YENİ BİR BÖLGESEL VEKALET SAVAŞI
Savaş, teorik olarak, kimi zaman bozulan dengenin yerine oturması, düzelmesi için bir araç olarak da kullanılabilir ama durduğumuz noktada bu tür bir düzenleyici savaş için üç çok önemli sorun söz konusu. İlki sıklıkla zikrediliyor, bu tür bir savaş, kazancın ve kaybın yeniden dağıtılması için bir başlangıç noktası olabilir ama aktörlerin (bugünkü görünümü ile direniş ekseni ve diğerleri) kapasiteleri o kadar çok şey yapmaya elverişli ki dağıtılan el büyük ihtimalle kayıpların dağılımına dayanacak. Yani hala el yükseltmek için fırsat kollayan aktörler için bile bir bölgesel savaşa duhul olmak çok cazip değil.
Bölge dışı aktörler
nerede duruyor
İkincisi, bölgesel
aktörlerin kabiliyetleri gerçek bir kazanan belirleme noktasında yeterli
değilse, bölge dışı aktörlerin kimi kime karşı destekleyeceği önem kazanıyor.
Bu noktada bölge dışı büyük güçler arasında bir oydaşma yok. Hatta, Rusya ve
Çin’in ismi çoğunlukla direniş ekseni ile birlikte anılıyor. Bu adreslere bölge
devletleri, kimi zamanda ABD’nin istenmeyen politikalarını ya da ABD’sizliği
dengeleyecek başkentler olarak bakıyor. Ayrıca unutulmamalı, bugün bölgede el
yükseltme/tırmanma stratejisinin en açık uygulandığı alan Umman’ın doğusundan
Kızıl Deniz’in sonuna kadar Husi saldırılarına açık olan alan. Bu alanın bir
kısmı Mısır, Somali, Cibuti, Sudan gibi aktörlerin doğrudan temasına sahip olan
bir bölge ve bu aktörler Rusya, Çin ve bu ülkelerin desteklediği milislerle
farklı derecede olumlu ve olumsuz bir ilişkiye sahip. Ayrıca bu hat kendi
güvenlik dinamikleri üzerinden de (Somaliland meselesinin gözler önüne serdiği)
bir kutuplaşma arifesinde, kutuplaşmaya bölge dışı aktörleri çekme eğiliminde.
Buraya ABD’nin
Ortadoğu’daki dengelerle ilgili kafasını netleştirmediğini de ekleyelim. Gazze
savaşı nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın bu mücadeleden İsrail’in güvenliğini
sağlamış bir aktör olarak çıkması mümkün değil. Hele ki Filistin direnişi
üzerinden direniş ekseni trenine atlayacak tüm aktörlere bölgeye, bölge
halklarına seslenme ve meşruiyet talep etme şansı doğmuşken. Bu meşruiyet
alanını bölge için öldürmek artık ABD için mümkün değil – ki o nedenle daha
ılımlı davranabileceğini hesapladığı Filistin Yönetimini küllerinden tekrar
doğurmak arzusunda. Biden’ın, Blinken’ın savaş sonrası Gazze için iki devletli
çözüm, Batı Şeria-Gazze birliği gibi şeyleri ağızlarında yuvarlamaları biraz da
bundan. Öte yandan, Netanyahu iktidarının bu tür formülleri -keza Gazze-Batı
Şeria ayrışmasından İsrail’in memnun olduğu sır değildi- kesinkes reddettiği ve
Batı Şeria’nın da Gazze kadar radikalleşeceğini göstermek için Israil Savunma
Kuvvetlerinin (IDF) Batı Şeria’ya yönelik saldırıları artırdığı bir gerçek.
Kısaca ABD açısından bölgesel güçler dengesi yerine oturuncaya kadar bekleme
dönemini geçirmek için vekalet savaşlarına göz kırpmak dışında bir seçenek yok
görünüyor. Zaten bu yüzden bir yandan Biden-Netanyahu arasında ciddi bir
anlaşmazlık varmış gibi medyada yansımasını bulan bir hikâye mevcut, öte yandan
ABD’nin sağladığı mühimmat ile ve caydırıcılık altında İsrail, Gazze ve Batı
Şeria’daki operasyonları dışında Direniş Ekseni unsurlarını (özellikle de
İran’ın sınır ötesi operatif kabiliyetinin parçalarını) Lübnan’da, Suriye’de ve
Irak’ta vurabileceğini gösteriyor. İsrail’in Körfez’de bir yerleri vurmasının
yaratabileceği etkiyi hesaplayan ABD, Yemen’e karşı operasyonu koalisyon ile
götürme kararlılığında yüzünü burada açıkça gösterse de vekalet savaşını cesaretlendiren
bölgesel savaşı caydıran duruşundan vaz geçmedi. Dolayısıyla bölge dışı
aktörlerin bölgeye müdahalesi üzerinden şekillenebilecek şimdilik ancak
sınırları genişlemiş bir vekalet savaşı olabilir.
Direniş Ekseni ve
diğerleri
Üçüncüsü bölge
devletlerinin içine düştüğü ikilemlerle ilgili. Bu ikilemler aslında sadece
güvenlikle de ilgili değil, rejimle ilgili olan, meşruiyet ile ilgili olan
yönleri de var ama sonuçta güvenlik ikilemi biçiminde vuku buluyorlar. Bu
ikilemler aktörler açısından kayıp kazanç denklemini değiştiriyor. Rakiplerin
kazancına kendi kayıpları kadar hassas hale geldikleri bir zemini hazırlıyor.
Bu tür bir haleti ruhiye bölgeyi Arap Baharları esnasında da ziyaret etmişti ve
sonuç bölgesel aktörlerin tümü için kayıp olmasa da bölgesel istikrar için
olumlu olmamıştı. Bugün o günkünden farklı olarak bölge, sivil toplum ve rejim
düzeyinde Filistin direnişi konusunda aynı noktada buluşuyor. Bu buluşmada
rejimleri Filistin meselesini yeniden bölge politikasının kalbine taşımaya iten
sokaklar ve halkların kurduğu baskı. İsrail’in Gazze politikası o kadar
unutulmaz izler bıraktı ki halkların ve sokakların hafızası kısa sayılmayacak
bir süre rejimleri korkularının sınırında İsrail ile ilgili stratejilerinde
kamuoyu önünde sınırlandırılmış tutacak.
Ama bölge ülkelerinin pek
çoğu Filistin Direnişi ile Direniş Ekseninin buluşmasından haliyle huzursuz.
Direniş ekseni, Irak, Suriye, Lübnan derinliğinde yeterince hareket alanına
sahipken şimdi Hamas, Husiler ve direniş üzerinden kuvvet gösterme arzusundaki
her grup için bir liman işlevini görüyor. Zira vekalet çatışması içerisinde
İran kimi zaman cevap vermeye, arzu etmese de mecbur kalabiliyor. Aksi bir
durum caydırıcılığına zarar verebilir. Zaten bu nedenle başta direniş ekseni
ile soğukkanlı bir ilişki kuran, bu eksenin unsurlarının otonomisini kısmen
tanıyan İran’ın Lübnan, Irak ve Suriye’de İsrail’in gerçekleştirdiği akıllı
saldırılar sonrası retoriğini misillemeyi içeren bir yöne kaydırdığını
görüyoruz. Kuzey Irak, Irak ve Pakistan’a yaptığı saldırıları da bu misilleme
mantığı üzerinden açıkladı, ama vurulan hedefler ve kullanılan füze kapasitesi
bize İran’ın hiç çekinmeden her yeri vurabilirim mesajı verme niyeti olduğunu
gösteriyor. Bu ortamda İran, bölgesel aktörlerin kendisine dengeleme mantığı
ile yaklaşacağının farkında, tıpkı Direniş Ekseninin Filistin davası üzerinden
meşruiyet kotardığının farkında olduğu gibi. İran’ın vekili olarak görünen
unsurlarının bu meşruiyeti sadece kendi yerel gündemleri üzerinden Gazze’de,
Lübnan’da, Yemen’de harcaması çok yazık olur. Bu yüzden Tahran, Direniş Ekseni
ne kadar otonommuş görünen unsurlardan oluşsa da arkasında kapasite inşası
ötesinde stratejik bir akıl verici olarak işlev gören Tahran imajını da
bırakmak istemiyor. Bu imaj hem İran’ın caydırıcılığını (belki biraz da ayna
etkisi ile güçlendiriyor) hem de İran’a yönelik keskin bir dengeleme
stratejisine bölge devletlerinin güle oynaya katılımını önlüyor.
Bu mesele yani bölgedeki
vekil aktörlerin ne kadar İran vekili olduğu geçtiğimiz hafta Husiler gündemin
merkezini işgal etmişken çok tartışıldı. Husilerin Yemen siyasetinde bir aktör
olarak ortaya çıkması elbette İran’a yakınlaşmalarından çok önceye dayalı,
dolayısıyla tamamen patronun gündemini takip eden bir milis gücünden ziyade
Lübnan Hizbullah’ı gibi yerel alanda siyasi kontrol ve bu kontrol üzerinden
bölgesel statü amaçlayan bir aktör söz konusu. Ama bugün bu aktörün küresel
ticareti ve bölgesel ekonomileri (örneğin Mısır’ın gelirlerini) etkileyebilecek
derecede kabiliyet ile donatan, Körfez ülkeleri için bir risk haline getirecek
füze yeteneklerini elde etmesini sağlayan 2004’ten itibaren Riyad ile
girdikleri mücadele içerisinde savaşan aktör olarak İran ile yakınlaşmaları. Bu
kapasitenin Yemen’e yönelik koalisyon saldırıları ile sınırlanamayacağını ABD
başkanı da geçtiğimiz günlerde bir gazetecinin sorularını cevaplarken kabul
etti. Yine de ABD ve koalisyonun askeri operasyonları devam edecek zira bir şey
yapıyor görünmek ve vekalet savaşının -özellikle de İsrail ayağını- rahatlatmak
gerek. Bu çeşit kabiliyet inşası, yerel alan ne kadar zorluk yaşarsa yaşasın
(Yemen’de, Lübnan’da açlık iki üç yılda bir gündemimize düşer) bu alanda
siyasal aktör olmak isteyen silahlı gruplara yerel alanın ötesine seslenmek ve
kendi yerel davalarındaki başarı-başarısızlık değerlendirmesini
anlamsızlaştırmak şansı veriyor.
Bölgesel savaş
başlamadı ama herkes herkesi vurabiliyor
Bu atmosferde Direniş Eksenine
karşı açık bir karşı eksenleşme, hem şu-bu nedenle (ki zamanında bölge
aktörlerinin İhvan karşıtı politikaları da bu yolu açtı) bu limana yanaşmış
gemilere sonsuza dek bu limanda durun, sizi kaybetmeyi göze aldık demek, hem de
Filistin direnişinin üstünü çiziyoruz- dolayısıyla halkları kaybetmeyi göze
alıyoruz demek. Bölgede kimse bu adımı atmaya cesaret edemediğinden bölgesel
savaştan ziyade İsrail’in de vekil aktörleştiği bir vekalet savaşı formatında
bölge dengesi şekillenmeden, yerine oturmadan birbirini vurmaya devam ediyor.
Sıklıkla geçtiğimiz hafta kim kimi vurdu alt alta yazılıp paylaşıldı- biz de
tekrar hatırlatalım: İran, Kuzey Irak, Suriye ve Pakistan’ı vurdu. Pakistan,
İran’ı vurdu. İsrail, Suriye’yi vurdu. İran, Irak’taki ABD üssünü füzeleri ile
hedef aldı. Hamas, İsrail’e füze göndermeye devam etti. İsrail, Gazze’nin
güneyi, Güney Lübnan ve Batı Şeria’yı hedef aldı. Hizbullah karşılığında
İsrail’e yönelik füzeler gönderdi. Türkiye, terörle mücadele kapsamında Irak ve
Suriye’de PKK hedeflerini vurdu. Koalisyon güçleri Husilere yönelik operasyon
düzenledi, Husiler Kızıl Deniz ve Aden Körfezi’nde ABD ve İngiltere
varlıklarının meşru hedef olduğunu açıkladı. Kimi bu özete baktı ve açıkladı;
bir bölgesel savaştayız. Yukarıda saydığım nedenlerle bir bölgesel savaşta
olduğumuzu düşünmüyorum. Ama bölgesel bir vekalet savaşının, herkesin herkesi
vurduğu, çoklu sınırlandırma üzerine kurulu ama bölgesel düzen ve güç dengesi
oluşturmaktan çok uzak bir vekalet savaşının içerisindeyiz. Bu tür bir vekalet
savaşı da en az bölgesel savaş kadar zarar verici olacak.