İstanbul
Parçalı az bulutlu
14°
Ara

HALA NEYİN ÇÖZÜMÜ

YAYINLAMA:

Geçtiğimiz hafta başlayan Cerablus operasyonuna karşı ilk tepki PYD lideri Salih Müslim’den gelmişti. Çok geçmeden aynı saatlerde ikinci tepki HDP’den geldi ve Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlamak için DAEŞ’e karşı başlatmış olduğu operasyonu “işgal” olarak nitelendiren bir açıklama yaptılar.

DAEŞ’e karşı başlatılan operasyon sonucunda ilk tepkilerin terör örgütleri YPG’nin ve PKK’nın siyasi uzantıları tarafından gelmesi manzaranın tamamını görmek açısından önemli. Öyle ki Türkiye’nin bu operasyon sonucunda bir taşla iki kuşu vurduğunu söylesek yanılmayız. Birincisi güney sınırımızda oluşturulmak istenen terör koridoruna engel olunarak sınırımızın güvenliği sağlandı. İkincisi ise PYD ile DAEŞ’in birbiriyle çatışan değil, birbirini besleyen iki terör örgütü olduğu gözler önüne serilmiş oldu. Zaten DAEŞ vurulduğunda PYD ve HDP’den gelen sesler de bunu kanıtlar nitelikte.

Türkiye her fırsatta Fırat’ın doğusunu kırmızı çizgi olarak gördüğünü açıklıyor, YPG’nin Fırat’ın doğusuna geçmemesi gerektiğini ifade ediyordu. Son yaşanan gelişmelerle birlikte YPG’nin Fırat’ın doğusuna geçmiş olması bu operasyonu zorunlu kıldı ve Türkiye haklı olarak Suriye’ye bir harekât başlattı. Kaldı ki Türkiye’nin kırmızı çizgisi sadece bununla sınırlı değil. Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması da Türkiye’nin kırmızı çizgileri arasında yer alıyor. Çünkü ABD’nin PYD ile Suriye’nin kuzeyinde oluşturmak istediği terör koridoru önce Suriye’nin parçalanmasının önünü açacak ardından güney sınırımızdaki bu terör koridoruyla Suriye’yi Türkiye’ye taşıma amaçları hayata geçirilecekti. Bu nedenle yaşadığımız terör olayları Suriye’den bağımsız okunamadığı gibi Suriye’de yaşananlar da Türkiye’nin iç siyasetinden ayrı okunamaz.

HDP’den Figen Yüksekdağ’ın geçtiğimiz günlerde, “Menbiç'e dönük bir saldırı harekâtının başlatılması ve sürdürülmesi Türkiye'yi doğrudan etkiler. Dün nasıl 6-8 Ekim sürecinde Kobani'nin DAEŞ tarafından işgal edilmesi Türkiye'deki Kürt halkını, bizleri harekete geçirdiyse Menbiç'e yönelik saldırganlık yanıtlanacaktır” diyerek ahlaksızca tehditler savurması PYD ve HDP arasındaki ilişkiyi görmek açısından kayda değer bir gelişme. Nasıl YPG ve PKK birbirinden ayrı düşünülemiyorsa dolayısıyla bunların siyasi uzantıları PYD ve HDP de birbirinden bağımsız düşünülemez. PYD’ye ABD’nin desteği açıkça ortadayken hepsinin hizmet ettiği yer ve amaçladıkları karanlık plan da aynıdır.

Son zamanlarda daha iyi anlıyoruz ki küresel merkezin kolluk kuvvetlerini terör örgütleri oluşturuyor. Bu terör örgütleriyle terör örgütlerini “bitirme” gibi kirli politikalarını sahaya sürüyorlar ve ülkeleri bölme amacı taşıyarak kolonyal hedeflerini hayata geçirmeye çalışıyorlar. Özellikle 15 Temmuz’daki FETÖ darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra terör örgütlerini ülkemize salan küresel merkezin amacı da Türkiye’yi önce kaosa sürükleyip daha sonra bölünmenin önünü açarak kendine bağımlı hale getirmek. Bunun için PKK’yı nasıl kullandıklarını görüyorsunuz. Özellikle 15 Temmuz’dan sonra Güneydoğu’da şiddetini artıran terör olayları Türkiye’ye diz çöktürme hedefinin temelini oluşturuyor.

Şimdilerde sebepsiz ve nerden geldiği belli olmayan bir şekilde dolaşıma sokulan “çözüm süreci” kavramının da Türkiye’ye diz çöktürme amacı taşıdığını söyleyebiliriz. Özellikle bazı “demokratların” geçtiğimiz haftalarda Kolombiya ile FARC arasındaki anlaşmayı emsal gösterip “Kolombiya sana söylüyorum, Türkiye sen anla” gibi yaklaşımları da terörü bitirmeye çare olmadığı gibi terörü palazlandırmaktan başka bir işe yaramaz. Vakti zamanında denenen çözüm sürecinde devletin samimiyetine yığınak depolayıp terörü tekrar başlatmakla cevap veren PKK’yla bu saatten sonra müzakere değil, mücadele edilmelidir. Aynı yolla farklı bir sonuç beklemenin faydası olmayacağı gibi zararı da telafi edilemeyecek boyutta olur.

Kaldı ki Başbakan Binali Yıldırım’ın geçtiğimiz gün yapmış olduğu açıklamada, “Çözüm mözüm yok, o fırsatı kaçırdılar” demesi devletin terörle mücadele konusundaki kararlı tutumunu bize gösteriyor. Olması gereken de budur. PKK’yla mücadele edildiği gibi gerek FETÖ’yle gerekse Türkiye’yi hem içte hem de dışta tehdit eden birbiri içine geçmiş tüm terör örgütleriyle mücadele edilmelidir. 15 Temmuz’daki FETÖ darbe girişiminde suçüstü yakalanan küresel merkezin komutasında olan diğer terör örgütleriyle mücadele bir tane bile terörist unsur kalmayana dek sürmelidir. O nedenden dolayı “çözüm süreci” gibi kavramları bazı “demokratların” her fırsatta ısıtıp tekrar gündeme getirmesinin iyi niyetli sonuçlar doğurmayacağı açıktır.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *