İRAN SEÇİMLERİ: NE BEKLİYORUZ?
Kimseyi şimdilik tatmin etmeyen bir seçimlere katılım oranı ile karşı karşıya olunduğu ve bu oranın yükseltilmesi için çalışıldığı ortada. Muhtemelen geçen seçimlere yakın, daha kabul edilebilir bir oran yakalandığında ilk sonuçlar da açıklanmaya başlanılacak. Sonuçlar ortada olmadan bir analiz kaleme almak, 1 Mart seçimleri için mümkün, zira haftalardır pek çok uzmanın farklı farklı mecralarda yazdığı üzere bu seçimde reformcuların hem Şura Meclisi hem Uzmanlar Meclisinden silinmesi ya da bir azınlık görüntüsüne sıkıştırılması adeta garantilendi. İran’da siyasi partilerin gücü çok sınırlı ve meclis seçimlerinde aday olmak isteyenler Anayasa Koruyucular Konseyi’nin onayını almak zorundalar. Konseyin, rejimin güvenliğine gölge düşürmeyecek şekilde seçimlere kimin katılıp, kimin siyasi yarışa girebileceğini belirlediği bir gerçeklik altında hareket ediyoruz.
Müesses nizamdan mesaj var
Kimine göre, rejim güvenliği dediğimiz kısım aslında müesses
nizamın güvenliği ve giderek nizam, İran İslam Devriminin İslami devrimci
tarafıyla bütünleşmiş, Devrim Muhafızları’nın etkisinin arttığı bir renkte,
sert bir biçimde yola devam ettiğini, edeceğini hiçbir kuşkuya (içeride ve
dışarıda) yer bırakmayacak şekilde, açıklıkta ilan ediyor. Bu mesaj, 2022
protestolarına rağmen, sokakların çeşitli nedenlerle memnuniyetsizliğine
rağmen, başta gençler ve kentli olmak üzere çeşitli sosyal kesimlerin müesses nizama
karşı kimi zaman açık, kimi zaman kapalı direnişine rağmen, sürdürülmek zorunda
olan askeri kapasite inşası ve vekil savaşların ekonomik yükü, yaptırımların
ekonomik yüküne ve bu yükün halkta bıraktığı hoşnutsuzluğa rağmen hiçbir şeyin
değişmediği, değiştirilmemesi kararlılığının bugünün İran karar vericileri açısından
önemli olduğunu anlatıyor. Bu önem sadece ilkesel nedenlerden kaynaklanmıyor,
Tahran için pratik nedenler de söz konusu. Böylece İran, başkalarına bu rejim
ile pazarlık yapacağını, bu rejimle normalleşeceğini, bu rejimin bölgedeki
stratejik derinliği ile uğraşacağını hatırlatıyor.
Bu arada da bir alt mesaj olarak Hamaney sonrası -ki kendisi
İslam Devrimi’nin ikinci Devrim Rehberi, 35 yıldır bu makamda İran’ın iç ve dış
politikasının temel belirleyicisi ve 85 yaşında- Devrim Rehberliği için adı geçen
Ruhani gibi isimlere geçit verilmeyeceği de ilan ediliyor. Reisi’nin önünün
açıldığını şimdiden ilan edenler de çoğunlukta. Aslında muhafazakârlar arasında
kıyasıya bir rekabet olduğu -çünkü pasta şimdi daha anlamlı bir büyüklükte- ve
birbirlerinden sertliklerinin derecelerini artırarak ve birbirlerinin kimi
kirli çamaşırlarını ortaya sererek ayrıştıkları unutulmamalı. Dolayısıyla
Hamaney sonrası hazırlıkların ve nizamın gönlünde yatan bir aslanın olduğu açık
ama kazananı ilan etmek için daha erken. Kimlerin kaybettiği ise son derece
açık ve bu hatta bir değişiklik olacağına dair bir umut olmadığından reformistlerin
yola nasıl devam edebileceğini sorgulamak günün makul sorusu.
Reformcular neyi
başaramadı?
Reformistlerin sistemin siyasal sınırları içerisinde varlık
hattı çok daralmış durumda ve nasıl direnebilecekleri ile ilgili fikir
ayrılıkları yaşıyorlar. Örneğin, bu seçim öncesi önemli reformist isimlerin bir
kısmı seçimleri boykot edeceğini açıkladı, bir kısmı ise seçime katılmasına
izin verilen az sayıdaki reformisti destekleyerek, reformcular arasında bir güç
birliği oluşturmanın önemli olduğunu söyledi. Boykot, Rejimin ve müesses
nizamın seçimlere katılım oranını önemsediği düşünülürse (çünkü İran bir
cumhuriyet ve halk iradesinin tecelli etmesi rejimin dayandığı İslam kadar
önemli bir meşruiyet kaynağı) siyasi memnuniyetsizliği gösteren önemli bir
protesto biçimi ama reformistlerin “reformist” olma özelliğini de zayıflatıyor.
Sistemin dışına çıktığınızda ya ununuzu eleyip duvara asmışsınız demektir ya da
sistemi reforme etme duruşundan sistem karşıtlığına doğru evrilmişsiniz demektir.
Dolayısıyla Devrim Muhafızları ve daha örgütlü hareket etme kabiliyetine sahip
muhafazakârlar tarafından çok rahat güvenlikleştirilebilir, kısıtlanabilirsiniz
demektir. Reformistlerin (İran da reformun güçlü bir gelenek olduğunu da
vurgulayalım) siyasi yarışa girerken ve siyaset oyununu oynarken- ki bu oyun
onları ara ara iktidara da taşıdı- hedefleri tabi ki bu değildi, hedefleri
rejimi dönüştürürken kendilerini siyasi iktidarda güçlendirmekti.
Bu noktaya odaklanan bazı yorumcular aslında resmin
göründüğü kadar entrika dolu bir çetrefillikte, dramatik olmadığını
söylüyorlar. Onlara göre Anayasa Koruyucular Konseyi seçim öncesi ortamı ilk
kez dizayn etmiyor. Konsey, müdahalelerini dün de birileri için birilerine
karşı yapmıştı. Bu yorumcular, Ahmedinejat’ı durduran kimdi, Ruhani’nin önünü
açan kimdi diye soruyorlar. Onlara göre reformistlerin uçlara sıkışmasının çok
temel bir nedeni var, programlarında başarılı olamadılar, beklentileri doğru
çıkmadı. Dolayısıyla reformcuların başarısızlığı bugünün sorunu değil, İran
Nükleer Anlaşması beklenen açılımı (Avrupa piyasaları ile bütünleşme, liberal
ekonominin getirilerinden faydalanma) sağlayamadığında, muhafazakâr elitin
başarılı olunacakmış gibi kendini sınırlamasına, reformcuların önünde kurbanlık
siyasi zevat olarak beklemesine gerek kalmadı. 2009 protestoları sisteme karşıt
(reformist değil karşıt) varlık gösterilerinin olabileceğini göstermişti,
dolayısıyla muhafazakârlar nizamı korumak ve reformistlerin alanını siyaseten
daraltacak şekilde hareket etmek için yeterince sebep buldular.
Çorbada ABD’nin de tuzu var
Batı’nın İran nükleer programı konusunda çuvallamasının
faturası genellikle Trump’a kesiliyor. Bilindiği gibi Trump, daha iyi bir
anlaşmaya eskisini yırtıp atarak ve yenisi için baskı yaparak, hatta güç
kullanarak ulaşabileceğini düşünüyordu- ki olmadı. Ama Trump’ı suçlarken Obama
dönemi İran politikasının da sıkıntılı olduğu, geç kalmışlıklar ve dönüştürücü
umutlar arasında nükleer meseleye son derece geçici bir çözüm bulduğunu
unutmamak gerekiyor. Obama Yönetiminin 2009 Yeşil Hareketi destekleyememesinin temel
nedeni reformcuların elini zayıflatmamaktı. Beyaz Saray reformcularla Nükleer
Anlaşmayı kotarmak, ekonomik vaatlerin rüzgârı ile -ki bu rüzgâra İran için
Irak ve Suriye’de açılan ya da kapatılmayan/kapatılamayan alanı da ekleyelim-
İran’da elit içerisinde bir dönüşümün gerçekleşmesini kolaylaştırmak istiyordu.
Ancak Obama Yönetimi İran nükleer programının anlaşma ya da başka bir araçla
sınırlandırılmasında geç kalındığının, bu yüzden de İran için sıfır
zenginleştirmenin artık bir seçenek olmadığının da farkındaydı. İsrailli
yetkililer ellerinde bomba karalamaları Kongre kürsülerinde bağırırken, Obama
ABD’ye Ortadoğu’da sorunsuz bir 10-15 yıl kazandırdığını düşünüyordu. İran’da
yavaş yavaş dönüşüm filan olsa, bakmışsınız 10 yıl 20 yıl, 20 yıl 30 yıl olmuş.
10-15 yıl gibi kısa bir rahatlığa itiraz olacağından, bazıları bomba
karalamalarını ciddiye alacağından, dahası bazıları İran müesses nizamının elit
dönüşümünü kolay gerçekleştireceğine inanmayacağından, birileri İran’daki elit
içi mücadelede takiye kokusu alacağından, Obama söz konusu anlaşmayı bir
başkanlık anlaşması düzeyinde başkanın niyetine bağlı olarak tuttu. Trump,
anti-elitist popülizmi ile Clinton ve Demokrat Parti dış politikasını
süpürdüğünde, İran’a yönelik kuvvet kullanma seçeneğine geri döndüğünde hem
İran reformizminin dayandığı Batı’ya açılalım umutlarını yıktı, hem de eski
İran’ın bölünebileceği, ABD’nin İran’ın bölünmesini isteyebileceğine dair
korkuları yeniden canlandırdı. İran için bu korkular çok yersiz de değil.
ABD’nin Ortadoğu’da küçük, mini-minnacık aktörlerle iş tutmayı sevdiğini
bilmeyen yok. Bölgenin parça pinçik tutulması, ABD’nin bütüncül bir bölgesel
ideoloji ya da bölgesel güçle veya bölgesel güç adaylarıyla, dengeleyicilerle- ABD’nin
zihninde İsrail zaten birilerine karşı daimî bir dengeleyici- uğraşma
zorunluluğunu ve zorluğunu da ortadan kaldırıyordu. Bir gün sıranın İran’a
gelebileceği varsayımı, Tahran’ın milisler aracılığı ile sınırlarının ötesinde
savaş vermesinin de temel meşrulaştırıcısı oldu, bu meşrulaştırmanın temel
itici gücü, uygulayıcısı Devrim Muhafızları Ordusu da böylece müesses nizam ile
özdeşleşti.
Sözün özü reform uygun konjonktür ister. Bugün İran,
vekilleri veya irtibatlı olduğu milisler üzerinden Ortadoğu’da bir güç
gösterisine girişmişken, Direniş Cephesi gibi bir adlandırmanın bir ayağını
kendisine bir ayağını Filistin davasına bağlamışken, bu bağlantılar üzerinden
tüm bölgeye- özellikle de sokaklara seslenebiliyorken- ve tüm bu hatları Devrim
Muhafızları üzerinden düğümlerken reformcuların önünü açacak, Devrim
Muhafızlarının etkisini kısıtlamasa bile soru işareti ile bırakacak bir seçim
dönemi geçiremezdi.