​ "AİLE DİZİMİ" KANDIRMACASI VE "İLK GÜNAH" KÜLTÜRÜ

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Ortalık "kişisel gelişimci"den geçilmiyor. "Kişisel gelişim uzmanı", "kişisel gelişim eğitimi", "kişisel gelişim eğitmeni eğitimi" gibi bir çok başlık altında türlü oyunlar oynanıyor.

Bugün Cumhuriyetimizin yüzüncü yaşını kutluyoruz. “Hayatta en hakiki mürşid, ilimdir” sözünü düstur edinerek kurulan Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, “Eğer bir gün benim fikirlerim bilimle ters düşerse bilimi seçim” diyerek bilimin önemine vurgu yapmıştır. Ama yüzüncü yılımızda ülkemizde bâzı kesimler, hamâsetten öte gitmeyen sözler söylüyor ve söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutmuyor. Çelişki sâdece söyledikleriyle yaptıkları arasında kalmıyor; bilimle de çelişiyor hatta bilimi neredeyse hiç dikkate almıyorlar.

Ortalık “kişisel gelişimci”den geçilmiyor. “Kişisel gelişim uzmanı”, “kişisel gelişim eğitimi”, “kişisel gelişim eğitmeni eğitimi” gibi bir çok başlık altında türlü oyunlar oynanıyor. Meselenin kapitalist bireyselcilik altyapısını artık gören yok. Bu altyapı ve temel, çoktan başka hikâyeler ve kurguların tortuları ile örtüldü.

Seneler önce yaptığı meslek seçiminden artık memnun ve tatmin olmayan ama bu geçen süre içinde dünyâlığını yapıp tuzunu kurutan bâzı isimler, değil tıp eğitimi alıp psikiyatr olmaya, lisans seviyesinde psikoloji eğitimi alıp klinik psikolog veya rehberlik ve psikolojik danışmanlık okuyup psikolojik danışman olmaya cesâret ve zahmet edemedikleri için, “onaylı” olduğu reklam edilen ve akademik olarak hiçbir karşılığı olmayan bâzı eğitimler alıyor. Bankacılıktan, finans ve borsa sektöründen, medyadan hatta inşaat sektöründen ayrılıp birkaç aylık eğitimle “koç” olanların sayısı aldı başını gidiyor.

İki sohbet dinleyip Youtube’dan üç beş tâne ney videosu seyredip bir de 17 Aralık’ta Konya’ya gidince kendini sûfî, hatta Mevlevî dervişi zannedip “tasavvuf” konuşmaları yapanlar gibi, bu kişisel gelişim uzmanları ve koçlar, bir hayli tâkipçi topluyor.

Bunların son zamanlarda en çok ilgi duyduğu konu ise “aile dizimi” denen uygulamadır. Aile dizimi, 1925 Almanya doğumlu ve felsefe, pedagoji ve teoloji eğitimi alıp, sonrasında papaz olan ve Güney Afrika'da on altı yıl boyunca Katolik misyoner olarak görev yapan Bert Hellinger tarafından geliştirilmiştir. Hellinger, Katolik inancının Afrika’da yayılması için misyonerlik yaparken şamanist ritüelleri olan Zulu kabilesini gözlemlemiştir. Bu kabilenin üyeleri ateş etrâfında toplanıp aralarındaki sorunları atalarının ruhlarıyla bağlantı kurarak çözdüklerine inandıkları ritüeller yapmaktadır. Hellinger de bu ritüelleri kendi bakış açısıyla yorumlamış ve “aile dizimi” adını verdiği bir seans uygulaması geliştirmiştir. Bu seanslar sâyesinde yaşayan aile bireylerinin aralarındaki sorunların çözülebileceği zannedilmektedir. Bunu yaparken, bir çeşit ruh çağırma gibi hayatta olmayan âile bireyleriyle metafizik bağlantı kurulduğunu zannedilmektedir. Yaşayan kişiler arasındaki sorunların daha önce nesillerden aktarıldığı, onların yaptığı yanlışların daha sonraki nesillere intikâl ettiği ve yaşanan sorunların buna bağlı olduğu iddia edilmekte ve bu seanslarla bunun düzeleceği veya düzeldiği iddia edilmektedir.

Aile dizimi ile ilgili saygın birçok sağlık kurumunun internet sitesinde bilgi bulabilirsiniz. Ama hepsinde belirtilen ilk husus, bu uygulamanın henüz bilimsel olarak kanıtlanmadığıdır.

Bana ne babamın günahından!

Hellinger’in yaptığı antropolojik bir gözlem ve tespittir. Ben de bir antropolog olarak konuyu ve uygulamaları incelediğimde, Hellinger’in aldığı katolik din eğitiminin izlerini gördüm.

Bilindiği gibi Hristiyanlığın en temel akidelerinden biri, Hz. Adem’in yasaklanan meyveyi yiyip Hz. Havva ile cennetten kovulmalarına sebep olan “ilk günah”tır. Yine Hristiyanlığın tahrif edilmiş inancına göre, Hz. Adem ve Hz. Havva’nın soyundan gelen insanlar, bu ilk günah sebebiyle dünyâya günahkâr olarak gelir. Hz. İsa da bu günahı affettirmek için gelmiş ve bedel olarak çarmıha gerilmiştir. Yâni kısacası Hristiyan ilâhiyatına göre, bütün insanlar, Hz. Adem’in işlediği suçun bedelini ödemek için dünyâya gelmektedir.

Böyle bir şey İslâm inancı açısından söz konusu değildir. Zâten Hristiyanlıkta olmasının sebebi de Hristiyanlığın tahrif edilmesidir. İslâmî açıdan bakıldığında hiç kimse başka birinin suçu ve günahı sebebiyle suçlu ve günahkâr sayılamaz. Yâni değil Hz. Adem’in, kendi babamızın bile işlediği bir günâhın suçlusu biz olamayız. Bu, medenî hukukta da böyledir. Belki başkasının finansal borcuna kefil olup onun yerine ödeyebiliriz ama kimse kimsenin suçu ve günâhı sebebiyle ceza alamaz.

Buradan şu sonuç çıkmaktadır ki, “aile dizimi” denen uygulamanın altında bozulmuş bir Hristiyan inancı yatmaktadır. Bu, bir papaz olan ve misyoner yapan Hellinger için normal ve hatta doğru olabilir, çünkü kendisi psikoloji eğitiminden önce Hristiyan ilâhiyatı eğitimi almıştır. Bununla da kalmamış, Hristiyan inancını yaymak için misyonerlik yapmıştır. Misyonerliğini psikoloji üzerinden devam ettirmesinin onun açısından mahsuru olmayabilir.

Ama bu uygulama sırasında seansa katılan başka biri üzerinden, ruh çağırır gibi, ölmüş akrabalarımızla iletişime geçip, güya onların pişmanlıklarına şâhit olup sorunların düzeleceğini zannetmek en mâsum ifâdeyle çocuk oyunudur.

Ölünce amel defterinin (üç istisna dışında) kapandığına ve ölüp gidenlerin dünya ile bağının kalmadığına inanan Müslümanların, “ilk günah” gibi Hristiyanlık inancına dayanan “aile dizimi” gibi uygulamadan medet ummaları büyük bir çelişkidir. 

Fakirlik, eş bulma gibi sorunların bile geçmiş nesillerdeki sorunlara bağlı olduğu ve aile dizimi seansıyla onlarla temâsa geçildiğinde bu sorunların çözüleceğine inanmak, evden kalmış kızları evlendirmek için muska yazmaktan, çocuk sâhibi olmayanların türbe türbe dolaşmasından ne farkı var? 

Meselenin çözümü bu kadar kolay ise

Eğer bütün psikolojik sorunlarımız ve bu sorunların sebep olduğu diğer bütün sorunlar, önceki nesillerden aktarılan sorunların devâmı ise, bütün insanlar olarak, sosyal medya üzerinden tüm dünyâda eş zamanlı küresel çapta bir âile dizimi seansı yapalım ve “hepimizin annesi ve babası” kabûl edilen Hz. Havva ve Hz. Adem ile iletişime geçip “ilk günah” yükünden ve bu günah sebebiyle yaşadığımız bütün sorunlarda kurtulalım. Böylece dünyâda ne savaş, gelir dağılımı eşitsizliği yüzünden ne ekonomik kriz, ne soykırım, ne cinâyet, ne mutsuz evlilik kalmamış olur. İsrail’in terör saldırılarını bile durdururuz. Tüm dünyâya barış gelir. Bütün insanlar, masallardaki mutlu son gibi, mutlu mesut bir hayat yaşar. Ayrıca binlerce psikoloji kliniğine, milyonlarca psikiyatr ve psikoloğa gerek kalmaz; onlara verilen paralar daha keyifli şeylere harcanır.

Benden söylemesi

Sâdece bir misyonerin yaptığı, sosyal antropolojinin geliştirdiği teknikler kullanılarak tekrar edilmemiş tek seferlik kişisel gözleme dayanan, bilimselliği kanıtlanmamış ve “teknik” olduğu iddia edilen bir uygulamanın klinik psikoloji ve psikiyatriye yardımcı hatta alternatif olarak sunulmasında suç unsurları bile var olabilir. Bunun araştırılması başta Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın olmak üzere Hazine ve Maliye Bakanlığı ve ilgili diğer devlet kurumlarının sorumluluğundadır. Bu araştırma yapılana kadar ben bir antropolog olarak üzerime düşen bilimsel ve insânî vatandaşlık görevi yapıyorum.