RAFAH OPERASYONU: İSRAL'İN VİETNAMI MI?
Olmert’in yazısının Rafah operasyonunu sürdüğü günlere rastlaması önemini artırıyor. Elbette Olmert’in, İsrail’de dinleyen varsa İsrail politikasında bir figür olarak, üzerinde durduğu konu rehineler meselesi. İsrail’in Gazze’yi kuzeyden güneye dümdüz ettiği, çekildiği yerlerden üst üste toplu mezarların çıktığı bir gerçeklikte rehinelerin hala kurtarılamadığını görüyoruz. Netanyahu hükümetinin son Rafah operasyonuna başlama sebeplerinden biri de (ABD’li yetkililer bile İsrail’i samimi bulmadıklarını söylediler bu noktada) rehine-tutuklu değiş tokuşunu da öngören ateşkes görüşmelerinin başarısız olması. Netanyahu ve ortakları Hamas’ın ve arabulucuların (Mısır ve Katar) hazırladığı ateşkes şartlarını kabul edilemez buluyor, hatta bu şartların İsrail’in teslimiyeti anlamına geleceğini söylüyorlar. Dolayısıyla amaç rehinelerin dönmesi ve Gazze’de İsrail’in güvenliğini tehlikeye düşürmeyecek bir siyasi çözüm sürecine başlanması değil, “zafer gibi görünebilecek bir sonucun” peşinde Netanyahu hükümeti kaybettiği bir savaşı veriyor. Bu uğurda özde vazgeçse de sözde vazgeçemediği rehineler mevzusunun -ölü veya diri- çözülmesini de Rafah operasyonu ile başarılabilecekmiş gibi yapıyor.
Sıfır direniş mümkün değil
Sadece Olmert değil, aklı çalışan herkes durumun İsrail
adına trajik hale geldiğinin farkında. Rafah’ta İsrail bir zorlama yanında da
cezalandırma oyunu oynuyor ama bu oyunun İsrail adına umduğuna yakın bir şey
üretmesi mümkün değil. Hamas’ın direnci ekimden itibaren kırılamadı, İsrail boşalttığı
yerlere dönüp dolaşıp geri dönmek zorunda kalması bu yüzden. Örneğin Rafah
operasyonunun sürdüğü bu günlerde İsrail kuzeyde Jabalya da operasyon
düzenlemek zorunda kalıyor. İsrail ile her kim/kimler savaşıyorsa mutlaka zarar
görmüş, kadrolarını ve teçhizatları kaybetmişlerdir ama kuvvetlerini güneyden
kuzeye, doğudan batıya ikmal etme yetilerini kaybetmemişler. Bu durumun neden
Rafah operasyonunda farklı olacağını kimse anlamadı. Evet operasyon zarar
verecek ve evet siviller ölecek, bu arada rehineler de ölebilir elbette- ki
İsrail hükümetini buna dünden rıza göstermesi rehine ailelerinin kalbini
paramparça ediyor- dahası bu karmaşada rehinelerin ölüsüne bile ulaşılması çok
akla yakın değil ama bütün bu patırtı gürültüden sonra sıfır direniş noktasına
ne kadar yakın olacak İsrail; bu sorunun cevabını geçtiğimiz altı ay veriyor.
İsrail adına sıfır direniş eldeki konvansiyonel savaş imkanları ile
başarılabilir değil. Netanyahu aslında Rafah operasyonunu baştan beri
gündeminde tutuyordu. Rafah’ın gündemde olmasının temel nedeni hem bir kontrol
hem de bir cezalandırma ve Hamas üzerine siyasi baskı aracı olmasıydı.
İsrail lobisi ne umdu ne buldu…
Bilindiği gibi 2007’de İsrail Gazze’yi tamamen ablukaya
aldığında Gazze’nin dışarı ile olan tek bağlantısı Rafah olarak kaldı. İsrail
aslında sınır kapısının Filistin tarafını büyük ölçüde zaten kontrolde tutuyor
ve buranın üzerinden İsrail güvenliği ve Mısır güvenliğini ilişkilendiriyordu,
2011 sonrası Hamas karşıtı büyük bir koalisyon kurulmasını da bu ilişkilendirme
üzerinden sağladı. İsrail, bir yandan bu büyük koalisyon ile Hamas’ın Gazze’de
sıkışıp kalmasını sağlıyor, güya kendi kalıplarının dışına çıkacak bir
eyleme/söyleme girişmesini de engelliyordu. Ayrıca Hamas ayakta durduğu
müddetçe Filistin yönetimini sınırlı kazançlar üzerinden daima ehlileşmiş,
İsrail ile var olan hayat hatlarını ayakta tutmaya hevesli tutmak da mümkündü.
İsrail, büyük ihtimalle Hamas’ın Filistin Davası’nı rehin alabilecek bir
potansiyele sahip olduğunu hissetmiş, bu nedenle de son on-on beş yılını bu
hareketin izolasyonuna, Filistin yönetimi gibi ehlileştirilmesine adamıştı. Bu
noktada İsrail’in iki şeye ihtiyacı vardı: Filistin davasının marjinalleşmesine
ve İsrail’in gündemini takip edecek aktörler için (bu aktörlerin bazı rasyonel
beklentileri de olabilir, nihayetinde İran -nükleer programı, milisleri ve
füzeleri ile oradaydı) üretilmiş, görünür kazanç. Bu iki şartı yerine getirmek
İsrail’in boyunu aşıyordu, dahası şartlardan birinin ucu İran’ın dengelenmesi
meselesine dayandığından İsrail açısından ABD’nin İran politikası dahilinde
Tahran’ı ikna etmesi ile, Tahran’ın direniş eksenini makul seviyede direnişte
tutması ile yakından ilişkiliydi. Sonuçta İsrail, ABD’nin desteğine ihtiyaç
duyuyordu ve yeniden İsrail lobisinin İsrail için “doğru formüle” ABD’yi ikna
etmesi gerekiyordu. İsrail lobisinin Hamas karşıtı büyük koalisyon, Hamas’ın
izolasyonu, direnişin bölgesel dinamiklerle kırılması noktasında Obama
yönetimini büyük ölçüde ikna ettiğini görüyoruz. Zaten bu hususta Yahudi lobisi
bölgenin farklı farklı muhafazakâr lobilerin de yanında bulmuştu. Yahudi
lobisinin asıl zorlandığı husus ABD’yi İran konusunda ikna etmekti. Obama lobi
etkisini ve İsrail’in muhalefetini tahmin ettiğinden İran konusunda arka
kapıdan dolaştı. Obama’nın İran konusunda çözümü tam anlamıyla bir çözüm
değildi, sorun zamana yayılıyor ve değişiklik umuluyordu, bu arada ABD bir
eliyle İran’ın boğazı sıktığını gösteriyordu ama bu lobi için, İsrail için
yeterli değildi. ABD’nin işleri farklı şekilde tırmandırıp bölgesel bir savaşı
tetiklemesi İsrail için çözüm olur muydu, bugünkü gibi bir İsrail’den- yani
kendi Gazze problemini bile çözememiş bir İsrail’den bahsediyorsak- muhtemelen
olmazdı. Zaten Trump dönemi, lobinin ve İsrail’in zafer naraları arasında İran
Nükleer Anlaşmasının yırtılıp atılması, İsrail’in güvenliğine bir artı
getirmedi. ABD, güç kullansa dahi bölgesel bir savaşı tetiklemeye, İsrail’i o savaşta
birincil aktörü yapmaya cesaret edemedi. Bugün durduğumuz yerden geçmişe
bakınca ne büyük bir başarısızlık.
İsrail Vietnam’ını ararken patron ne diyor?
ABD’nin o gün Ortadoğu’da İran karşıtı açık bir şiddet
dengelemesine cesaret edememesinin (Suriye’yi biraz şurada biraz burada, İran’ı
biraz Irak’ta, biraz Suriye’de vurmasına rağmen) sebebi vardı, bu sebep bugün
de geçerli. ABD, İsrail lobisi İsrail’in gücü ve Ortadoğu’daki dengeler
hakkında ne derse desin, sahadaki durumun farkında. Bölgesel bir savaşı
tetiklemenin çok maliyetli olacağını biliyor. İsrail’in gücü konusunda da emin
değil. O nedenle Ortadoğu’yu kendisi için bir Vietnam’a çevirmeye niyeti yok.
İsrail ise kendi Vietnam’ını umutsuzca arıyor ve belki de buldu. Bu noktada
ABD’nin ve ABD’deki İsrail lobisinin İsrail’e kendi Vietnam’ına saplanmak
dışında bir yol önermediğini de görüyoruz. Hani hep denir ya- ABD, İsrail
lobisi ile arasına mesafe koymalı; bu tabloya bakınca söylememiz gerek İsrail
de İsrail lobisi ile arasına mesafe koymalı zira lobi belli konularda ABD’yi
İsrail ile beraber yürüme konusunda ikna ediyor, belli konularda ise ikna
edemiyor. Dolayısıyla İsrail, patronun devreye girmeyeceği haller olabileceğini
aklından çıkarmamalı ve kendi Vietnam’ına cumburlop diye atlarken temkinli
olmalı. Tel Aviv’in bu açmazın istemese de farkında olduğunu da bir yandan
HAMAS ile mücadele ederken bir yandan bu açmazı çözmeye çalıştığını hissediyoruz.
Rafah’a başlatılan operasyon bu açıdan mesajlarla dolu.
İsrail, ABD’ye ve tüm Dünya liderlerine – bu arada rakiplere de- İsrail’in
caydırılamaz olduğunu göstermeye çalışıyor. Rafah operasyonunu destekleyen bir
Allah’ın kulu yok bilindiği üzere. Gereksiz sivil kıyımın olacağı ama direnişin
bitirilemeyeceği bir cezalandırma operasyonu. Mısır üzerine baskı doğrudan
Hamas üzerine baskı mı o bile belli değil. Nitekim biraz önce Mısır, Rafah’taki
gidişata bağlı olarak İsrail aleyhine Güney Afrika’nın açtığı davaya taraf
olabileceğini söyledi. İsrail bile bu konuda limitleri biliyor olmalı ki
rehinelerin geleceği ile ilgili müzakerelerden çekilmeye cesaret edemedi.
Müzakereler sürüyor ve İsrail, direnişi bitirmek için Rafah’ta neredeyse bir
milyon sivili döverken, Kahire’de direnişin temsilcisi HAMAS ile rehine
pazarlığı yapıyor. Tel Aviv, hiç için soykırımcı oluyor. Trajik, trajikomik, ne
desek az. Ayrıca, İsrail’in bu noktada caydırılmaz olması İsrail’in stratejik
caydırıcılığının yara-bere almış olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
İsrail kendi Vietnam’ından çıkabilir mi?
Dahası bölge devletleri saflarını Filistin Davası ardında
sıkılaştırmak zorunda hissediyorlar. Türkiye’nin attığı adımlar bu açıdan
önemliydi ve arka kapı pazarlıklarının ABD tarafından bazı körfez ülkeleri ile
basın önünde yapılmasını güçleştirdi. Mısır’ın açıklamaları Ankara’nın
zorlayıcı diplomasi konusunda emsal oluşturduğunu gösteriyor. Bölge devletleri,
İsrail’e bu noktada atabileceğin daha fazla adım yok diyorlar- Vietnam’ın sonu
ABD için yenilgiydi ve daha çok ABD askerini göndermek, daha çok silah kullanmak
bu yenilgiyi önleyemedi. BM Genel Kurul’unda Filistin Devlet’inin tanınması
konusunda alınan karar, uluslararası toplumun İsrail’in şiddet politikası ve
Filistinlilerin hakları konusunda kafaların sanıldığı kadar karışık olmadığını
gösteriyor. İsrail’in Arap-İsrail savaşlarından sonraki tek amacı, İntifadalar
karşısındaki tek amacı uluslararası tanınırlığa haiz Filistin devleti
olasılığının dillendirilmesini önlemekti. BM Güvenlik Konseyi’nde konu kabul
edilmese bile Genel Kurul’un iradesi, Uluslararası Toplumun iradesi
Filistinlilere kendi topraklarında kendi devletleri bünyesinde yaşam hakkı
verilmesidir. İsrail, Vietnam’ını ararken kendi adına büyük kayıplar yaşıyor.
Bu arada İsrail-ABD ilişkilerinde yeni bir Reagan anından bahsediliyor. Biden
yönetiminin Rafah operasyonunu desteklemediği ve muhalefetini İsrail’e
gönderilecek mühimmatın bir kısmını operasyonun sona erdirilmesi şartına
bağladığı ileri sürülüyor. Tıpkı Reagan’ın 1980’lerde İsrail’e F-16 sevkiyatını
durdurması gibi Biden, Tel Aviv’e patron kim onu gösteriyor deniyor. Biden
yönetiminden gerçekten de İsrail’e silah gönderimi ile ilgili bazı şartlar
(sivillere yönelik zarar oluşturabilecek operatif eylemlerden kaçınılması ile
ilgili) dillendirildi. Ama bunların bir patron kimmiş öğren havasıyla
yapıldığını söylemek zor, Biden yönetimi üzerindeki seçim baskısına karışan
Filistinliler ölüyor ve ABD silahlarıyla öldürülüyor baskısının hafiflemesini
istiyor. Yoksa ABD, muhtemelen her gün İsrail’e patronun kim olduğunu arka
kapıdan hissettiriyor. Sorun şu; bugün için İsrail’i Vietnam açmazından
kurtaracak şey, kaybettiğini kabul etmek. Buradaki kayıp İsrail’in varlığı ile
ilgili değil, o yüzden kabul edilebilir. Ama Netanyahu hükümeti bunu istemiyor,
dahası patronun yani ABD’nin de bunu istediğine emin değilim. İsrail’in kayıpta
görünmesini arz etmiyor, mucize bir şekilde gökten kazanç da inmiyor. O yüzden
İsrail kendi Vietnam’ına ve kaybetmeye, her gün daha çok kaybetmeye;
Filistinliler de her gün daha çok ölmeye mahkum.