İstanbul
Parçalı az bulutlu
14°
Ara

BATI'DA NEFRET , IRKÇILIK VE ORTADOĞU

YAYINLAMA:

Ekonomik çöküntü başlayıp, imtiyazlı kitlelerin sosyal, ekonomik ve siyasal durumu kötüleşmeye başlayınca o kitlelerden başlayarak aşağıya doğru yayılan bir nefret söylemi ve ırkçı yaklaşımlarda artış oluyor. II.Dünya Savaşı öncesi Almanya, İtalya ve Japonya’da olduğu gibi. Günümüzde yapılan analizlerde, 2008’deki uluslararası mali krizden sonra, Avrupa’nın sosyal ve kurumsal yapısının, ulus aşan şirketlere dayanan ekonomisinin, barışçı ekonomik ve diplomatik ilişkilere dayanan gücünün gerilemesi nefret söylemlerinin ve ırkçılığın artmasına neden olarak gösteriliyor. Ancak, müttefikimiz Amerika’nın Ortadoğu ve Afrika politikalarına zorunlu uyum sağlayarak katıldıkları askeri ve siyasi çatışmalar sonucu çıkan kargaşalar, büyük göç olayları ve kendi içlerine yansıyan sınır aşan terörizmin Avrupa’da nefret söyleminin ve ırkçılığın dozunu arttırdığını da analize katmak gerekiyor.

Aynı durum Amerika Birleşik Devletleri kamu oyunda da gözleniyor. Genel olarak diğer topluluklara şimdiye kadar liderlik yapmış olan beyazlar, özellikle yaşlı beyaz kesim, hükümetin kurallarına karşı, ırkçı ve otoriter hareketleri temsil ediyorlar. Amerikan başkan adayı Trump daha çok bu tür kitlelerin isteklerine cevap veriyor. Beyazlar, Meksika’nın sorunları olan halkının göç etmesine izin verdiğini, bunların uyuşturucu ticareti yaptığını(marrihuana), ırz düşmanı oldukları ve suç ürettiklerini iddia ediyorlar. Aynı duygu ve duyumlar Avrupa ülkelerinde de var. Beyaz imtiyazlı orta sınıfın ekonomik hareketliliği ve güvenlik alanları göç ve terör yüzünden daralıyor. Batılılar bir zamanlar gelişmekte olan ülkelere kabul ettirmeğe çalıştıkları kültürel çeşitlilikten çok rahatsızlar. Çok dilli toplumdan memnun değiller. Avrupa’nın oyları yükselmeye devam eden aşırı sağ partileri küreselleşmeyi değiştirmeyi, göçü azaltmayı, kültürel çeşitliliğe karşı koymayı ve beyaz orta sınıflar için sosyal refah sistemini canlandırmayı öneriyorlar. Batılı imtiyazlı sınıflar geleneksel politikalardan, azınlık haklarından, neo-liberal ekonomi politikalarından bıkmış durumdalar. Bu günkü yapılanmanın değişmesini, küresel girişimlere karşı ulusal çıkarların korunmasını, kültürlerinin göçle gelenlere karşı korunmasını talep ediyorlar. Zaten, geleneksel olarak ırksal ve etnik toplulukları aşağı soylar olarak niteledikleri için onlarla eşit bir yaşamı kabul edemiyorlar. Bu durumda, Avrupa’daki grupların hükümetlerine ve siyasal liderlerine olan güveni azalıyor. Yakında sağ görüşlü partilerin Almanya’da Merkel’in partisini sarsması muhtemel. Aynı durum Fransa içinde geçerli. Fransa eski Başkanı Sarkozy’nin harekete geçmesinin nedeni de bu. Tabii, değişik liberal tonları olan liderler de var. Örneğin, Kanada Başkanı Trudeau’nun göçmenlere yaklaşımı tamamen farklı. İtalya Başbakanı Matteo Renzi’nin de liberal tutumu dikkati çekiyor. Londra belediye başkanlığına Han’ın seçilmesi bir başka olumlu olay.

Tanınmış sosyolog Erik Bleich,”Irkçı Söylemin Özgürlüğü Var mı?” adlı kitabında Avrupa ve Amerika’daki özgürlük sorununu ve ırkçılıkla mücadeleyi tartışıyor. Bleich,1960’dan beri izlenen politikaları ve fikirleri gözden geçirmiş. Nefret söyleminin ve ırkçılığın ‘ifade özgürlüğü’ sorununu aşan sorunlar olduğunu belirterek bir çok ülkede bu hususta izlenen siyaseti ve hukuk kurallarını da araştırmış. Avrupa yasalarında nefret suçunun bulunduğunu ve Amerikan anayasasının ve 5.maddelerinde bu hususun ele alındığını söylüyor. Ancak, hukuk, Amerika’da Beyaz Vatandaşlar Konseyi, Neo-nazi Partileri ve Westboro Baptist Kilisesi gibi kurumların nefret söylemini durduramıyor.

Irkçılığın çözüme kavuşturulması için değişik politikalar izlenmesi gerekiyor. Batı ülkelerinde siyasal paritelerin ortak eylemleriyle ciddi ekonomik ve siyasal reformlar yapılarak halkı hükümetlerin elitlerin işlerini yapan bir mekanizma olarak bakmasını önlemeleri gerekiyor. Yönetimde açıklık ve etkinliğin geliştirilmesi, demokratik katılımların arttırılması, değişimci liderlerle oy verenlerdeki düş kırıklığının ve kızgınlığın giderilmesi öneriliyor. Batılı toplumlar bu ruh hali içinde bulundukları bir durumda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasının veya vize serbestisinin zorlukları daha iyi anlaşılıyor. Öte yandan Batı toplumlarının anlamaları gereken husus, sakin ve uysal Müslüman kitleleri bir asır boyu döverek ve sömürerek, içişlerine müdahale ederek kendi ülkelerinde barış ve güvenlik sağlayamayacaklarıdır. Hem bir elektrik devresi gibi birbirine bağımlı bir dünya düzeninden bahsedip hem de dünyanın bir yarısını, horoz dövüşünde olduğu gibi, birbiriyle kapıştırmanın sonuçlarını anlamamazlıktan gelmemek gerekiyor.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *