BU KADAR CEHALET ANCAK DEMOKRASİYLE OLUR
Zeki, bilgili insan denilince ilk akla gelen isim olan Albert Einstein’ın cehâlet ile ilgili şu sözü de ünlüdür: “Cehâlet ne güzel, her şeyi biliyorsun.” Einstein bu ironik ifâdedeki hükme varana kadar kim bilir ne bilmişlikler, ne ukalalıklarla karşılaşmıştır!
Demokrasinin siyâsal anlamda kaçınılmaz karşılığı olan “oy”,
bâzı kişilerin Einstein’ın bu ironik cümlesindeki yakınmaya sebep olan “aşırı
özgüven”e götürebilir. Eğitim seviyemizin, hayat tecrübemizin hiçbir önemi
olmadan, tek şart olarak sâdece on sekiz yaşını tamamladığımız için “pozitif
(sonradan kazanılmış) bir hak olarak kazandığımız “oy”, yâni “seçme hakkı”,
kimilerinin elinde âdeta bir terör örgütünün elindeki nükleer silaha benzer bir
tehdit hâline gelebilir. Demokratik hak olan oy verme hakkı, cehâlet ile
birleşince karşımıza cüretkâr, saldırgan ve iddialı bir tavır çıkabiliyor.
Maalesef bu tavır, gözle görülemeyecek kadar küçük olan zararlı bir mikrobun
yayılması gibi çok çabuk yayılabilir ve bizi kuşatabiliyor.
Câhil anlamaz ama anlatır
Câhil insanların en belirgin özelliklerinin başında “anlama”
değil “anlatma” vardır. Bir başka deyişle dinlemek değil konuşmak telâşı
içindedirler. Zâten dinleme gibi bir vasıfları olsa, câhil olduklarını, her
şeyi bilmediklerini, bâzı şeyleri öğrenmeleri gerektiğini fark ederlerdi. Ve o
zaman bildiklerini zannettikleri şeylerin, bilmedikleriyle kıyaslanamayacak
kadar az olduğunu, hatta bildikleri şeylerin bâzılarının da yanlış olduğunu
görürlerdi ama bunu yapamıyorlar. Bu yüzden câhillerle tartışmak ve uzlaşmak
mümkün değildir. En iyimser ifâde ile “Allah nasip etmiyor” diyelim. İmam-ı Âzam’ın şu sözünü hatırlamamak
mümkün değil: “Câhillerle yaptığım hiçbir tartışmayı kazanamadım.”
Bu çelişkinin sebebi, demokrasiden aldığı gücü yanlış
yorumladığından dolayı, yıllarını bir konuda uzmanlığa vermiş, birçok alanda
çalışmalar yapmış kişilerle tek ortak özelliği “oy vermek” olduğu için kendini
bu kişilerle aynı bilgi seviyesinde zannetme hastalığıdır. Bunu psikoloji veya
psikiyatri literatüründe nasıl bir adı var bilmiyorum ama bu kişiler hiçbir
kaynak veya referans gösterme zahmetine girmeden, -miş’li cümleler kurarak
etraflarındakileri gırtlağa kadar bilgiye batırabiliyorlar. Ola ki, bir itiraz
veya karşı fikirle karşılaştıklarında ise “sana mı soracağım?” ya da “senden mi
öğreneceğim?” deyip son hamle saldırganlık kartını oynuyorlar.
Yine Einstein demiş ki, “Büyük ruhlar, sıradan beyinler tarafından her
zaman muhalefet görür. Sıradan bir beyin, geleneksel önyargıları körü körüne
boyun eğmeden reddeden ve düşüncelerini cesurca ve dürüstçe ifâde eden
insanları anlayabilecek kapasiteye sâhip değildir.”
Sıradan
beyinlere sâhip olmak suç değildir, tıpkı bilmemenin ayıp olmadığı gibi. Ama
yeni öğrendiği şeyi, âdeta vahiy almışçasına sâdece kendinin bildiğini
zannetmek, gerçekten bilen için çok trajikomiktir. Bunun en mâsum örneğini
sosyal medyadaki kısa videolarda görebiliriz. Üniversite okumak için beş
altı ay önce İstanbul’a gelen bir gencin, “İstanbul’da kimsenin bilmediği
yerler” deyip mesela Kapalıçarşı’daki Şark Kahvesi’ni anlatan video çekmesi ne
kadar paçoz bir tavırsa, bilginin kişiye âit ve mahsus olduğunu zannetmek de o
kadar can sıkıcı olabiliyor. Onların okuduğu kitap, “Yok böyle bir kitap”tır.
Onların seyrettiği film, “Yok böyle bir film”dir. Amaçları o kitap veya film
değil, sâdece kendilerini merkeze koyduklarının ifâdesindeki malzemedir.
Böyle kişilerden oluşan bir topluluğa hatta bir toplama her
şeyi yaptırmanız mümkündür. Yeter ki kendinizi gizlemeyi becerin ve onları
yönlendirdiğinizi hissettirmeyin. Kerâmeti kendinden menkul sözde evliyâlar
gibi, hemen sizin güdümünüze girerler. Bir de “düşünce ve ifâde özgürlüğü” gibi
hipnotik ifâdeler kullanıp, “yeter ki iste, yaparsın”, “çok istersen her şey
mümkün” gibi birkaç kişisel gelişim zırvasını dillendirirseniz, bu insanlara
yaptıramayacağınız hiçbir şey yoktur.
Câhil câhili her yerde bulur
Bu insanlar hiçbir şey yapmayıp hiçbir şey bilmeden
konuşmayı çok sevdikleri için, kendileri gibi insanları da çok severler.
Sevdikleri o kişiler mesela bir siyâsetçi ise, her lafa gülen bilinçsiz
stand-up seyircisi gibi, çok iyi birer alkışlayıcı ve “seçmen” olurlar. Aslında
seçtikleri bir şey ya da bir kişi yoktur. Zaafları bilindiği için sevecekleri
vasıflarla donatılıp önlerine konulan herhangi bir siyâsetçiyi desteklerler.
Yeter ki boş konuşsun, atıp tutsun veya lafı gevelesin. Hiçbiri işe yaramazsa,
verdiği vaadleri unutsun. Onun art arda kurduğu beş cümleden mantıksal bir
seyir olup olmadığına bakmazlar.
Yalandan da olsa…
Bu durum olsa olsa Pinhani adlı müzik grubunun meşhur şarkısının
sözlerindeki gibi “Yalandan da olsa ne güzel o akşam bana” cümlesinde ifâde
bulan “aptal âşıklık” söz konusu olduğunda hoş görülebilir. Aşkın gözü kör,
kulağı sağırdır. Aşkta mantık, sebep-sonuç ilişkisi, tutarlılık aranmaz. Zâten
âşık olunca bencillik yerini diğergamlığa bırakır. Keşke cehâlet sâdece âşıkken
yaşanan bir hâl olsa.
Ama maalesef câhillik bir hâl değil, bir tavır ve davranış
şekline dönüşüyor. Câhil insanlar çok konuşup dinlemedikleri için ve
konuşmalarında mantık ve tutarlılık silsilesi olmadığı için düşünce ve dünyâya
bakışlarında da bunlar yoktur. Ağzına ne geldiyse söylemek gibi, o an veya kısa
vâdede ne istiyorsa olsun gibi bir ferâsetsizlikleri vardır.
Demokrasinin sâdece belli bir yaşta oldukları için onlara
verdiği oy hakkını bile kısa vâdeli mâddî hırsları için kullanırlar. Futbol
konusunda tek tecrübesi haftada bir kez halı sahada maç yapmak olmasına rağmen,
hayâtını bu işe vermiş babası yaşındaki teknik direktörü millî takım kadrosu
üzerinden eleştirenleri “futbol fanatizmi” sınırları içinde mâsum görebiliriz.
Ama mesela ister genel ister yerel seçimler olsun, her seçimi bir “zam isteme
fırsatı” olarak görenlerin cehâletleri ancak demokrasi vesilesiyle ortaya
çıkacak bir ahmaklıktır.
Bunun sebebi kendi konuşmalarında hiçbir samimiyet ve bilgi
arka plânı olmadığı için, bilgi ve samimiyet olmadan ama onların duymak
istedikleri söyleyen herkese inanmalarıdır. Bu konuda aldatılmaları önemli
değildir, çünkü onları tatmin eden sâdece kulaklarından sevdikleri herhangi bir
sözün girmesidir. Aslında bu câhillerin yaptığı şey, sakız çiğneyerek karın
doyuracağını zannetmektir. Sakızın şekeri bitince atıp bir yenisi çiğnemeye
devam ederler.
Demokrasinin bir yan etkisi olan bu cehâlet, muhalefete
iktidârın bir alternatifi olarak bakmaz. Kaynağını demokrasiden alan ama
demokrasiyi âdeta sülük gibi emerek sömüren bu cehâlet için muhalefet, icraat
yapmayan, iktidara alternatif olma iddiası taşımayan ama sâdece konuşan ve
iktidârı cezalandırmak için kullanılan bir araçtır.