Hz. Mevlânâ'ya soruyorlar: "İbâdetlerin en yücesi namazdır. Bundan daha yüce bir ibâdet, Allah indinde daha makbul ibâdet var mıdır?" diye. Mevlânâ Hazretleri cevaben: "Evet, îman vardır. Çünkü îmansız kılınan bir namazın kimseye faydası olmaz" diyor.

İnanmak, ibadet etmek, ahlaklı olmak birbirine bağlı eylemlerdir. Bunların bütünü kamil bir insan, salih bir müslüman olmamızı sağlar. Önce inanmak gerekir çünkü îman her işin başıdır. Hz. Mevlânâ’ya soruyorlar: “İbâdetlerin en yücesi namazdır. Bundan daha yüce bir ibâdet, Allah indinde daha makbul ibâdet var mıdır?” diye. Mevlânâ Hazretleri cevaben: “Evet, îman vardır. Çünkü îmansız kılınan bir namazın kimseye faydası olmaz” diyor. Demek ki öncelikle îman etmek ve pozitif olmak için de Allah’a ve Peygamber’e îman etmek ve kendi eksiklerimizden ders alarak, güzelleşmeye gayret etmek îmânın en önemli özellikleridir. Bunun yanında ibadet etmek, insanı zırh gibi korumaya alır, yâni bütün kötülüklerden korur; ama ibâdet ‘hakîkî ibâdet’ ise. Çünkü ‘ibâdet’ kelimesinin mânâsı; Allah’la berâber olmak demektir. Dolayısıyla Allah’la berâber olduğumuz her an; ibâdet sayılır. İnsan, Allah’la olursa korunur, çünkü kulun istek ve arzuları için yaşamaz, Allah’ın istek ve arzuları için yaşar. Bu bakımdan ibâdet, insanı resmen korumaya alır. Bütün bunların ötesinde, insanın en son noktada varması gereken yer; bütün bu ibâdetlerden, îmandan gâye ahlâk-ı Muhammedî’ dir. Peygamber ahlâkıyla ahlaklandığımızda, zâten o zırh gibi bizi koruyacak ve hakîkî mânâmıza ulaştıracaktır.

Bilindiği gibi bir günlük ibadetler var; bir de her an kulluk bilinciyle yaşadığımız ubudiyet var. Yani hayatımızın her anını kulluk bilinciyle yaşamak demek, düşüncede ve eylemde iyilik yapma gayreti içinde olmak demektir. Bizden istenen de iyi insan olmaktır. Aslında tek bir kul vardır; o da Hz. Peygamber’dir. Kulluk, İbnü’l Arabî’ nin tarifine göre; kendinde zerrece ‘varlık’ görmemektir, kulluğun hakîkati budur. Bu, ibâdetlerin en yücesidir, çünkü günahların en büyüğü; insanın kendinde bir varlık olduğunu zannederek kendini ayrı, Allah’ı ayrı düşünmek ve vücûdun kendine âit olduğunu zannetmektir. Hâlbuki ‘vahded-i vücûd’ kavramından da anlaşılacağı gibi; varlık ve vücut yalnız Allah’a âittir. Biz ise O’nun bir isminin, bozuk bir aynada görüntüsünden ibâretiz. Onun için, ümitsizliğe kapılmadan, mücâdele ederek, aynayı paslardan temizleyip onu Allah’ın ismini en güzel ortaya çıkaracak şekilde parlatmamız lâzım. İşte buna da ‘güzel ahlâk’ diyoruz. Bunun için de ubûdiyet/kulluk, lâzım ki, Allah bir ismiyle bizim aynamızdan tecellî etsin.

İbâdetler kulluğu oluşturursa, kulluğa götürürse; kulluk, insanı ‘kâmil insan’ yapar. Ama bu aklî bir netice değil, ahlâkın güzelleşmesiyle alâkalı bir neticedir, kalbî bir neticedir. Yâni hakîkî düşünce merkezimiz olan kalp açılır, kendi hiçliğini idrak eder, aydınlanır, ‘nefsini bilen, Rabbini bilir’ ortaya çıkar, kendini yoklukla bilen, Rabbini varlıkla idrak eder. Bu bakış açısından; ibâdet insanı kulluğa götürüyorsa, kulu da ‘kâmil insan’ yapar. Îman ise; gerçek anlamda îmansa, o kadar güzelleşebiliriz ki!.. Hani ‘eskiden yaşlıların yüzlerinde nur vardı’ ibâresi zuhûra gelir… insan bir şekilde mânevî yaş alır. Mânevî yaş aldığı zaman, onun hakîkatinde Allah’ın nûru âşikâr olur, çünkü kalbi aydınlanmıştır. Kalbi aydınlandığı için de, her şeyin hakîkatini görmeye başlamıştır. Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi, “Bana eşyânın hakîkatini göster” demesi; yâni ‘karşılaştığım her vücuttaki mânâyı, Allaha âit ismi, bana göster ki, ben eşyânın şeklinde kalmayayım, onun ezelî nasîbini görebileyim ki, ona düşman olmayayım’ hâdisesini zuhûra getirir. Kişi nurla bakar, nûru görür, her yer nur kesilir.

İtikat, ibadet, ahlak bir bütündür ve bir bütün olarak hayatımızda yer aldığı zaman huzura kavuşuruz. Böylece huzur aynı zamanda ‘Allah’ın huzûrunda’ olmak demektir. Allah’ın huzûrunda olan kimse, dâima huzurdadır. Huzurda olduğu için de başka bir şey düşünemez, onun için de kendiyle meşgul olmayı, etrafıyla meşgul olmayı terk eder, sonsuz bir saadetin içine girer, yapılan her şeyde Allah’ın hakîkatini görür. Onun için de hiçbir şeye üzülmez, her şeyin onun için gerekli olduğunu idrak eder. Bir anlamda cenneti bu dünyâda bulma işine ‘huzur’ diyebiliriz. Allah bize iki cihan saadetini tattırsın vesselam.