Türk ekonomisi 2023 yılında yüzde 4,5 büyüdü. Bununla birlikte gelir dağılımı emek gelirleri aleyhine 2020 yılından beri bozulmakta.
Bu köşede 04 Mart 2024 tarihli yazımda buna değinmiştim:
“TÜİK verilerine baktığımızda işgücü ödemelerinin Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı 1998 – 2000 arası yüzde 26 - 27 arasındaki iken 2001 krizi sonrasında 2001-2006 arası yüzde 24-25 arasına düşmüş, 2007- 2013 arasında yüzde 25-27 arasında dalgalanmış, 2013 -2019 arasında yüzde 28’den düzenli bir şekilde yükselerek 2019’da yüzde 31’e kadar çıkmıştır. 2020, 2021 ve 2022 yıllarında hızla düşerek yüzde 26,3’e gerilemiştir.”
“Bir ekonomi büyürken herkesin de geliri artmak zorunda değil mi?” “Büyüme gelir dağılımında bozulmaya nasıl yol açar?” “Nasıl ve ne şekilde bir büyüme gelir dağılımında adaleti bozmadan gerçekleştirilebilir?” Bu yazıda bu soruları cevaplamaya çalışacağım. Ancak bundan önce iktisadi büyüme ile ne kastettiğimizi açıklamamız gerekir. İlk önce bu durumu açıklığa kavuşturalım.
İktisadi büyüme GSYİH’nin üç aylık büyümesi midir?
Büyüme denince hepimizin ilk aklına gelen üç ayda bir açıklanan milli gelir serilerindeki artış oranıdır. Bu aslında iktisadi büyümeyi göstermez. Pekiyi neyi gösterir? Ekonomide o üç ay içinde yapılan çeşitli harcamaların toplamının reel değerini ve onun üç aylık veya yıllık artış oranını gösterir. İktisadi büyüme ile kastedilen ise bir ekonominin üretim potansiyelindeki artış oranıdır. Güncel büyüme rakamları kısa vadeli harcama artış oranını gösterirken iktisadi büyüme üretim kapasitesindeki uzun dönemli artış oranını gösterir. Bunu dilerseniz bir örnekle anlatalım:
Hükümet kısa dönemde çeşitli harcamalar yaparak özel sektörden mal ve hizmet satın alabilir. Benzeri şekilde dış sermaye hareketleri yolu ile ülkeye giren finansal sermaye bankalar yolu ile tüketici kredilerinin genişlemesine yol açabilir. Daha basit bir şekilde Merkez Bankası para arzını arttırarak ekonomide ekstra satın alma gücü yaratabilir. Bütün bu ve benzeri eylemler milletin o üç ay için daha fazla harcama yapmasına imkân sağlar. Ancak bunlar üretim kapasitesinde bir artışa yol açmayabilir, büyük oranda açmaz da. Harcama artarken üretim kapasitesi aynı hızla artmıyorsa bu neye yol açar? Kısa dönemli bir rahatlama ve sanal refah artışı akabinde, farklı oranlarda dış açığa, enflasyona ve borç birikimine neden olur. Pekiyi, “üretim kapasitesini ne arttırır?” Şimdi bu soruyu cevaplayalım.
İktisadi büyümenin kaynakları
İktisadi büyüme bir ülkenin üretim kapasitesindeki artışı gösteriyorsa üretim kapasitesini belirleyen etkenler de büyümenin kaynaklarını oluştururlar. Bu kaynaklar üretim faktörlerinin artış hızı ve teknik ilerleme hızıdır. Üretim kaynakları nitelikli ve niteliksiz emek, fiziki ve beşeri sermaye ile altyapı sermayesi, toprak -gayrı menkul ve girişimdir. Bu üretim faktörlerinin miktarının birbirleri ile belli bir orantıyı koruyarak artması önemlidir. Bu yüzden her bir üretim faktörünün artış miktarını belirleyen harcamalar ve bu harcamaları etkileyen politikaların birbiri ile orantılı olması yaşamsal öneme sahiptir.
Fiziki sermayenin artış oranı makine teçhizat yatırımlarına ve makine teçhizat endüstrisinin kapasitesine bağlıdır. Beşeri sermayenin büyüme oranını ise aile ve kurumların eğitim yatırımları ve eğitim sektörünün kapasitesi belirler. Alt yapı sermayesinin büyüme hızını belirleyen genellikle kamunun alt yapı yatırımları ve bununla birlikte inşaat sektörünün üretim kapasitesidir. Toprağın ve gayrı menkulün artması (ülke sınırları değişmedikçe) pek mümkün olmadığı için teoride bu ihmal edilir. Öte yandan girişim gücünün artması da öyle kısa vadede kotarılacak bir iş değildir. Girişim gücünün oluşması hem zaman hem de kültürel birikim meselesidir. Dolayısıyla girişimin gelişmesi de teorik olarak ihmal edilir. Teknik ilerleme AR-GE ve inovasyon yatırımları ile üniversite sektörünün akademik üretkenliği ile doğru orantılıdır.
Anlayacağınız iktisadi büyümenin öyle para basarak veya dışarıdan borçlanarak finanse edilen harcama artışıyla doğrudan ilişkisi yoktur. Eğer harcama artışı doğru ve orantılı bir şekilde üretim faktörleri artışına ve teknik ilerlemeye yönlendirilirse o takdirde belli bir gecikme sonrasında üretim kapasitesi artışına yol açar. Burada önemli noktalardan biri sadece harcama ve üretim kapasitesi artışının örtüşmesi değil, aynı zamanda, üretim faktörlerinin artışlarının da dengeli ve birbiriyle orantılı olmasıdır.
İktisadi büyümenin orantılı olması ne demektir?
İktisadi büyümenin aslında farklı emek ve sermaye tiplerinin artış oranlarına bağlı olduğundan yukarıda söz etmiştim. Ancak bahsedilmesi gereken önemli bir nokta daha vardır. Sermaye ve emek genel olarak birbirinin yerine geçebilirken (yani birbirinin ikamesi iken) farklı tipte emek (nitelikli ve niteliksiz emek) ile farklı tipte sermaye (beşeri sermaye, fiziki sermaye ve alt yapı sermayesi) birbirlerini ikame etmez ama tamamlarlar. Dolayısıyla dengeli büyüme için sadece beşerî sermayede veya sadece alt yapı sermayesinde artış değil, bütün sermaye tiplerinin birbiriyle orantılı olarak aynı hızda arttırılması gerekir. Burada farklı sermaye tiplerinin üretimi ve kullanımı için geçen süre farklıdır. Beşeri sermaye minimum on altı yılda üretilirken kullanımı da 30 yılı bulur. Öte yandan alt yapı sermayesinin üretimi beş yıla varan sürelerde olurken kullanım ömrü 25 sene civarında gerçekleşmektedir. Fiziki sermayenin üretimi 1,5-2 yıl gibi çok daha kısa süre tutmakla birlikte kullanım ömrü de daha kısadır. Kullanıldığı sektöre göre fiziki sermaye ömrü 7-11 sene arasında değişmektedir. Bu sermaye tiplerinin birbirini tamamlayan ve birbiri ile orantılı hızlarda büyümesi için çok dikkatli ve planlı bir kalkınma stratejisine ihtiyaç vardır. Aynı zamanda her sermaye tipinin üretildiği farklı bir sektör bulunur. Eğer tek bir sermaye tipine dayalı bir büyüme programı uygulanıyorsa bu programın sonucunda üretim kapasitesinde bir artış olmayacağı gibi diğer sektörlerde yetersiz yatırım, ilgili sermaye tipinin üretildiği sektörde de aşırı yatırım gerçekleşir. Bu durumda gelirin sektörel dağılımı ve sınıfsal dağılımı dengesizleşir. Durumu açıklamak için bir örnek verelim:
Bir ekonomide üretim için eşit oranda altayapı sermayesi, beşeri ve fiziki sermaye gerektiğini varsayalım. Yani 3 TL’yı üç tane 1 TL’ya ayırıp her 1 TL’yi bir sermaye tipine yatırıma aktarmak gerekir. Elde bulunan kredi kaynakları ile 3TL’nın 2 TL’sını alt yapı sermayesi yatırımına ve 1 TL’sını da beşeri sermaye yatırımına ayırdık. Fiziki sermaye yatırımına bir kaynak ayırmadık. Yatırımlar tamamlandığında üretim kapasitesinde bir artış olur mu? Sermayenin katkısıyla bir artış olmaz, eğer işgücü – yani nüfus - arttıysa onun katkısıyla bir artış olur. Sermayenin katkısıyla bir artış olmaz dedik, çünkü üretim kapasitesinde sermaye katkısının artması için her bir sermaye tipinden eşit miktarda artması gerekir. Bu yüzden alt yapıya yapılan 2 TL’lık ve beşeri sermayeye yapılan 1 TL’lık yatırımlar atıl yatırım olmuştur. Bu sermaye tiplerinde aşırı yatırım var iken fiziki sermayede eksik yatırım vardır. Bununla birlikte üretim artışıyla karşılanmayan bir gelir artışı eğitim ve inşaat sektörlerine aktarılmıştır. Bu da gelirin sektörler arası adaletsiz dağılımına yol açmıştır.
Gelir dağılımı adaletinin bozulmasındaki en temel reel ekonomi faktörü sektörel orantısız büyümedir. Bunun önüne geçilmesi için öncelikle ciddi bir planlı kalkınma stratejisi oluşturulmalıdır. Bu öyle birkaç cümle ile anlatılamaz. Bu yüzden Pazartesiye bu konuyu ele alalım.
Özetleyecek olursak Sayın Kavcıoğlu ve Sayın Nebati’nin başında bulunduğu popülist program yüksek enflasyon yoluyla ciddi bir servet ve gelir transferine yol açmıştır. Gelir dağılımı ücretliler aleyhine sert bir şekilde bozulmuştur. Ancak bu kısa vadeli etkidir. Bir de son 20 yıllık uygulamaların yarattığı ve Türk ekonomisinin potansiyelinin altında büyümesine ve bunun için de dış borçlanma sarmalına girmesine yol açan orantısız büyüme problemi vardır. Bu uzun vadeli sorunun etkileri yapısaldır ve kökleri daha derinlerdedir. Para basarak, borç alarak kalıcı büyüme çok küçük bir ihtimalle sağlansa bile, inşaata gaz verip fabrikalara ve makine parklarına yatırım yapmayarak hiçbir şekilde üretim potansiyelinizi arttıramazsınız. Onun için gelir dağılımı problemini sağlam ve planlı bir sanayileşme olmadan çözebilmek zordur.