AYASOFYA
Galata köprüsü üzerinden Eminönü’ne, Topkapı'ya, Kız Kulesine, gelip giden vapurlara, durmaksızın uçan martılara, şehrin kalabalığına dalıp gitmiştim. Ne kadar vakit geçmişti rüyanın üzerinden bunu bilmesem de ilk kez Kadıköy vapuruyla Kadıköy’e Mehmet Sandıkçı dostumla geçmiş, oradan da Eminönü’ne ve Cağaloğlu’na yürümek üzere Galata köprüsünün üzerinde rüyamı hatırlamıştım. O günden bugüne İstanbul’a karşı duygularımda bir azalma olmadı. Bilakis daha da derinleşerek payitahtın, camilerin, manevi şahsiyetlerin, ilmin, irfanın, sanat ve edebiyatın, elbette şiirin ve musikinin, kitapların, dergilerin, yazarların ve dergâhların şehri İstanbul yüreğimde taht kurmuştur.
“Aziz İstanbul”u Yahya Kemal’den
okumuştuk.
“Sana dün bir tepeden baktım aziz
İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir
yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince
kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre
değer” diyerek yüreklerimize dokunuyordu.
Sonra Necip Fazıl Kısakürek “Canım
İstanbul” diyerek bizleri karşıladı:
“Ruhumu eritip de kalıpta
dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk,
eda, iklim;
O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız,
suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım; Vatanım da
vatanım...
İstanbul, İstanbul...”
Biz böyle bir şehrin sokaklarında,
tarihin kalbinin attığı camilerinde, külliyelerinde, medreselerinde,
şadırvanlarında, kabristanlarında, köşklerinde, saraylarında, yanından geçerken
dokunduğumuz yapılarında, Eyüp Sultan semalarında dönen sığırcıklarında,
güvercinlerinde, takipten asla vazgeçmeyen kargalarında, kumrularında aşkı
gördük. Sevdayı yaşadık. Günde beş vakit ezanların kalbimizi titreten
kelimeleriyle Ayasofya’ya yıllarca hüzünle baktık. Boynu bükük,
kalbi kırık bir emanetin sahipsizliğine yanıp kavrulduk. Böylesi bir şehrin
hiçbir camii kapalı tutulamaz. Hiçbir camii müze yapılamaz. Hiçbir camiine
kilit vurulamaz ve hiçbir caminin hiçbir yerine, parayla kim olursa olsun
girilip çıkarılamaz. Bu bizlere Peygamber (as)’ın yaptığı ilk mescid Mescid-i
Kuba’dan, Mescid-i Mebevi’den, Mescid-i Haram’dan, Kudüs’ten, Buhara’dan,
Semerkant’tan, Konya’dan, Diyarbakır’dan, Şanlıurfa’dan, Bursa’dan, Edirne’den,
Halep'ten, Şam’dan, Türkistan’dan emanet olarak gelmiş ve imanlarımıza
bırakılmıştır.
Ayasofya,
zincirlere vurularak 86 yıl ibadetten uzak sürgünlere düşürülmüştür. İçte ve
dışta ne kadar müfsid, müflis, müşrik, münafık müptezeller varsa birlik olup
Ayasofya’yı zincirlemişlerdir. Müminler mitinglerle “Zincirler Kırılsın
Ayasofya Açılsın” diyerek inim inim yeri göğü inletmişlerdir. Hemen
hemen her mümin şair, kalem erbabı şiirleriyle duaya yönelmişlerdir. Gözyaşları
içinde yıllarca hasretini çekmişlerdir. Binlerce şükür, binler hamt ederek
sevinç gözyaşları içerisinde yine bir Cuma namazına denk getirilmek suretiyle
Sultan Fatihin fetih armağanı olarak bıraktığı bu öksüz, garip Ayasofya’yı Cumhurbaşkanımız
Recep Tayyip Erdoğan ve heyetinin açmasıyla sevinç gözyaşları
dökülmüştür. Bu tarihe tanıklık etmiş milyonlarca dünya Müslümanlarının
sevinçli dualarıyla, beş vakit kılınan namazlarla, yurt içinden ve dışından bir
vakit namaz eda edebilmek için kervanlar yollara düşmüştür. Müminler
biliyorlar ki Ayasofya'nın tekrar Camiye dönüştürülmesi ile sıra Kudüs'e,
Mescidi Aksa’ya gelmiştir-gelecektir biiznillah.
Ayasofya’nın
ibadete açılmasının sevinciyle milyonlar akın etmiş, hayranlıklarıyla açanlara
dualar gönderilmiştir. Bu vefalı çabanın, Ayasofya'nın Cami olarak açılışının
Fatih’in emanetine sahip çıkılması anlamını taşıdığını her gelen müminin
sevincinde gördük. Gelmeyenlerin nasipsiz olduklarını da anladık ve bildik.
İmdi, ilk açıldığından bugüne yeni oyunlarla yeni bahanelerle şurası şöyle,
burası böyle denilmek suretiyle tadilatlara, tamiratlara ya da müzeye
dönüştürülerek girenlerden elli akçe, girmeyenlerden yüz akçe alma kararının
siyonistlerin, kapitalistlerin, münafıkların oyununa gelmek anlamına geldiğini
hatırlatıyor ve uyarıyoruz. Hiç kimse, şu ya da bu nedenle, müzeye dönüştürülen
yer, neresi olursa olsun, asla ve asla buna fırsat vermenin fitneye sebep
olacağını, şeytanın kurduğu tuzaklara yeniden düşüleceğini görmekteyiz. Kim
yapmışsa biz an evvel bu tavırlardan vazgeçerek, rahmetin kesilmemesine,
duaların eksilmemesine özen gösterilmeli ve tövbe etmelidir. Elbette devletimiz
güçlüdür. Oyuna ve oyunlara gelmez. Oyuncuların oyunlarını elbette bozar. Lakin
açılan gedik bir kez açılınca korkarız ki gerisi çorap söküğü gibi gelir.
Mesele ciddidir. Sivil Anayasanın çalışmalarının yapılacağı bu dönemlerde
milletimizin ortak dertlerinin, sıkıntılarının, milli kültür ve ahlak
anlayışlarının temeli olan vahyin bize emrettiği başörtüye dokunulamaz, camiler
hiçbir şekilde müze yapılamaz, Kuran ve Kuran merkezli dersler asla
okutulmaktan geri bırakılmaz denilmelidir. Bunu sağlamak imanın,
vatanseverliğin, bayrak aşkının bir gereği olarak değiştirilmemek üzere
maddeleştirilmesi elzemdir. Emanet ehline tevdi edilmelidir. Vesselam.