BİZİM MAHALLENİN ÇOCUĞU NEDEN DEĞERSİZ?
İsmi, kim olduğu, ne iş yaptığı ya da yapamadığı, daha doğrusu yaptırılmadığı önemli değil. Maalesef bizim önümüzdeki en büyük engel, kendi kendimize güven ve değer vermememiz. Diğer bir ifâdeyle kendimizi hor ve hakir, hatta aşağılık görmemiz. “Bizden adam olmaz”, “Elin oğlu yapmış”, “Adamlar yapmışlar” gibi laflar âdeta ağzımıza pelesenk olmuş. Bir şey yapılması istenince ilk aklımıza gelen laflar bunlar.
Keşke bu lafları ederken “Benden adam olmaz” deyip kişisel
ezikliği millî boyuta teşmil etmemeyi öğrenebilsek. Ama “mâdem ben yapmıyorum,
kimse yapmasın; hep birlikte batalım” zihniyetinin ağırlığını artık
kaldıramıyoruz.
Bu zihniyet en uzun vâdede kronik bir hastalığa sebep
oluyor. Bu hastalığın adı, câhillik. Bu câhillik okuldaki veya üniversite giriş
sınavlarından yüksek puan almakla giderilecek bir câhillik değil. Adeta
öğrenilmiş çaresizlik gibi, öğrenilmiş câhillik. Öğrenilmiş ve korumak için
ısrar edilen bir câhillik.
İşin daha kötüsü, bu kadar câhillikle ve bu derecedeki
aşağılık kompleksiyle bizi bu coğrafyada yaşatmazlar. Aklımızı başımıza almak
için zaman çoktan doldu. Ne zaman olacağını kestiremediğimiz İstanbul depremi
gibi bir tehdit ile karşı karşıyayız.
Mahallenin çocuğu
İşin acı tarafı, bu câhillik öyle büyük bir örtü ki, soğuk
kış gecelerinde altına girdiğimiz ve çıkmak istemediğimiz yorgan gibi, onun
gerçek yüzünü göremiyoruz.
Hadi diyelim Batıcılar, Avrupa hayranları yâni kısaca “beyaz
Türkler” böyle düşünüyor ve davranıyor olabilir. Kendilerini bu topraklara âit
hissetmedikleri için, kendilerini bu topraklara âit hissettirecek, bu
toprakları câzip hâle getirecek her türlü işi beğenmiyorlar. Bunu açık açık
TBMM kürsünden bile söylediler. Bırakalım onlar kendi kin ve aşağılık
duygularında boğulsunlar. İyi de “bizim mahalle”ye ne oluyor.
Bizim mahallede kıymet bilinmek için illa ki, daha önce
dinsiz, imansız, ateist olup daha sonra “akıllanmak” mı lâzım?
Bizim mahalle, doğuşundan itibâren bu toprakları iyisiyle
kötüsüyle seven, kapağı yurt dışına atmak derdinde olmayan, yurt dışına gitse
bile kendi vatanına ve milletine borcunu ödemek için geri gelenlere neden söz
hakkını, karar hakkını ve icraat hakkını çok görüyor.
Karşı mahallenin bu topraklara yaptığı muameleyi bizim
mahalle neden kendi evlatlarına yapıyor. Tövbe etmek elbette çok değerli ama
cabrio araba gibi, bir açılıp bir kapananlara verilen prim yanlarına kâr
kalırken, her türlü olumsuzluğa rağmen duruşunu değiştirmeyenler neden üvey
evlat ya da besleme muamelesine mâruz kalıyor?
Bizim mahallenin dikkatini çekmek, iltifatına(!) mazhar
olmak için, günah ve küfür hatta ihânet çukurlarından çıkıp gelmek mi
gerekiyor? Dün kapıdan giren neden baş köşelerde yer buluyor?
Bizim mahalle kendi değerlerini sokak röportajlarından
hasbel kader iki kelâm edenlerin arasından bulmak zorunda kalacak kadar sosyal
sermâyeden mahrum mu?
Bizim mahalle, rüzgâra göre yelken açanları ne zaman
tanıyacak? Rüzgâr estiğinde bizim limana gelenlere, ters rüzgârda başka
limanlara gelenlere tanınan pişmanlık hakkı, mahallenin çocuklarının hakkından
çalınmış olmuyor mu?
Öz vatanında garip
Necip Fâzıl, Sakarya Türküsü adlı şiirinde Sakarya ırmağı
benzetmesiyle bu toprakların gerçek sâhiplerini anlatır. Sakarya, öz vatanında
garip, öz vatanında paryadır. Bizim mahalle, kendi evlatlarını gariplikten ve
paryalıktan çekip çıkarmak yerine, karşı mahalleden kaçanlara gereğinden fazla
iltifat etmemeye ne zaman akıl edecek? Bunu akıl edememenin sebebi, câhillikse,
bu câhilliğin mâzereti yoktur.
Bu câhillik, bizim mahallenin imkânları artıkça daha
tahammül edilemez bir yük hâline gelmektedir. Kimsenin yukarıya çıkınca
merdiveni çekme hakkı yoktur. Aksine, o merdiveni daha da güçlendirme ve
büyütme sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk, hem millî, hem târihî hem de imânî
ve hem de insânî bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun vebâli büyük, cezâsı
ağırdır.
Lejyonerle kültürel iktidar olmaz
Devletimizin en üst makamının ağzından duyduğumuz gibi
“kültürel iktidar” sorunu yaşıyoruz. Bunun sebeplerinden biri de kendi
mahallemizin çocuklarına iltifat etmeyip karşı mahalleden lejyonerlerle durumu
idâre etmeye çalışmamız. Lejyonerler size “devşirme” sistemini hatırlatmış
olabilir ama arada büyük fark vardır. Kültürel iktidar, devşirme
yapabildiğinizi gösterir. Tıpkı Hırvat asıllı Sokullu Mehmet Paşa’yı devşirerek
sadrazam yapıp serdar-ı ekber olarak ordunun başında sefere göndermek gibi. Ama
lejyonerlerle zafer kazanılmaz. Hatta lejyoner savaşın en kritik ânında karşı
tarafa geçer. Devşirme, kültürel iktidârın göstergesiyken, lejyonerlere muhtaç
olmak kültürel iktidârın olmamasını gösterir. Bizim mahallenin çocukları hak
ettikleri değeri görene kadar da bu böyle devam edecektir.