Tabii ki çalışacağız, tabii ki hayallerimiz ve hedeflerimiz olacak ancak onlara ulaşana kadar ya da ulaşamadığımız durumlarda da, ne kendimizi ne de çevremizi mutsuz etmemeyi ve elimizdekilerle mutlu olmayı bilmeli, bu bakış açısını çocuklarımıza da aktarabilmeliyiz.
Sevgili Dostlar,
Geçenlerde yemek masasında kızım ‘’Allah'a teşekkür ederim bana bu hayatı verdiği için’’ dedi. O anda benim yüzümde gülücükler, kalbimde kelebekler uçtuğunu hissettim. ‘’Niye?’’ derseniz, yıllar evvel kızım büyüdüğünde ona, anı olarak bırakmak için yazdığım günlükteki dizeleri anımsadım ve sizlerle paylaşmak istedim.
‘Kızım, sana büyüdüğünde çok lüks bir hayat vaat edemem. Belki çok lüks bir arabamız olmayacak. Belki çok lüks semtlerde yaşayamayacağız. Belki çok markalı kıyafetlerimiz olmayacak. Belki sen Türkiye'nin en pahalı okullarına gidemeyeceksin ama senin sahip olduklarına şükür edeceğin bir çocukluk geçirmen için elimden geleni yapacağım’ diye devam ediyor yazı.
Aynı zamanda kızımın o akşam o masada kurduğu o cümle, eski bir İran hikayesini de aklıma getirdi. İran'da eski efsaneleri gelecek kuşaklara aktaran kişilere ‘Dihkan’ denirmiş Sevgili Dostlar. Dihkan, yaşanan hikayelere kıssadan hisse çıkartır aynı zamanda güncelliğini koruyan konuları geçmişin birikimine atfedermiş. Bir nevi bizdeki atasözlerini anımsattı bana. Bugün ben de bir Dihkan aracılığıyla nesilden nesile aktarılmış ve kendime hayat felsefesi haline getirmeye çalıştığım bu İran hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bir zamanlar gezgin bir derviş varmış ve bir gün çölde yolunu kaybedip aç kalmış. Yiyecek bir şeyler ararken yolun kenarına atılmış boş bir meyve sepeti görmüş. Derviş, sepeti almış ve ‘Bu aç adama boş bir meyve sepeti verdiğin için şükürler olsun Tanrım’ diyerek yoluna devam etmiş. Biraz daha ileride kırık eski bir yay bulmuş Derviş ve ‘Bu aç adama kırık bir yay verdiğin için şükürler olsun Tanrım’’ diyerek yürümeye devam etmiş. Biraz daha ileride kuru bir kaç dal bulmuş ve ‘’Bu aç adama kurumuş dalları gösterdiğin için şükürler olsun Tanrım’’ demiş. Derviş, biraz daha yürüdükten sonra eski bir tencereye rast gelmiş ve ‘’Bu aç adama eski püskü bir tencere verdiğin için şükürler olsun Tanrım’’ dedikten hemen sonra ayağının dibine oltasız bir kanca görmüş ve ‘’Bu aç adama oltası olmayan bir kanca bahşettiğin için teşekkürler Tanrım’’ diye dua etmeye devam etmiş. Günlerce yürüdükten sonra karşısında geçilemeyecek kadar büyük bir ırmak çıkmış Derviş’in ve ‘’Bu aç adamın önüne geçilemeyecek kadar büyük bir ırmak çıkardığın için şükürler olsun Tanrım’’ demiş. Sonra da yaşlı Derviş, kancayı kenarı kırık yaya bağlamış ve yayı olta gibi kullanarak yakaladığı balığı kuru dallarla yaktığı ateşin üzerinde eski tencerenin içinde pişirip afiyetle yemiş.
Benim bu hikayeden aldığım kıssadan hisse; ‘’Dünyanın en mutlu insanı, elindekilerle yetinebilen olanıdır’’ derim Sevgili Dostlarım. ‘Hayata Bağlan’ adlı ilk kitabımı okuyanlar anımsayacaklardır, kitabın kapanış yazısında, ‘’Bu dünyaya çıplak geldik, çıplak gidiyoruz, ne bir şey getirebildik ne de bir şey götürebiliyoruz, bırakabildiğimiz tek şey sevgi’’ demiştim. Bilim adamları tarafından yapılan araştırmalarda temel ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra, fazla getirinin mutlu olmamıza bir katkı sağlamadığı görülmüş. Tabii ki çalışacağız, tabii ki hayallerimiz ve hedeflerimiz olacak ancak onlara ulaşana kadar ya da ulaşamadığımız durumlarda da, ne kendimizi ne de çevremizi mutsuz etmemeyi ve elimizdekilerle mutlu olmayı bilmeli, bu bakış açısını çocuklarımıza da aktarabilmeliyiz.
Elimizdekilerle mutlu olabilme inancını geliştirebildiğimiz nesiller yetiştirebilmek ümidiyle…