İstanbul
Parçalı az bulutlu
14°
Ara

BURUNDA TÜTENLER

YAYINLAMA:

Kendime en yakın hissetmiş olduğum insanın ölüm yıldönümü bugün. Herkes onu en büyük şair, en inatçı solcu, en şu, en bu diye biliyor. Öyle değerlendirmelere katılırım ama, benim hayranlığımın başlıca nedeni çok basit: Nazım Hikmet tanıdığım en iyi insandı. Soyut bir izlenim değil bu. Somut davranışlarıyla öyleydi. Kimseyi kıskanmaz, kişisel düşmanlarına kişisel düşman olmaz, herkesin mutluluğunu ister, bunu sağlamak için en ters şartlarda bile elinden geleni yapar, nankörlükleri görmezden gelirdi.

Örnek vereyim. Kendisi hapiste yarı aç yaşar, üç beş kuruş kazanma umuduyla bez dokurken, başka bir cezaevinde yatan Kemal Tahir’e elinde avucundakini gönderir, yazarlığını geliştirmesi için düzenli mektuplarla yol gösterirdi. Hapis sonrasında onun romanlarının basılması için de yayıncılar nezdindeki hatırını ısrarla kullandı. Hayli sonuç da alındı. Ama o kadarı Kemal Tahir’i tatmin etmemiş. Nazım’a düpedüz düşman oldu. Onun eski eşi Piraye’ye gidip “Bunun kırdığı ceviz bini aştı, seninle el ele verip haddini bildirelim” dedi. (Piraye’nin oğlu Memet Fuat “Nazım Hikmet” kitabında anlattı.) Dahası ve beteri var. Nazım yurt dışına gittikten sonra Kemal Tahir onun eşi Münevver’e -kadının Moskovalı Vera hikâyelerine kızgınlığından yararlanarak- musallat oldu. Bir akşam bir rakı sofrasında sohbet etmekte olan birkaç yazarın yanlarına sokularak “Bilin bakayım nereden geliyorum” dedi sırıtarak. “Yengenizin koynundan. Sofradakilerin arasında bulunan Orhan Kemal yerinden fırlayıp ona saldırdı. Araya girenler kavgayı zor önlediler. Bu korkunç nankörlükleri duyunca Nazım ne dese beğenirsiniz?

“Zavallı Kemal! O kadar saçmalaması için kim bilir ne bunalımlar içinde?”

İyi insanlık klasmanında ikinci sıraya kimi koyduğumu sorarsanız, Orhan Kemal derim. Dün de onun ölüm yıldönümüydü. “Birini doğru tanımanın kestirme yolu onunla seyahat etmektir” gibi bir söz var ya. Bence daha kestirme yol o kişiyle iş ilişkisine girmek, profesyonel alanda nasıl davrandığını görmektir. Orhan Kemal’le o yoldan tanışıp yakınlaşmıştım. Kurduğum Çağlayan Yayınevi’nde kitaplarını basıyordum. Yazarlar arasında olağan sayılan kıskançlıktan hiç nasibi yoktu onun da. Tersine, başkalarının çurçur ürünlerini bile beğendirmeye çalışırdı. Bir bakan oğlu olduğu halde feleğin cilveleri yüzünden ömrü çok sıkıntılı geçmiş, bulaşıkçılık ve hamallık yaptığı olmuştu. Öyleyken acayip tok gözlüydü. Romanların iki üç bin sattığı dönemde onun bir kitabının satışı kırk bini aşmıştı. Anlaştığımız telif ücretinin yüzde elli fazlasını vermek istedim. Almam diye tutturdu. Direncini kırmak için akla karayı seçtim.

Oğlu Işık Öğütçü babasına Nazım’ın yazdığı bir mektubu dün Cumhuriyet’te kamuoyumuza sundu. İçerideki şair dışarıdaki genç dostuna şunları söylüyor: “Burada beraberken seni dokuz on saat görmediğim olurdu. Fakat on birinci saatte göreceğimden gelen bir emniyetle umursamazdım. Şimdi burnumda tütüyorsun.” İki iyilik anıtı dostum da benim burnumda tütüyor.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *