ veren bazı “yandaşlar” ve biz Brezilya dedikçe meseleyi hafife alan, hafife aldıkları yetmiyormuş gibi bir de üstüne alay eden bazı “demokratlar” Brezilya’yı görüp de utanırlar mı bilmiyorum. Lakin onları artık kendi hallerine bırakıp #DirenBrezilya demek bizim için en doğru tercih olacaktır.