Bugünkü yazımda sizlere söz konusu fahiş fiyat tartışmasında kullanılan ve birbirinden farklı anlamlar içeren üç kavramı açıklayıp, bunlar arasındaki farkları anlatmak istiyorum.

Bir iki haftadır gerek yandaş gerekse candaş medyada hararetle tartışılan, iktidar ve muhalefete mensup siyasetçilerin üzerine laf ettiği konu fahiş fiyatlardır. Aslında bu konunun ortaya saçılmasındaki temel sebep de vatandaşın çoğunluğunun içinde bulunduğu geçim sıkıntısıdır.

Bugünkü yazımda sizlere söz konusu fahiş fiyat tartışmasında kullanılan ve birbirinden farklı anlamlar içeren üç kavramı açıklayıp, bunlar arasındaki farkları anlatmak istiyorum. Eğer bu kavramlar arasındaki farkları bilmezsek, karşı karşıya olduğumuz iktisadi meseleleri de teşhis edemeyiz. Açıklayacağımız kavramları başlıkta verdim[MÖ1] : fahiş fiyat, enflasyon ve hayat pahalılığı…

FAHİŞ FİYAT NEDİR?

TDK Sözlüğüne göre Arapça kökenli “fahiş” sıfatı “ölçüyü aşan, aşırı, çok fazla”, anlamına gelmektedir. Bu tanıma göre “fahiş fiyat” da “ölçüyü aşan fiyat ve/veya aşırı fiyat” anlamına gelir. Eğer bir “fahiş fiyat” varsa bir de “ölçüyü aşmayan, makul fiyat” olması gerekir. Pekiyi, “Hocam, ‘ölçüyü aşmayan, makul fiyat’ nedir?” İktisat öğrencilerinin çoğunluğu hemen atlayacaktır: Denge fiyatı… Hayır, doğru cevap bu değildir çünkü bariz olarak fahiş fiyat uygulayan tekelci piyasada oluşan fiyat da “fahiş” olmasına rağmen aynı zamanda “denge fiyatıdır”. Fahiş olmayan, ölçüyü aşmayan veya makul olan fiyat “rekabetçi fiyattır”.

Rekabetçi fiyat, iktisat biliminde “uzun dönemde tam rekabetçi piyasa şartlarında oluşan” piyasa denge fiyatıdır. Bu fiyatın özelliği rekabetçi fiyatın üretilen ürünün ortalama maliyeti artı üretimin alternatif maliyetine eşit olmasıdır. Bu ifadeyi, dilerseniz bir örnekle açayım: Benim elimde bir dükkânım olsun. Bunu aylık 10 bin TL’den kiraya verdiğimi varsayalım. Eğer ben bu dükkânı kiraya vermekten vazgeçip meselâ ev yemekleri üreten bir restoran olarak kendim işletmeye karar verirsem o zaman benim aylık alternatif maliyetim 10 bin TL’dir. Çünkü ben dükkânı kiraya verip Sayın Cumhurbaşkanımızın veciz ifadesiyle “dört dönüm bostan, yan gel yat Osman!” şeklinde havadan 10 bin TL zaten kazanmaktayım. Bu yüzden benim bu dükkânı işletebilmem için en az ayda 10 bin TL kâr elde etmem gerekir. Yine diyelim ki restoranımda sunduğum üç kap yemeğin bana üretim maliyeti 5 TL olsun. Günde de 100 müşterim geliyor ve her birine üç kap yemek sunuyorum. Bu da (100 x 5 TL = 500 TL) günlük maliyet demektir. Ayda 4 hafta ve haftada 6 gün çalıştığım varsayılırsa bu, ayda 24 gün dükkânımı işleteceğim anlamına gelir. Her gün 100 müşteriye hizmet ettiğim varsayımı altında aylık üretimim (100 x 24 = 2400) kişiye üç kapak yemek üretimi olacaktır. Aylık maliyetim de (24 x 500 TL = 12 bin TL) tutacaktır. Bu durumda üç kap yemeğin rekabetçi fiyatı nedir? İlk önce rekabetçi fiyattan toplam satış gelirimiz ne olmalı onu hesaplayalım: Aylık üretim maliyetim 12 bin TL ve aylık alternatif maliyetim de 10 bin TL ise aylık satış gelirimin 22 bin TL olması gerekir. Aylık 2400 kişiye üç kap yemek sunduğuma göre, üç kap yemeğin rekabetçi fiyatı (22 bin TL / 2400 = 9,17 TL’dır). Bu da kâğıt üstünde üç kap yemek başına (9,17 – 5= 4,17 TL) kâr tutarı ve (4,17 / 5 = yüzde 83,4) kâr oranı anlamına gelir. Yani bu anlattığım örnekte üç kap yemeği 5 TL’ye mal edip 9,17 TL’ye satan restoran sahibi yüzde 83,4 oranında kârla çalışmaktadır. İlk bakışta herkesin diyeceği şudur: “Yüzde 83,4 fahiş oranlı kârdır.” Halbuki bu fiyat rekabetçi kâr olarak tanımlanır. Bir sektörde fahiş kârın ve fahiş fiyatların oluşması demek, o sektörde rekabet yapısının bozulması demektir. Piyasada rekabet ne kadar azalırsa, üç kap yemeğin fiyatı da o kadar yükselir. Fahiş fiyatla mücadele Rekabet Kurumu ve benzeri kurumların vazifesidir ve bu mücadele fiyat kontrolleri ile olmaz. Fahiş fiyatları düşürmek için rekabeti arttırmak, bunun için de satıcı sayısını arttırmak gerekir.

ENFLASYON NEDİR VE ENFLASYONA FAHİŞ FİYATLAR MI SEBEP OLUYOR?

Enflasyon vatandaşlar olarak hepimizi etkileyen haliyle çarşı – pazarda, AVM’lerde satılan malların fiyatlarının ortalamasının, yani TÜFE endeksinin artış oranıdır. Bir ülkedeki bütün malların fiyatlarının ortalaması, yani TÜFE endeksi, neden artar? Eğer o ülkede toplam üretim kapasitesinin üzerinde bir satın alma gücü oluştuysa, TÜFE endeksi artar. İktisat biliminde enflasyon oranını uzun dönemde belirleyen etkenler beş tanedir: para hacminin büyüme oranı, beklenen enflasyon oranı, otonom değişkenlerin (kamu harcamaları, otonom yatırımlar, otonom tüketim, otonom ihracat toplamından otonom ithalatın çıkarılması ile elde edilen toplam) büyüme oranı, döviz kurunun artış oranı ve potansiyel çıktının – yani ülkenin maksimum üretim kapasitesinin- artış oranı. İlk dördünün toplamından potansiyel çıktının artış oranını çıkarırsanız kabaca enflasyonun denge değerine ulaşırsınız. Yani fiyat kontrolleri yaparak, markete ve hal esnafına ceza keserek enflasyonu önleyemezsiniz. Enflasyonu kontrol etmek için günümüz Türkiye’sinde en başta para hacminin ve otonom değişkenlerin büyüme oranını düşürmeli ve dolar kurunun artış hızını kontrol altına almalısınız. Bu olduğu takdirde beklenen enflasyon da düşer. Öte yandan potansiyel çıktının artış oranı, öyle “Ha!” deyince artmaz. Bunun için üretken sanayi sektörlerinde üretimi ve verimliliği arttıracak sanayi politikalarına, çiftçinin durumunu iyileştirecek ve tarımsal üretimi arttıracak tarım politikalarına ihtiyaç vardır. Bu politikalar da, sonuçları aylar içinde değil yıllar içinde alınacak politikalardır. Kısaca özetlemek gerekirse, enflasyonu düşürmek istiyorsanız eğer ki, ben hükümetin önceliğinin enflasyonu düşürmek olduğunu zannetmiyorum, sıkı para ve sıkı maliye politikaları uygulamalısınız.

“Pekiyi Hocam, şuna cevap verin: enflasyonun yüksek olmasında fahiş fiyatla satış yapan tekelciler ve rantiyelerin hiç mi kabahati yok?” Cevabım şudur: enflasyon fiyat düzeyiyle değil ama fiyatın artış oranıyla ilgilidir. Örneğin, bir ülkede sıfır enflasyon olsa da, o ülkede tekelci ve oligopolcü firmalar fahiş fiyatla satış yapmaya devam ederler. Öte yandan bir ülkede bütün fiyatlar rekabetçi de olsa, yine de eğer Merkez Bankası açıktan para basarsa enflasyon olur. Bu yüzden diyebiliriz ki, enflasyonun artması fahiş fiyatlardan kaynaklanmaz, düşmesi de rekabetin artmasından kaynaklanmaz.

ENFLASYON VE HAYAT PAHALILIĞI ARASINDAKİ İLİŞKİ

Bugün Türkiye’deki sorunun adı ne fahiş fiyatlardır ne de enflasyondur. Vatandaşın tepki gösterdiği, dar gelirlinin belini büken hayat pahalılığıdır. Hayat pahalılığı toplumun alım gücünün düşmesi demektir. Toplumun alım gücünü düşüren de, vatandaşın gelirinin fiyatlar kadar artmamasıdır. Bir örnek verelim: Eğer bir toplumda enflasyon yüzde 50 iken vatandaşın geliri yüzde 60 artıyorsa, bu ülkede yüksek enflasyon olsa bile hayat pahalılığı yoktur, hatta hayat daha ucuzlamaktadır. Öte yandan bir ülkede enflasyon oranı yüzde 5 iken gelirler yüzde 2 artıyorsa, o ülkede, düşük enflasyona rağmen hayat pahalanmaktadır.

HÜKÜMETE ÖNERİM

Sayın Cumhurbaşkanı’na tavsiyem, eğer hayat pahalılığı ile mücadele etmeye kararlı iseler, kısa vadede asgari ücrete, memur ve emekli maaşlarına en az yüzde 30’luk bir zam yapsınlar. Uzun vadede ise üretken sanayi ve tarımı destekleyecek kapsayıcı politikalar oluştursunlar.

Hayırlı Cumalar.