BİR BOŞANMA HİKAYESİ
Yetişme tarzlarımız farklıydı. Bu aile içi yaşama ve çocuğumuzu yetiştirmemize yansıdı. Maalesef zamanla, birimizin ak dediğine diğeri kara demek zorundaymış gibi problemli bir noktaya geldik. Eşim üniversite mezunu, meslek sahibi. Çocuktan sonra çalışmak istemedi ve evin dışındaki dünya ile ilgilendi. Bir meşgalesi olsun istedim ama olmadı.
İlgili bir anne olmadı,
olamadı. Küçük yaşlarından itibaren çocuğumuz ya televizyon ya da cep telefonu
ekranının karşısındaydı. Öyle ki; çocuk ekran karşısında besleniyor, ekran
açıkken uykuya dalıyor, uykuya direniyor, sanal dünyadan gerçek dünyaya
geçmekte zorlanıyor, istediği olmadığında da kriz geçiriyordu.
Eşim giyinmeyi, süslenmeyi, gezmeyi çok seviyordu.
Arkadaş grupları ile sürekli sosyal etkinliklere katılıyordu. Çocuğumuz
annesinden çok bakıcısını görüyor ve onunla vakit geçiriyordu. Defalarca
konuştuk ama düzelme olmadı.
Oğlumuz altı yaşına geldiğinde gitmediğimiz psikolog ve
pedagog kalmamıştı. Ve hepsinin söylediği benzerdi: ‘Çocuğa daha fazla zaman
ayırın. Ortak paylaşımlarınız çoğalsın.’ Eşim sadece birine itibar etti: Bir
psikolog hanımın, ‘Kendi hayatın daha önemli, önce kendini iyi tutman ve
istediklerini yapman lazım!’ sözünü yıllarca tekrar edip durdu.
EVİN KRALİÇESİ
Kuşkusuz benim de kusurlarım oldu. Çok yoğun bir iş
insanıyım. Eve geç geldiğim oluyordu ama olabildiğince oğlumla ilgilendim. Annesine
çok düşkündü. Çünkü annesi bütün istediklerini veriyordu. Kural ve sınır
koymaya çalışsam da fayda etmedi.
Eşim, ihtiyaç olsun olmasın para harcadıkça mutlu oluyor,
iyi hissediyordu. Arkadaşlarına kendini gösterme ve kanıtlama çabası hayatının
merkezindeydi. Arkadaşları için günler öncesinden hazırlanır, her şeyi
ayrıntısına kadar düşünürdü. Ama ailesi için bu hassasiyeti yoktu. Bu
değirmenin suyu nereden ve hangi emekle geliyor düşüncesinden uzakta
olduğundan, limitsiz kredi kartı isteğiyle ilgili kavgalarımız olmuştur. Evin
kraliçesiydi ama kendi programı, gündemi, arkadaşları, uğraşları içinde
kaybolmuştu. Bu yoğun gündeminde bana ve oğlumuza yer yoktu.
İletişim sorunlarımız ve kavgalarımız giderek artarken en
önemli fikir ayrılıklarımızı ve çatışmalarımızı oğlumuzda yaşadık. Çocuk
hudutsuz, kuralsız ve disiplinsiz yetişti. Okula başladığında ilk dönem uyum
sağlayamadı. Öğretmenin sadece kendisiyle ilgilenmesini istiyordu. Ekran
dışında bir oyuncak istemiyor, arkadaş edinmiyordu. Bir sanat ya da sporla uğraşsın
istedik ama rahatlığa alışmıştı, sadece tüketmek istiyordu. Kendisini yoracak, düşündürecek,
çaba gerektiren her şeyi reddediyordu.
Bardağı taşıran son nokta ise eşimin konuları sürekli karıştırması
ve neredeyse her gün ya kavgalı ya da küs olmamızdı. Diyelim ki çocukla ilgili
bir konuda tartıştık. Bunun için küsüyor ve bu durumu diğer bütün yaşam alanlarımıza
taşıyordu. Günlerce küs kaldığımız oluyordu.
ZEVKİNE DÜŞKÜN KİŞİLİKLER
Sonunda bir celsede boşandık. Çocuğun velayeti annede kaldı.
Maddi talepleri dava sürecinde de devam etti. Ne istiyorsa vermeye çalıştım. Şimdi
ben yalnız kaldım ve oğlanı iki haftada bir görmek bana yetmiyor. Bazı akşamlar
ağlıyorum, bunları hak etmediğimi düşünüyorum. Eşim de mutsuz biliyorum. Çünkü
alıştığı evi, harcaması, gösterişi yok. Arkadaş buluşmaları da azaldı. Hayatı
boyunca hizmet ettiği gösterişi ve itibarı gidince gerçeklerle yüzleşti ama ne
yazık ki artık geç…”
Yıllar öncesinden bir danışanımızın ders niteliğindeki bu
hikâyesinden çok etkilenmiştim. Yazık ki bu hikâyeler günümüzde çoğaldı ve maalesef
sıradanlaştı.
Hayat geriye doğru akmıyor. Olanlar oluyor ve onları
geriye döndürmek de mümkün değil. Çocuklar bizim ama bizlerin aracılığıyla
doğan çocukların kendilerine has bedenleri, ruhları ve hayalleri var. Onları
yanlış, eksik ve yetersiz davranışlarımızla eksik bırakmaya hakkımız yok.
Bedenin ve dürtülerin emrine girmekten ruhlarına
yabancılaşan ve kalbinin sesine hasret kalan eşler, sorumluluklarından da
uzaklaşabiliyor. Eşler, aile olmanın gerektirdiği vazgeçme davranışında zorlanıyor.
Oysaki insan dürtülerinin isteklerine dur diyebildiği, vazgeçebildiği, idare
edebildiği ve irade gösterebildiği oranda sosyalleşir, mutlu olur. Aksi hâlde gösteriş
tutkusu insanı yalnızlaştırır.
Bugün başkalarının arzu ettiği biçim ve davranışları
sergilemekten kendimiz olmaya, bizim olana kıymet vermeye zaman bulamıyoruz.
Unutmayalım ki maddi varlığın öne çıktığı, her şeyin zaten el altında olduğu,
kuralların olmadığı, aile kültürünün yaşanmadığı rahat ve gevşek bir aile
ortamı; zevkine düşkün zayıf kişiliklere yol açar.