TÜRKİYE'DEN İSVEÇ'E ONAY: NEDEN BU KADAR UZADI VE NEDEN ŞİMDİ?
Bilindiği üzere İsveç ve Finlandiya özelinde Türkiye’nin dillendirdiği bazı çekinceler dışında Ankara prensipte NATO’nun genişlemesine destek veren, NATO caydırıcılığının güçlenmesini de memnuniyetle karşılayan bir aktör. Türkiye için çok önemli olan stratejik otonomi ve milli kapasiteler üzerinden ulusal caydırıcılığı kuvvetlendirmek fikri güçlü NATO caydırıcılığına destek verme ve bu caydırıcılığın da altında olma fikri ile çelişmiyor Ankara’nın stratejik zihninde. Mesele çıktığında, bu yüzden, ilkeler düzeyinde çıkmaktan çok ittifak politikaları düzeyinde yani kim kime güvenebilir sorusu üzerinden çıkıyor.
Madrid Mutabakatı çok önemliydi
İsveç ve Finlandiya, özellikle de Stockholm, NATO’ya üye
olmak istediklerinde de Ankara tarafından güvenilirlikleri noktasında
sorgulandılar. Türkiye, iki ülkenin teröre destek verme ve Türkiye’nin savunma
sanayine yeterli desteği vermeme noktasında güvenirliliğini sorunlu buldu ve bu
noktada iki aktörün niyetlerinin ciddiliğini kanıtlamasını talep etti. Bence,
bu bağlamda Türkiye’nin talebine yönelik en ciddi yanıt 2022 Madrid Mutabakatıdır.
Türkiye o mutabakat ile NATO çatısı altında ve iki ülkenin NATO üyelik isteğine
bağlı olarak terör örgütlerine iki başkentin desteğinin kesilmesi ve Türkiye
savunmasına yönelik kısıtlayıcı tedbirlerin kaldırılması konusunu, terör
örgütlerinin ismi de zikredilerek kayıt altına aldırdı. İki ülke, aynı zamanda
AB üyesi olduklarından- hatta AB’nin kuzey ülkeleri kültürünü temsil eden bir
yerlerden geldiklerinden, bu mutabakat ile iki ülkenin Türkiye’nin savunma ve
güvenliğine katkıda bulunmayı, anılan hususlarda halel getirmemeyi vaat
etmeleri, Türkiye-Avrupa ilişkilerinde güvenlik alanında iyileşen bir iş birliği
beklentisini de beraberinde getiriyordu. Nitekim mutabakatta biraz muğlak
olmakla beraber PESCO’ya yapılan bir atıf olduğu da hatırlanmalı. Dolayısıyla
Madrid Mutabakatı, muhtemelen o masaya oturup bu sözler altına imza koymak
konusunda çok gönülsüz olan İsveç’in o günkü hükümeti de dahil tarafların
siyasi niyet beyanıydı ve ciddi bir sorumluluk yaratmaktaydı. Türkiye, o gün o
noktada zaten kazanımlarını almış, kendisi de mutabakat ile niyetini yani
mutabakat koşulları gerçekleştirildiği takdirde iki ülkenin NATO üyeliğine izin
verme niyetini ortaya koymuştu. Nitekim, Finlandiya 2023 Vilnius Zirvesinden
önce bu süreci Türkiye ile karşılıklı olarak kotarmayı başardı.
Süreç niye uzadı?
İsveç ile süreç neden uzadı ve niçin şimdi çözüldü
meselesinin tek bir cevabı yok. Öncelikle iki yıl boyunca tekrarlanan cevabı
söyleyelim. İsveç süreci kötü yönetti-ki süreci iyi yönetmeleri kendileri
açısından zordu. Kuzey Avrupa stratejik kültürü güvenlik uygulamalarını ve
zihniyetini İttifak’ın alanından da Türkiye’nin stratejik kültüründen de uzakta
bir yerlerde tanımlar. Toplumsal zeminde sadece Türkiye’ye uzak değil, çeşitli
nedenlerle Türkiye karşıtı grupların etkisi de biliniyordu. Ayrıca Stockholm
büyük devlet geleneğinden gelen bir ülke, basit bir “takip” davranışını
sindirmesi, özellikle Madrid Mutabakatında norm koyucu olarak Ankara
belirdiğinden, Ankara’yı takip etme davranışını sindirmesi kolay değildi. Zaten
bu nedenle, İsveç eliti özellikle bir süre Ankara’yı değil ABD’yi takip
ediyorlarmış hissiyatı ile hareket etmeyi seçtiler. Bu Anglo-Sakson
prütenizmine meyilli modern İsveç ruhuna da aykırı bir düşünce değildi. Dahası
hepimiz biliyoruz NATO’nun Kuzey Avrupa’ya genişlemesi Büyük Britanya, Norveç,
Finlandiya, Danimarka gibi bazı ülkeler için özellikle önemli ama bu her şeyden
önce bir ABD stratejisi.
Ukrayna Savaşı dahilinde Rusya’yı sınırlamak konusunda ABD
pek çok açıdan başarısız olmuş olabilir ama NATO’nun Rusya’nın olası alan
kapatma ya da hibrit savaş dahilindeki saldırıları karşısında kısa dönemde
ortaya çıkabilecek açıklarını tamir etme ve NATO’nun caydırıcılık alanını
genişletme konusunda son derece başarılı. Rusya ile itişip kakışma bitmeyeceği
için caydırıcılığın sınanması endişesi her daim var olmaya devam edecek ama
sonuçta Rusya veya herhangi bir rakip NATO caydırıcılığını gerçekte sınamaya da
şu an için cesaret edemedi. Öte yandan, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik
niyetlerini açıklayarak kendilerini hedef tahtasına koyduğunu ifade edenler de
yanılmıyordu. Allahtan Rusya’nın nefesi Ukrayna’nın ötesine çatışmaları hibrit
yollarla olsa da ilerletmeye yetmedi ve daha riskli bir konumda olabileceği
düşünülen Finlandiya, Ankara ve Budapeşte’yi ikna etme işini daha önce
halletti.
Türkiye norm koyucu
Bu tablo, İsveç’in acele etmesine ihtiyaç var mı yok mu
sorusunu da beraberinde getirdi. Bir yanı ile var, zira süreç uzadıkça
İsveç-Türkiye hattında çıkan anlaşmazlıkları kendi radikalleşmeleri için
mazeret olarak kullanmak isteyenlerin İsveç’e akın edebildiğini gördük. Batı ve
özelde de İsveç siyasi eliti, NATO’ya üyelik konusunun, kendilerini hedefe
oturtmuşken toplumsal zeminde sorgulanması sorunuyla baş başa kaldılar. ABD’nin
güvenlik garantileri ile mi işi götürsünler yoksa Ankara’yı ikna edecek diplomatik
süreci mi işletsinler ve normlar açısından Ankara’nın peşine takılmış olmayı
içlerine mi sindirsinler, gelgitlerle dolu bir süreç oldu. Bugün Türkiye’de
kamuoyu üyelik sonrası İsveç’in sözlerine ne kadar sadık olacağı meselesi
üzerinde duruyor doğal olarak. Ama bu süreçte Türkiye’nin güvenliğini önceleyen
normların iki ülkenin üyelik sürecinde NATO kurucu normları ile aynı ciddiyette
ele alındığı, bunun başarıldığı, unutulmamalı. Ayrıca bu süreçte Ankara
merkezli norm inşasına İsveç’in bu kadar kendini kaptırmasının Budapeşte’de
rahatsızlık yarattığını da görüyoruz. Macaristan’dan yapılan açıklamalar mealen
İsveç’in Türkiye kadar Macaristan’ı ikna için zaman harcamadığını, Stockholm’ün
“kibirli davranışlarından” Macaristan’ın memnun olmadığını söylüyor. Olaya tabi
sadece pazarlık ve kazançlar boyutundan bakanlar var. Ancak Türkiye’nin süreçte
kazandığı -sınırlı da olsa norm koyucu- etkinin Macaristan gibi ayrı kimliğini
her fırsatta sergilemek isteyen ülkelerde bir imrenme yarattığını da
söyleyebiliriz. Tabi, İsveç Macaristan’ı nasıl ikna eder, artık bu NATO kadar,
hatta ondan daha önce kendini Rusya’nın hedef tahtasına koyan İsveç’in,
Rusya’nın ve ikili anlaşmalar bağlamında İsveç’e güvenlik garantileri veren
ABD’nin meselesi.
Türk-ABD ilişkileri ile ilintili hale gelmek
İsveç ile ilgili sürecin uzamasının temel bir nedeni de
konunun Türkiye-ABD ilişkilerinin bir konusu haline gelmesiydi. Madrid
Mutabakatına kadar iki taraf da bu konuyu bir İttifak meselesi olarak ele
almayı seçti ancak mutabakat sonrası süreç ABD’nin beklentilerinin ötesinde
biraz önce bahsettiğimiz kötü yönetişim çerçevesinde uzayınca Biden yönetimi
İsveç’in NATO üyeliğini Türk-Amerikan ilişkileri ile ilintili hale getirme
eğilimi gösterdi. Türk-ABD ilişkilerinde iki temel sorun var. İlki güven
eksikliği ve maalesef güven artırıcı adımlar ve bu yöndeki çaba -sonuç
vermediğinde ya da bir pazarlık aracına dönüştürüldüğünde- güven eksikliğinin
giderilmesini değil daha fazla güvensizliğe neden oluyor. Diğer sorun da
kompartımanlaştırma stratejisinin işlememesi, Ankara ve Washington arası ikili
ilişkilerde özü itibariyle alakalı alakasız her konu birbiriyle ilintili hale
geliyor. Bunda ABD’nin küresel bir güç olması, bölgeye ve bölgesel dengelere
çok yukarıdan, çok uzaklardan, çok dikkatsizce bakmasının da etkisi var.
Dolayısıyla İsveç’in NATO üyeliği Türk-ABD ilişkilerinin bir konusu haline
geldiği anda Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan bu temel sorunlara da saplandı
kaldı.
Bugün İsveç’in NATO üyeliği yolunda Ankara’nın onayı,
İsveç’in Türkiye’de siyasi eliti ikna etmek için çaba harcaması, Madrid
Mutabakatı ile başlattığı süreci devam ettirmesi kadar Türk-Amerikan
ilişkilerinde de bir kıpırdanma olduğunu gösteriyor. Bu kıpırdanma sonucunda
Türkiye’ye F16 modernizasyonu ve satışı ile ilgili verilen sözün yerine
getirilmesinin önü açıldı. Eğer satış gerçekleşirse Türkiye, MMU’nın
envanterine ve sistemlerine entegre olmasına kadar hava kuvvetleri açısından
arayış içerisinde olduğu ara çözümü bu şekilde gerçekleştirmiş olacak. Mesele
yine kamuoyunda maliyet ve Yunanistan’a da eş zamanlı olarak verilmesi
planlanan F35’ler üzerinden tartışılıyor (-ki yine biliyoruz Yunanistan’a işbu
kapasite inşası Türkiye ile F16 meselesi hallolmadığından bekletiliyordu. ABD,
hala Ege’de gözettiğini söylediği Türkiye-Yunanistan dengesini gözetmeye devam
ettiği mesajını vermek istiyor). Her türlü tartışma ve karşılaştırma
yapılabilir tabi, Türkiye’nin ve kamuoyunun ABD’ne duyduğu güven eksikliği de devam
edebilir ama sonuçta eğer satış ve modernizasyon gerçekleşecek ise bu bedeli
ödenmiş dahi olsa, bir ara çözüm dahi olsa bir kapasite inşası ve paylaşımı.
Neden şimdi?
Bugün bu konuda tarafları daha net konum almaya ve anlaşmayı
tamamlamaya iten faktörlerden birinin de Ortadoğu’da değişen dengeler olduğunu
da unutmamalıyız. ABD’nin değişen dengeleri toparlamak için ne yapacağı hala
çok net değil. UAD’nı bu cuma günü almış olduğu karar ile İsrail’e ateşkes emri
vermemiş olabilir ama İsrail’in askeri operasyonları ya da siyasi ağırlığı
üzerinden bölgesel dengelerin sağlanma şansı artık daha da az. Basına yansıyan
ABD’nin Irak ve Suriye’den çekilmeye hazırlandığı ile ilgili iddialar doğru mu,
doğru ise amacı ne ve bu amaç bölgesel dengelerin yerine oturmasına imkân
verecek mi sorularının cevabı belli değil ama tüm bu hay huy içerisinde bölgede
ayakta kalan aktörlerin bölgesel diyalog mekanizmalarından kopmadan kapasite
inşası ile ilgili daha ciddi düşünecekleri, ABD’yi de düşünmeye sevk edecekleri
çok açık.