İNSAN VE TASAVVUF
İnsanın yaratılış ve gönderilişi sırlarla doludur. Vahyin, evvelemirde dağlara verilmesinde dağlar, bu yükü taşıyamayacağını, unufak olacağını idrak ederek, affını istemiştir. İnsan ise zalim ve cahildir. Vahyi kabul etmiştir. Görünüşte insan, çok hassas, çok zayıf lakin bütün mevcudatın kendisinin hizmetine verildiğini de bilmektedir. Güç ve kudreti onun aklını ve bedenini dengede tutan ana unsurun ruhu olduğunu da bilmektedir. Ruhun ölümsüzlüğü tasavvufun yani manevi hayatın yani zikrin, tefekkürün kapılarını açar.
Tasavvufu tanımlama
imkânından ziyade, yaşayarak anlatabileceğini öğrendik. İslam’la
tanıştığımızdan bu yana tasavvuf bir terbiye ve iç olgunluğu olarak bilinir.
İnsanın yaratılış sırrını idrak etmesi ve fıtrat üzere hayatını sürdürmesi için
peygamberler ve vahiy gönderildi. Şiir de, sanat da, estetik de hayatla
birlikte mevcuttur. Şiiri, tasavvuf ve aşkı tanımlayamazsınız. Şiir, insanın iç
dünyasının dışa yansıması ve dilin zikri olarak ifade edilmiş olsa tasavvufun
kapısını da açmış olursunuz. Tasavvuf, Kuran ve sünnet üzere hayatı tanzim
etmektir. Peygamber (as)’ın yaşadığı gibi yaşama gayretidir. İslamın dışında
bir durum söz konusu değildir. Vahyin çizdiği sınırları ihlal etmemektir.
Âşıkların şahı-padişahı Yunus Emre Hazretleri hayatımızın formülünü bakınız ne
güzel ifade etmişler:
“Senin aşkın beni
benden alıptır,
Ne şirin dert bu; dermandan içeri.
Şeriat, tarikat yoldur
varana,
Hakikat, marifet, andan içeri.
Süleyman kuşdilin bilir dediler
Süleyman var Süleyman'dan içeri”.
Şikâyet yok,
teslimiyet var. Her şeyin sahibine olan ünsiyetimizle hakka teslim olmak
imanımızın bir gereğidir. Sabrın, bizi selamete çıkaracağından asla şüphe
edemeyiz, etmemliyiz. Dilin kemiği yok ama kemikleri kırıp paramparça eder.
Kendine yakıştırmadığın hiçbir sözü başkasına söyleme. Sana ve ailene, ana
babana söylenmesini istemediğin hiçbir sözcüğü-kelimeyi sakın ola kullanma.
Kullandığında gör ki sana da birileri çıkar ve kullanır. “Kendi nefsin
için azru ettiğini, mümin kardeşlerin için de azru et. Aksi takdirde gerçek
iman sahibi olamazsınız” buyruluyor. Yolumuz kuran yoludur, sünnet
yoldur. Ehli Sünnet yolu, Ümmeti Muhammedin yoludur. Unutma ki seni senden de
iyi gören, tanıyan Rabbül Alemindir. Gizlediklerini en iyi bilen odur. Kendine
itiraf etmekten bile korktuklarını bilen Allah'tır (cc).
Tasavvuf, iki dünya
mutluluğunu bir denge üzerinde götürme eylemidir. Bakara 200 ve 202.ayetlerde
şöyle buyuruluyor: “İnsanlardan
öylesi vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der; onun ahirette
nasibi yoktur. Onlardan öylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da
iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru" der.
İşte bunların kazandıklarına karşılık nasipleri vardır. Allah, hesabı pek seri
görendir.” Bilinçli yada bilinçsiz olarak kullandığımız her
sözcük, her kelime duadır. Unutmayalım ki gün içerisinde neler söyleyip neler
dökülüyor dilimizden, iki dudağımızın arasından? Hani derler ya evladım; “Kırk
defa düşün bir defa konuş”. Ne güzel ifade edilmiş. Tefekkür etmenin
yolu, dili tutmaktır. Sabrın keramete dönüşmesi diline sahip olmaktır. Her
diline geleni söylememektir. Boş bulunup söylediğiniz her söz, gitmesi gereken
yere gider ve asla geri döndüremezsiniz. Sözümüz özümüzün ifadesidir. Özümüzde
olan ne varsa dilde, kalbimizde ne varsa gözde ve yüzde tezahür eder.
“Hiç
ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya, hemen (yarın) ölecekmiş gibi öte dünyaya
çalışılması” emredilmiştir. Unutma, dünya geçici, ebedi âlem ise hakiki
yurdumuzdur. Hakikat yurdunun nasıl olmasını istiyorsan dünyada ona göre yaşa,
ona göre davran, ona göre yapman gerekeni yap. Ateşe ne kadar dayanabileceğini
düşünüyorsan o kadar suç-günah işle. Ateşe dayanma gücü yoktur insanın. İbrahim
(as), ateşe atıldığında “yakma ey ateş denildiği için o ateş yakmamış gül
bahçesinde dönüşmüştü”. Unutma ki İbrahim (as)’ın teslimiyeti sonsuzdu.
Allah'tan başka sığınacak kimse aramadı. Kimseyi kabul etmedi. O benim
rabbimdir. O beni görüp gözetiyor dedi. O ne yaparsa başım gözüm üstüne diyerek
teslimiyet gösterdi. Cibrili Emini geri gönderdi. Muhammed Ümmetine düşende
böylesi bir teslimiyetle Hakka yürüme gayretidir. Biz buna Müslüman hayatı yani
Tasavvuf hayatı diyoruz. Peygamberimiz (as) yolumuzu vahiyle aydınlatmıştır.
Dünya denilen tarlayı doğru ekip, dosdoğru bakımını yapıp, suyunu eksiltmeden
vermek suretiyle ürünü elde edip kaldırmak insana bırakılmıştır. İmanın ve
İslamın şartları zaten yapılması gereken hususlardır. Üzerimizde bir borçtur.
Borcumuzu ödememiz icap eder. Geçici dünya heveslerine aldanmayasın.
Gönüller kırmayasın. “Allah cc. hiçbir yer sığmaz mümin kulumun kalbine
sığarım” buyuruyor. Unutma ki kırdığın ve incittiğin gönül evi-köşkü
Rabbimizin makamıdır. Dünya telaşı içerisinde kalpleri kırmanın, makam ve
mevkiler için şahsiyeti incitmenin, nefsin gururuna kapılıp gitmenin, küsüp
darılmanın bir anlamı yoktur. Bilmelisin ki olacak olan mutlaka olacaktır. Sana
ayrılan mekân, ayrılan makam, ayrılan rızık senden gayrısına gitmez. Sen
elbette ki kulluk görevini yapacak, gerekli olan yolları edebinle, ahlakınla,
mümin duruşunla, şahsiyetinle vesilelere sarılacaksın. Nefsin peşinden
koşmayacaksın. Bilesin ki nefis, insanın başını belaya sokar. En büyük düşman,
insanın kendi nefsidir. Şeytana karşı “euzubillahimineşeytanirracim
bismillahirrahmanirrahım” demen yeterlidir. Mümin insanın imanından,
itikadından, amelinden, zikrinden, fikrinden korkar ve kaçar. Asıl düşman,
insanın kendi içindeki benlik duygusudur. Benliğin nefsindir senin. Unutma ki
onu terbiye etmeden, dosdoğru istikamet sahibi olamazsın. Dünya ahiret
dengesinde dengeyi bozmadan tercihi ahiretten yana kullanma ferasetini
kazanmalısın. Yediklerin, içtiklerin ve giydiklerin senindir. Yemedeklerin,
içmediklerin ve giymediklerinin senin değildir. İkram ettiklerin yedirdiklerin,
sağ elinin verdiğini sol elinin bilmediği senindir. "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette
de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru" âmin. Üç aylarımız, recep ayımız
mübarek olsun.