Açlık haritası
OECD ülkeleri arasında Temmuz 2023’te gıda enflasyonunun en yüksek olduğu ülke yüzde 60.7 ile Türkiye oldu. Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı'nın (WFP) 6 Haziran 2022 tarihinde gerçek zamanlı paylaştığı "Açlık Haritası" verilerine göre, 82,3 milyon nüfuslu Türkiye’nin 14,8 milyonu yetersiz besleniyor, 5 yaş altı çocukların yüzde 1,7'sinin akut yetersiz beslenme, yüzde 6'sının ise kronik yetersiz beslenme yaşadığını da ortaya koydu.
Bu verilere çocuk hakları perspektifi ile baktığımızda çocuklarda yetersiz beslenmenin var olması aynı zamanda çocuk haklarının olmadığının da bir göstergesi. OECD ülkeleri arasında Türkiye Çocuk Yoksulluğu’nda yüzde 22.7 ile ikinci sırada. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında Mustafa Kemal Atatürk’'ün “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” sözü özellikle okula beslenme götüremeyen, kronik açlıkla mücadele eden çocukların ve ülkenin geleceğinin sesidir aslında. Çünkü bir çocuğun, çocukluğunu sürekli yoksulluk içinde geçirmesi yetişkin olduğunda da yoksul olma olasılığını gösterir. Çocuklar birden fazla yoksulluğa/yoksunluğa maruz kalır. Örneğin yetersiz beslenme yaşayan bir çocuk da gelişim bozukluğu dolayısıyla öğrenme güçlüğü ve bu nedenle kaliteli bir eğitime erişme güçlüğü de çekebilir. Bütün bunların yanısıra yeterli sağlık hizmeti alma hakkına erişiminin de mümkün olmayacağını varsaymak yanlış olmayacaktır.
Yetişkin olduğunda ise eğitimsiz ve sağlıksız bir insan olarak düşük kaliteli bir işte, daha ucuza çalışabilir. Bu nedenle yoksulluk sadece gelirle ölçülemez ve yoksullukla mücadele programları yalnızca gelir desteği ile ele alındığında ise maalesef olumlu sonuçlar alınamaz. Geliri belirleyen en önemli faktörlerin başında eğitim ve istihdam gelmektedir. Bu nedenle çocuk yoksulluğu, çocuğun yetişkin olduğunda da “onurlu, özgür” bir yaşama erişememe durumudur. Çünkü çocuk, yoksul bir ailede doğmuşsa aynı anda birden fazla hak ihlaline yani yoksulluğa/yoksunluğa maruz kalabilir. Bu nedenle yoksulluk kavramı bugün, kültürel, sosyal, bölgesel özelliklerinin yanı sıra siyasi ve psikolojik yanı da dikkate alınarak çok boyutlu bir kavram haline gelmiştir. Yoksulların güçlendirilmesinin en temel yolu, hak temelli bakış açısına sahip olmaktan geçer. Yoksul çocukların sadece ihtiyaçlarının karşılanması değil adil bir biçimde temel haklara sahip olmaları gerekmektedir. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında yoksulluğu görünür kılmak, önlemek ve ortadan kaldırmak gerçekten “kimsesizlerin kimsesi” bir ülke olmanın tek yolu sosyal devletin yeniden inşasıdır. Çünkü yoksullukla mücadele asıl olarak sosyal devletin en temel görevidir.
Açlık ve bakımsızlık nedeniyle büyümeyen çocukların, birtakım tarikatların evlerinde “intihar” eden yoksul çocukların, okula giderken beslenme koyamayan ailelerin, okulu bırakıp çalışan çocukların “kimsesiz” olmadığını göstermek için en birincil önceliğimiz çocuklar olmalı. AK Parti döneminde yoksulluk politikaları hak temelli olmayan, sadece “sosyal yardım” etrafında şekillenmekte ve yoksulluk yaşayanları üretimin içine katan sürdürülebilir bir politika üretmemektedir. Verilen destekler ailelerin temel ihtiyaçlarına ulaşımlarını dahi sağlamakta yetersiz kalırken, destek alan kişilerin güçlenmesine yönelik herhangi bir takip mekanizması yürütülmemekte, destekler ekonomik düzeyde kalmaktadır. Sosyal desteklere erişimdeki eşitsizlik, sosyal destek alanlara yönelik ön yargı, etiketlenme, zaman zaman çalışanların inisiyatifine bırakılan adaletsiz dağıtım ile de iktidarın yarı aç yarı tok tutan bir yoksulluk politikası benimsediğinin de göstergesidir. Çünkü üretim odaklı ve bireyi özgürleştirmeyen sosyal destekler, biat, itaat, önyargılı, kibirli bir bakış açısıyla gerçekleştirildiğinde yoksulluk yaşayanlar üzerinde daha da derinleştiren bir siyasi baskı aracına dönüşüyor. Oysa hak temelli, yani insan hakları temelli yaklaşım yoksulları; “ihtiyaç sahibi”, “muhtaç” değil, hak sahibi olarak görür.
İnsan hakları temelli yaklaşım, yoksulluk çalışmalarına temel olan bir çerçevedir. İnsanların kendi haklarını, onlara bahşedilen, lütfedilen bir seçenek ya da hediye olarak görmemesini sağlar. Haklarını açık, şeffaf ve katılımcı bir bakışla yasal bir çerçeveye oturtarak insanları haklarını bilme ve talep etme konusunda güçlendirir. Ayrıca, kamunun, özel sektörün, yerel yönetimlerin, sivil toplum örgütlerinin kendi yükümlülüklerini yerine getirmesini sağlar, insanların hakları ihlal edildiğinde çözüm arayabilmeleri için hesap verebilirlik oluşturur. Böylece yoksullukla ilgili yapılan her politikaya, yani yoksulların haklarını etkileyen her karara bu yoksunluğu yaşayanlar katılır. Bu politika hem parlamentoda hem de yerel yönetimler için geçerli olmalıdır. Çünkü yoksulluk bir insan hakları ihlali ve dolayısıyla özgür ve onurlu yaşayamama halidir. Bu nedenle de yoksulluk yerel yönetimler, kamu kurumları, özel sektör ve sivil toplum örgütlerinin ortaklaşa sorumluluk üstlenmesi gereken çok boyutlu bir meseledir. Ancak bu sorumluluk paylaşıldığında gerçekçi ve hak temelli bir çözüm üretmek söz konusu. Bir sonraki nesile yoksulluğun devredilmesi ve sosyal dışlanmanın sürmesi bir “kader” olmamalı, yoksulluğun önlenmesi, net ve gerçekçi bir yoksullukla mücadele ile gerçekleşir.