Vatan nasıl sevilir?
Vatan için kendi geleceğini kurmaktan öte vatan için nasıl gelecek kurulur bunun için çalışırsın, düşünürsün, üretirsin. Keyfini değil vatanın geleceğini düşünürsün. Nesillere nasıl bir vatan bırakacaksın ancak bunun hayalini kurarsın kendi hayallerin yerine. Türk, vatanını ancak böyle sever böyle sahiplenir.
Vatanın sınırı yoktur
Vatanın sınırı yoktur. İnsanın olduğu her yer Türk için vatandır. Vatan Hak kelamının götürüleceği yerdir. Vatan için kafamıza bir hudut koymayız. Saat, zaman, gün mefhumu yoktur gerekirse aç, susuz, uykusuz vatan için fedakârlık yapılır. Vatan başkalarının yani üçüncü kişilerin ağzından yönetilecek, yönlendirilecek bir yer değildir. Vatanın için söyleyecek mertçe sözlerin yoksa ancak başkasının köpeğisindir. Vatan demenin Türk için bir medeniyet tasavvurunu yaşatmak olduğunu anlamalıyız. Türklük ne kana ne soya ne sopa indirgenebilecek kadar sıradan dünyalık değildir. Türk demek kendini bilmek ama düşmanın da senin sınırına göz diktiğini gördüğünde parçalamak demektir. Türk’e sınır yoktur yeter ki Türk içindeki cevheri diri tutsun.
Vatansızlar
Bir türlü nereye ait olduğuna karar veremeyen ve kalbi ile düşünemeyenlerin yeri yurdu olmaz. Olsa olsa kullanışlı birer aygıt olurlar. Tarih boyunca gördük ki böylelerin ne yeri yurdu olmuştur ne de dua edilecek, hatırlanacak bir kabirleri. Türk yurdunda barınacak yerleri olamaz böylelerinin. Er ya da geç safra gibi bu topraklardan atılır vatansızlar. Sahte duruşları, silik gölgeleri, sırıtışları ile aramızda uzun süre dolaşamazlar. Bir süre sonra kabak gibi ortaya çıkar sahtelikleri. Çünkü ağababalarının emirleriyle oturup kalkan onların ağızlarına bakan kopya ajanlardır bunlar. Nuh’un gemisine binemez bunlar. Kenan ilinden kaçarcasına kendi gölgelerinden bile kaçarlar renkleri ortaya çıktığında. Onları ne tapınakları ne şövalyeleri ne de karanlık ilişkileri kurtarır. Ancak cehennemin dibini boylarlar zebani dostları ile.
Uyanık ol
Vatanın için uyanık ol kardeşim. Masanı yumruğa vur kardeşim. Vır vır etme kardeşim. Türk’e alıştırdılar şu şikâyet etmeyi, silkin artık kendine gel. Tanrı’nın sana verdiği Kut’u yüceltmeye bak. Tarihini araştır, oku, sor, öğren, merak et; şikâyeti bırak. Hep derim bir tek uyumayan vardır ve o tüm uyuyanları uyandırmaya yeter. Çünkü törenin amacı uyuyanları uyandırmaktır. O yüzden uyanık bir Türk dünyaya bedeldir. Bu yüzden uyuma. Bizi uyutmaya çalışanlara kanma. Bu batıllar süslü, püslü laflarla, janjanlı, yanar döner ambalajlarla yıllardır Türk’ü uyuttular. Oğuz uykusundan uyanmasın diye türlü hileleri başımıza doladılar. Bizim aramıza ırk, mezhep, siyaset gibi saçma sapan insanı insanlıktan uzaklaştıran hileli sözleri soktular.
Umutsuzluk yok
Gökkubbeye bak şu camileri inşa eden ecdada sarıl. Onların hangi teknolojik gücü vardı da bu abidevi eserleri göğe ebediyen yükselttiler, dua niyetine. Bin bir tarafımız sarılmış da olsa çan, çun sesleri ve haçlının gölgesi üzerimizde titreyerek gezse de bizim mezar taşlarımız bile yeter onları defetmeye. Ey evliyalar ey enbiyalar yüzü suyu hürmetine diye dua eden nineler, dedeler. Sizin bir bildiğiniz vardı bize unutturulan. Onu tekrar uyandırmaya kalk ey Türk. Şu ölü toprağını silkele. Vatan şarta bağlı sevilmez. Vatan için ya varsındır ya da yoksundur. Hak diye haykıramadıktan sonra Vatan sevdası ancak bir tabela olur kalır vesselam.
Artı
Çöp çöpe atılır
Babası ile yolda giden çocuk bir anda dönüp babasının elinden yere fırlattığı çöpü aldı. Babası da tam oradan geçmekte olan arabaya dikkat çekerek çocuğunu uyardı. Hatta çocuğu da azarladı. Elimi ne diye bırakıp gidiyorsun ya araba ezseydi dedi. Çocuk da ne dese beğenirsiniz. Valla ben beğendim. Sen de o elindeki çöpü yere atmasaydın. Çöpler çöpe atılır dedi.
Eksi
Bizdeki ekmeğin kalitesizliği
Son zamanlarda benim de dikkatimi çokça çeken bir konu var. Etraftan da yazanlar olunca konuya değinmek istedim. Maalesef Türkiye’de ekmeğin kalitesi çok düşük. Elbette organik buğdaydan özenle yapan küçük işletme fırınlar var. Ancak buralarda bir ekmeğin fiyatı 150 liradan başlıyor. Kimler alabilir ki bunu? Halk ekmek bile bozdu. Porsiyonlar küçüldü ve üretim kalitesinin düştüğünü anlıyorum. Ekmeğin en temel gıda maddesi olduğu düşünülürse bu konuda acilen bir şeylerin yapılması gerekiyor. Halk sağlığı açısından neler olabilir düşünmekte çözüm üretmekte ve yetkililere haber uçurmakta fayda var. Ya da sağlıklı un alıp kendi ekmeğinizi kendiniz yapacaksınız. O da şehirlerde mümkün mü? Mümkün ama bir yere kadar. On kişilik bir aileye kaç tane ekmek yapmak gerekir? Bu kalitesiz gidişata dur demek gerekiyor. Üstelik ekmek israfa yine hiç girmiyorum bile.
Mutluluğun dersi olur mu?
Almanya’nın Saksonya eyaletindeki bir ortaokulda mutluluk dersi var. Bu dersin belirli bir müfredatı yok. Haftada bir kere iki ders saatinde çocukların korkularla nasıl baş edebilecekleri konusunda konuştukları daha çok keşfetmeye kendilerini tanımaya yönelik bir ders. İtalya, Avusturya, İsviçre’de de var olan bu mutluluk dersleri bazı ülkelerde müfredatın bir parçası olacak şekilde planlanmış. Çocukların başarının da
başarısızlığın da yenilginin de hayatın bir parçası olduğu öğretiliyor bu derslerde. Bizim okullarımızda da böyle bir ders olmasını istemem. Ancak öğretmenlerin iletişim tekniklerini kullanarak hayatın anlamını ufaktan ufağa çocukların dünyasına girerek mutluluğa kapı aralayabilecekleri sihirli cümleleri, davranışları ile verebilmeleri en ideal olanıdır. Öğretmen dersi mutlu bir şekilde vermeli. Mutluluğun ne olduğunu
derste öğretsen de hayata geçiremezsin, eğer o öğretmen mutlu değilse. Sadece bir iki teknik verir geçersin o kadar.
Paylaşmak
Bir birden çok parçaya bölündüğünde ne kadar çok parça çıkar, her seferinde hayret ederim. Büyük bir lokma, onlarca küçük lokmalara bölünüp, birçok canın rızkı oluverir. Evvelallah rızkı veren Yüce Allah’ın hikmeti o ki, bizi de rızık vericiliğine memur eder. Paylaşmanın bereketini sayısal değerle açıklayamazsın. Kazandığın onca para bir kapkaçı tarafından çalınsa, keşke bölseydim, paylaşsaydım der miydi insanoğlu?
Şükredilecek bir şey varsa, vermenin, dağıtmanın güzelliğinin hazzına varmaktır şu dünyada. Paylaşmak azdan verebilmektir aslında. Bu bir tas çorba da olabilir bir yanağın kenarındaki tebessümün kıvrımı da olabilir. Tebessümü az görme. Belki o tebessümle bir insanın derdini paylaştın, sıkıntısını çekip aldın. Kim bilir? İyilikler saklı gönüllerde de çıkaracak bir yürekli lazım aslında. Sevinç ve coşku ile sokağa paylaşmak niyetliyle çıkalım. Bir cana bir insana dost olalım. Bizim de rızkımız hep bu niyette gizli değil mi? Paylaştığın senden değil ki, verenden.
Hikokomori hastalığı
Türklerde çocuklar erkek olsun kız olsun isimleri bir yararlılık gösterdikten sonra verilirmiş. Ya da ikinci ismini lakabını bir yararlılık gösterdikten sonra alırmış. Bunun temelinde de çocukları yetiştirirken bir sorumluluk yükleme gereğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü doğanın gücü ile mücadele etmesi gereken bir insan modeli yetişmesi gerekiyor. İnsanın güçlü olması doğa şartlarında ayakta kalması için oba hayatında bunun dışında bir başka seçenek yoktu. Öte yandan insanların o dönemleri boş zamanları yoktu. Kültürel emperyalizm de o insanların olmayan boş zamanlarını yönlendiremiyordu.
Sorumsuzluk mu?
Köprünün altından çok sular geçti. Erkeklerin doğa ile mücadelesi azaldı. Kaslarına yüklenen ağırlıklar hafifledi. Erkek böyle olunca gücünü göstereceği farklı alanlar aradı. Doğanın içinden yavaş yavaş şehirlere, binalara hapsoldu. Böylelikle de ev, iş arasında sıkışan erkek doğayla olan ilişkisini kaybedince doğallığını kaybetti. Yavaş yavaş roller ve sorumluluklar değişti. Teknolojinin de büyük etkisi olduğu bir devirde yaşıyoruz. Uzmanlar büyük bir tehlikeye işaret ediyorlar; odalarından çıkmayan özellikle de erkek çocuk ve genç sayısının artığını bunun gelecek toplum yapısı için büyük bir sorun olduğunu ifade ediyorlar. En çok da erkeklerde baş gösteren ve Asya’da çok dikkat çeken bu yeni hastalığın adı: Hikikomori. Kişisel bakımını dahi yapmayan, evde odasında yiyip içen ve sosyal hayattan izole yaşayanların hastalık tanımının adı bu. Ailede bireyin sorumlulukları çocuk da dahil paylaşılmadığından
mıdır? Veya buna eklenen boşluktan kaynaklanan teknolojiye kaymak mıdır? Ya da genetik faktörler, mizaç, ailenin çocuk yetiştirmedeki öngörüsüzlüğü gibi birçok etken bunun gelişimine etki edebiliyor. Biri veya birden fazla faktör ev erkekleri tanımı ortaya çıkardı. Özellikle de çalışan anne ve baba yalnız büyüyen çocuklarda oluşan bu hastalık için toplumlar uyarılıyor. Son kertede ne yapılmalı bu durumda olan bilhassa erkek çocukların durumu ne olur? Acaba aileler ne yapmalı? Bir uzmanla mı görüşülmeli yoksa aile çocuğu tamamen doğaya mı salmalı baş edecek yöntemleri er ya da geç kendi mi bulmalı? Önümüzdeki yıllarda erkek çocuklarını bekleyen bu tehlike için aile bakanlığının Türkiye’de de bir çalışma yapmasını bekliyoruz.
Tekrar tam sayfa
Yaz boyunca sayfamızı çıkaramadık. Araya çizerimiz Mehmet hocamızın hastalığı girince ve maalesef ölümle de sonuçlanınca bu günlere gelmiş bulunduk. Allah var gam yok. Sayfa danışmanımız da olan Mehmet hocamızı ebediyete uğurladık ve ben biliyorum ki kendisi benim devam etmemi istiyordu. Bunu hep konuşuyorduk zaten. Evet artık bir çizerimiz olmayacak ancak güncel olayları medeniyetimizin
perspektifinden bakarak yorumlamaya devam edeceğiz. Sayfamızda bu sayı itibariyle her hafta Doç Dr. Işıl İlknur Sert bizimle birlikte olacak. Kültür, bilgi, eğitim konularında yazılarıyla bizi bilgilendirecek ve kamuoyu oluşturacağız. Buluşma Noktası sayfamız 8 yılı geride bıraktı. Allah bize sağlık, sıhhat ve fırsat verdiği sürece yazmaya, ülkemize ve insanlığa hizmet etmeye devam edeceğiz. Sayfamızı yorumlarınıza desteklemenizi ve yazmamızı, değinmemizi istediğiniz konularda bizleri bilgilendirmenizi istiyoruz. İyi okumalar. Sevgiler.