İnsan Uyumsuz bir virgül olmalı
Geçtiğimiz günlerde izlediğim “Uyumsuz” filminin zihnimde ve ruhumda uyandırdığı yeni sorum bu oldu.
Filmde, yaşanan tüm felaketlerden sonra kalan insanlık, belirlenen 5 grup (koloni) arasında bir tercihte bulunmak zorunda bırakılıyordu.
Yetişkin yaşına gelen bireyler kimyasal testlerden geçiriliyor ve o testler sonucunda uygun olduğu gruba katılıyordu, ölene kadar da o grubun kuralları dahilinde yaşamak zorunda bırakılıyordu. Geriye dönüşü olmayan bu tercihlerden vazgeçmenin tek yolu ise “toplumdan dışlanma ve tek başına bırakılmaktı”!
Filmde öne çıkarılan ana tema “tercih yapma zorunluluğu üzerinden insanlığı ayrıştırma, yalnızlaştırma, suni bir görev aidiyeti yaratırken tüm aidiyetleri yok etme ve kimyasal-teknolojik uygulamalar ile bireyleri robotize etme” idi.
Tercih yapmama ve “çeşitliliklerle hep birlikte yaşama” şansı tanınmayan insanlığa dayatılan felsefi kural ise; “ait olduğunuz grup ve o grubun kuralları ailenizden/sevdiklerinizden bile üstündür…”
Filmde tercih sistemini insanlığa dayatan yöneticilerin korktuğu TEK insan tipine ise; UYUMSUZ deniyordu.
Filmde sistemin “Uyumsuz” diye dışladığı ve yok ettiği bu tip, gerçek dünyadaki insanlığın “sözde” mumla aradığı ve mantığını, zekasını, duygusunu, iletişim becerisini, adaletini, gücünü kaybetmeyenler iken “özde” ise tarih boyunca yönetimlerin/devletlerin/sistemlerin tehlikeli görüp camdan fanuslara hapsettikleri idi!
Yani tarih boyunca “sözü ile özü” örtüşmeyen-güven vermeyen insan neslinin güzel bir tasviriydi UYUMSUZ filmi.
Velhasılı kelam UYUMSUZ filmi, yönetim/devlet anlayışlarının; “tarih boyunca etkiden ve yetkiden uzak tutmak için camdan fanuslara hapsettiği donanımlı insanlara yapılanları gözler önüne seriyordu ve bir nevi onlar adına günah çıkarıyordu.
Donanımlı ve yetenekli insanların UYUMSUZ olarak etiketlenerek istenmediğinin, tek bir konuya odaklanabilen-eksiği çok-tamamlanmaya ve komut almaya ihtiyaç duyan-duygularından arınmış-robot ruhlu insanların istendiğinin mesajını net bir şekilde veriyordu film.
İzlediğim film üzerinden üzerinde çalıştığım “Türkiye’nin iç ve dış politikalarına-Türkiye Yüzyılına” ve “Yeni Dünya Düzenine” dair aklıma gelen pek çok soru oldu elbette.
Misal:
Aidiyet mi, ait olmak mı?
Kimlik mi, toprak mı? Soy önceliği mi, çatı gerekliliği mi? Huzur mu, ötekileştirmek mi? Güçlü olmak mı, sen-ben-o diyerek çekişmek mi? İlk kim geldi mi, hepimizin emeği var mı?
Ben varım çünkü sen varsın mı, sen olmasaydın sadece ben olurdum egosu mu? Sığ sularda çamura bulanmak mı, hep birlikte kürek çekerek okyanuslara açılmak mı?
Özetle gruplara/kolonilere/soylara göre ayrışıp diğerleriyle görüşmemek mi, sözde “Uyumsuz” ilan edilip her mecradan dışlanmak mı?
İnsanlık tarihi boyunca her daim birileri çıkıp insanları kategorize etmiş ve bu ayrıştırmayı beslemek-güçlü kılmak için de çeşitli faktörleri iyi veya kötü olarak kanalize etmiş. Bazen savaşlar, bazen efendiler ve köleler, bazen bölgeler ve şehirler, bazen de en masumundan futbol takımları tetiklemiş ayrışmayı. Her daim her mecrada birileri birileriyle çekişirken bu ayrışma güç odaklarını daha da beslemiş ve büyüte büyüte günümüze kadar getirmiş.
Halbuki insanoğlu “Uyumsuz” olmak yerine neden tercih yapmak zorunda bırakılıyor ki?
Kendi öz çemberinde; nereye ait olduğunu unutmamalı ve soyunu, kültürünü, rengini, dilini, dinini keyifle yaşamalı-yaşatmalı-çoluğuna çocuğuna aktarmalı kimselere üstünlük taslamadan…
Genel çatı altında ise; soy alıp soy verdiği topraklara aidiyet duygusunu kaybetmeden, sen-ben-o demeden, tüm farklılıklara saygısını ve sevgisini esirgemeden, ortak aklı ve menfaatleri rehber edinerek, eşitlik çerçevesinde hareket ederek, ben varım çünkü sen varsın diyerek…
İnsanlığın; dar kalıplara hapseden ve ayrışmayı hedefleyerek tercihler yapmak zorunda bırakan noktalara değil, bütüne dahil eden ve bütünün menfaatlerini gözeten “sonsuzluk imgesi virgüllere” ihtiyacı var…
Nokta olma virgül ol…