
Ahlaklı olmak için inançlı olmak gerekli mi?
Son haftada ülkemiz siyasetinde yaşanılanlar hepimizin malûmudur. Kısaca özetleyelim: İBB Başkanı İmamoğlu yolsuzluk ve terör başlıklı iki ayrı davadan emniyet tarafından gözaltına alındı. Bu satırlar yazılırken İmamoğlu mahkeme tarafından terör soruşturmasından dolayı serbest bırakılırken, yolsuzluk soruşturmasından dolayı tutuklandı. Başta İstanbul olmak üzere yurdun birçok yerinde vatandaşlar protesto gösterilerinde bulunmak için akşamdan sabaha kadar sokaklara dökülmüş durumda. Çarşamba’dan Cuma’ya Dolar ve Euro %4 kadar artarken, TCMB dövize müdahale etmek ve üç günde 26 milyar dolar satmak zorunda kaldı…
CDS primleri ise Cuma günü 29 baz puan artarak 328 baz puana çıktı. BIST100 endeksi bu hafta içinde %16,78 kayba uğradı, bu kayıp 15 Temmuz’daki kayıptan bile daha yüksektir. Eğer iktidar ve muhalif halk kitleleri arasındaki siyasi gerginlik devam eder ve/veya artarsa bu süreç artan iktisadi kayıplara yol açabilir. Bu maliyet sadece iktisadi olmakla kalmaz, ülkenin yurt dışındaki itibarını, siyasetin ve devlet nizamının halk nezdindeki meşruiyetini de sorgulanır hale getirir. Bu siyasi ve iktisadi krizden kimse kazanmaz, hep beraber kaybederiz. Bu durumun arkasında çok temel bir felsefi tartışma vardır: Ahlak nedir ve kaynağı nedir? Ahlak toplumsal ve dini değerlere göre değişir mi, yoksa inançlı veya inançsız bütün insanları da içerecek evrensel bir ahlak tanımı bulunmakta mıdır? Kanımca bu sorulara cevap verdiğimizde bugünkü çatışmanın temel sebebini de kavrayabiliriz. Bugünkü ve gelecek hafta Pazartesi günkü yazılarımda bu soruları kendi bakış açım ve kavramsallaştırmamla açıklamaya çalışacağım.
AHLAK NEDİR?
Ahlak niyetlerin, kararların ve eylemlerin uygun veya doğru olanlar ile uygunsuz veya yanlış olanlar olarak sınıflandırılmasıdır. Ahlak, “belirli bir felsefe, din veya kültürden gelen bir davranış kurallarından türetilen bir standartlar veya ilkeler bütünü” olabilir veya “evrensel olduğu kabul edilen normlara dayalı bir standarttan” türetilebilir. Ahlak felsefesinde yukarıdaki tanıma uygun olarak betimleyici (descriptive) ahlak ve normatif ahlak tanımları geliştirilmiştir: Betimleyici anlamıyla "ahlak", bir toplumdaki önemli sayıda birey (mutlaka hepsi değil) tarafından kabul edildiği gözlemlenen kişisel veya kültürel değerlere, davranış kurallarına veya toplumsal ahlaka atıfta bulunur.
Nesnel doğru veya yanlış iddialarını çağrıştırmaz, yalnızca belli bir zaman veya toplumda kabul edilmiş doğru ve yanlış kavramlarına atıfta bulunur. Betimleyici etik, bu anlamda betimleyici ahlakı inceleyen felsefe dalıdır. Normatif anlamıyla "ahlak", herhangi bir belirli halk veya kültür tarafından benimsenen değerlerden veya ahlaktan bağımsız olabilen, gerçekte bütün insanlar için doğru veya yanlış olduğu kabul edilen eylem ve davranışları belirleyen ilkelere (eğer varsa) atıfta bulunur. Normatif etik de normatif ahlakı inceleyen felsefe dalıdır.
AHLAK = BİLİNÇ + İRADE + ERDEM
Ben bu genel çerçeve içinde ahlakı kendi açımdan tanımlamak istiyorum: Ahlak = Bilinç + İrade + Erdem
Ahlak kurallarının olması için ilk önce insanın bilinç sahibi olması gerekir. Daha sonra insanların ahlaklı olmak içen irade koymaları gerekir. Bilinç ve irade bir araya gelince erdemleri ayırt etmek, onlara sahip olmak ve erdemli bir yaşayış gerekir. Gerek betimleyici gerekse normatif anlamda ahlakın bilinç ve irade kısmı birbiriyle aynıdır. İkisinin farklılaşması erdemlerdeki farklılaşmayla gerçekleşir. Benim kendi görüşlerime bu üç kavram için yaptığım kısa açıklamalarla devam edelim…
1. Bilinç = Farkındalık + Bilgi
Bilinç, en basit haliyle, kişinin kendi içindeki veya dış çevresindeki bir durum veya nesnenin farkında olmaktır. İnsan beyninin gelişme sürecine bakacak olursak farkındalık şu şekilde gelişir: [1] Çevrenin farkına varmak, [2] kendinin farkına varmak, [3] diğer insanların farkına varmak, [4] doğaüstü güçlerin farkına varmak. Dolayısıyla bilinç dört farklı kademede farkındalık sahibi olmak demektir. Bana göre ise bilinç, sadece farkındalık değildir; fark etmek ve algılamanın sonucunda elde ettiği verileri işleyerek anlamlandırmak, yani bilgiye dönüştürebilmek demektir. İşte bu farkındalıklar bilgi ile birleşirse, bilinç oluşur olur. Farkındalık olmadan bilgi, yetersizdir; bilgisiz farkındalık ise kördür.
2. İrade = Karar + Sorumluluk
İnsanın iradesi iki bileşenden oluşur: Karar ve sorumluluk… İnsanın ahlaki kararı iyiyi ve kötüyü tanımlaması ve iyi olanı seçmesi anlamına gelir. Öte yandan bu seçim, özgür karar alma gerektirir, yani insan, kendi tercihini kendisi yapmalı ve sonuçlarına da katlanmalıdır. Bu açıdan benim ahlak anlayışım Kierkegaard’ın “seçimle insan olmak” anlayışına yakın durur.
3. Erdem = Kültürel Normlar + Evrensel Normlar
Erdem, yüksek ahlaki standartları göstermeyi başaran eylemleri seçme eğilimidir: Doğru olduğu söyleneni yapmak ve yanlış olduğu kabul edilenden kaçınmak. Bana göre betimleyici ahlak ve normatif ahlak arasındaki farklılık burada ortaya çıkıyor: Ahlaklı bir yaşam insanların bilinçli bir şekilde kendi özgür iradeleriyle erdemli davranışları seçmesi demek. Betimleyici ahlak derken bu erdem olarak kültürel normları temel alır. Kültürel normlar bireyin içinde yaşadığı toplumun kabul ettiği erdemleri, tanımladığı iyiyi içermektedir. Yani örneğin 16’ıncı yüzyıl Osmanlı toplumunu erdem tanımı ile 21’inci yüzyıl Türk toplumunun erdem tanımı aynı mıdır? Tabii ki değildir. İşte kültürel normlar, Sigmund Freud’un tabiriyle insan süper egosu kanalıyla, bireyin davranışı kısıtlar. Pekiyi, evrensel normlar ile neyi kast ediyoruz? Zaman ve mekân ayırt etmeksizin her insan için değişmeyen iyi ve kötü tanımları vardır: Örneğin ana ve babaya saygı, yalan söylememek, hırsızlık yapmamak, sözünde durmak ve benzeri… Buna en güzel örnek Hz. Musa’ya inen On Emir’dir. İnsanın bireysel tekamülünde sıradan, ortalama insanlar kültürel normlara dayalı erdemi elde etmeye çalışırlar. Pekiyi kültürel normlar ile evrensel normlar çelişirse ne olur? Sıradan insanlar içinde yaşadıkları toplumun doğrularından yana olurlar. Örneğin köleci toplumda doğmuş büyümüş bir Romalı için “bütün insanların özgürlüğünü savunmak” ahlaksızlıktır. Yıkıcı ve bölücü bir propagandadır. Burada kültürel norm ve evrensel norm çelişir. İşte kendi farkındalığını, bilgi ve irfanını arttıran birey, öyle bir aşamaya gelir ki, kültürel normlar ile evrensel normların çatıştığı durumda evrensel normları erdem olarak kabul eder.
AHLAK İNANCA BAĞLI MIDIR?
İnsanoğlu, ahlaklı olabilmek için bir inanca muhtaç mıdır? Bu soru, hem felsefi hem de dini açıdan çok tartışılmıştır. Yukarıda geliştirdiğim tanım çerçevesinde elbette, ahlakın dinle bir bağlantısı olduğu söylenebilir: Bu, daha çok, betimleyici ahlakın içinde tanımlanır. Din toplumsal kültürün en önemli bileşenlerindendir ve dini normlar da bu yüzden kültürel normlar içinde yer alır. Ancak bir de bütün insanlar için ortak olan evrensel normlar vardır. Evrensel normlarla tanımlanmış erdemlere inançlı ve inançsız bütün insanlar sahip çıkabilir.
Dinimiz İslâm’ın bakış açısından hayır ve şer, yani iyilik ve kötülük, Allahtan gelir. Bu insanın kader planında seçebileceği alternatif yolların sonuçlarının hepsinin Allah’ın ilminde olduğu ve O’nun tarafından yaratıldığı, ancak insanın da özgür iradesiyle hangi yöne gideceğini kendi belirlediği anlamında kabul edilir. Ancak özü itibariyle Allah, saf iyiliktir ve insan da "ahsen-i takvim / en güzel suret" üzere yaratılmıştır. Yani insan yaratılış gereği, doğuştan itibaren doğası iyi ve güzel olan varlıktır. Sonradan kendi seçimleriyle ahlaksızlığı ve kötüleşmeyi tercih eder.
Bu durumda inançsız bireylerin ahlaklı olması mümkündür. Zira ahlak, yaratılışın doğasına yerleştirilmiştir. Bunula birlikte ahlaklı olmak için Allah’a inanmak gerekmese de Allah’a inanmak insanın ahlaki sorumluluğunu derinleştirir. Dolayısıyla inanç ahlaklı olmak için gerekli olmasa da ahlaklı bir yaşamı destekler ve kuvvetlendirir. Seküler bakış ise ahlakı insanın evrimi ve toplumsal gelişimiyle açıklar. Bu durumda ahlak insanın - Homo sapiensin- biyolojik evrimi ile iç içe geçen sosyolojik evriminin doğal sonucudur. Çünkü beyin ve bilincin evrimi bize insanın kademe kademe çevresi, kendisi, başka insanlar ve sonunda da doğaüstü hakkında farkındalık geliştirdiğini söyler. İnsan uygarlığı insanların çok büyük kitleler halinde örgütlü çalışma ve dayanışması ile ortaya çıkmıştır. Bu süreçte bu çalışma ve dayanışmanın temeli doğada var olmayan adalet, hukuk, devlet ve Tanrı gibi soyut kavramları geliştirebilmesinde ve bu kavramlar etrafında örgütlenebilmesine bağlıdır.
Bu nedenle insan bireyinin beyin gelişiminin doğal sonucu vicdan, erdemli davranış ve bunu bilinçli olarak kabul etmedir. Homo sapiens, toplu yaşamak ve iş birliği yapabilmek bu şekilde için vicdan, erdem ve sorumluluk geliştirmiştir. Bu nedenle ahlak, biyolojik ve sosyolojik evrimin bir sonucudur ve Tanrı inancı olmasa dahi insan, bilinçli iradesiyle ahlaki davranış sergileyebilir. Sonuç olarak ahlak, ister ilahi ister beşeri kaynaklarla açıklansın, insan varoluşunun vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu ahlak, bireysel vicdanlarda yanacak ışıkların toplumsal bir uyanışa dönüşmesiyle parlayacak; sevgi ve bilgiyle paylaşıldıkça büyüyecektir.