YILDIZLAR ALTINDA

Ümit G. CEYLAN 22 Şub 2024

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Hepimiz aynı gök kubbenin altında koskocaman bir insanlık ailesi olarak yaşıyoruz. Bu öyle büyük bir etkileşim potansiyeli ki bunun farkında olmalıyız.

Bir kıtada yaşanan büyük bir orman yangını nasıl gök kubbeye yükselen dumanların sayesinde ekolojik sistemde tahribata yol açıyorsa aynı şekilde insanlığın yaşadığı acılar da hepimizi etkiliyor. Bir insanın acısı insanlığın ortak acısıdır. Tıpkı bir yıldızın kayması insanı nasıl heyecanlandırıyor ve etkiliyorsa ve bu ortak bir görüşe dahilse bir insanın acı çekmesi de hepimizi etkilemeli.  Bugün etkilemese bile bir gün mutlaka etkiler. Buna göz yumamayız. Bir süre belki ama öyle bir zaman gelir ki artık en katı kalpler bile uyanabilir. İnsanız ve kalp taşıyoruz.

Uyanış başladı dedik

Evet kesinlikle başladı. Şu anda çocuk yaşlarında olanlar yirmi sene sonra bambaşka bir dünya kuracaklar. Çünkü onların kalpleri bu acıları en derinden hissediyor. Çocukların kalpleri insan ayırmaz. Renk, dil, din, mezhep farkını bilmez. Bu ayrımlar sömürü sistemin bir ayrıştırmasıdır. Bugün İrlandalı çocuk kortejin en önünde canhıraş Filistin’deki çocukların hakları için bağırıyor ve haksızlıklara isyan ediyorsa yarın kıtlara birleşecek demektir. Uyanışın başlaması bizi Siyonizm prangalarıyla birbirine bağlayan bağlardan kurtulmamız demektir.

Kapitalizm, Siyonizm

Adına ne derseniz deyin para, mal, mülk bunları elinde bulunduranlar bizim ellerimize de bir kısmını vererek ağızlarımıza bal çaldılar. Elimizden sevgimizi çaldılar. Diğergamlığımızı aldılar. Yerine benciliği verdiler. Bireyselliği verdiler. O yüzden doldu taştı kötülerin icraatleri. İnsanlık da kaldıramaz hale geldi. Allah nurunu tamamlayacaktır sözünün açığa çıktığı bir döneme giriyoruz. Çünkü bu nurla henüz tanışmamış olanların hakkı vardı. Şimdi onların tanışma zamanı. Bizler mirasyedi olarak İslam’ın kıymetini bilemedik. Bilseydik İslam coğrafyaları bu acılara gark edilemezdi. Ama yine de ümit varım. Atalarımızın yüzü suyu hürmetine Rabbimizin bizim elimizden en azından Türklüğün elinden İslam’ı almayacağına imanım tamdır. Hatta tekrar Türklerin İslam’ın bayraktarlığını yapacağına inancım vardır.

Beyaz ekmeği özlüyor

Bir kız çocuğu Filistin’de göz yaşları içinde en çok ekmeği hani şu beyaz olandan olanı özlediğini söylüyor kendisine soru soran kişiye. Soru soran kişi de sen kahramansın ağlama diyor. Evet onlar çocuk kahramanlar. Artık ne Süpermen ne Batman ne Superwoman falan hepsinin imajları yıkıldı. Yeni dünyanın yeni kahramanları yıldızları birlikte kurtaran çocuklar olacak. Çünkü onlar aynı gök kubbenin altındalar. Bize gelince biz galiba çok şeyi kaçırdık. Kapitalizmle şununla bununla zamanımızı heba ettik. Umulur ki yıldızlar altındaki kahraman çocukların paçalarına yapışır ve son dönemlerimizde de olsa dünyanın mamur olduğu bir zaman dilimine şahitlik ederiz vesselam.

Artı

Filistin bayrağı açmak

Mısırlı iki sporcu bir spor müsabakasında İsrailli sporcuyu yenince ilk iki sırayı paylaşıp madalyalarını almak için kürsüye çıktılar. Asıl güzel olan Mısırlı sporcular kendi bayrakları yerine Filistin bayrağı açtılar. Aslında sorunun politikacılarda olduğu ortada. Toplumların halklarla, insanlarla sorunları yok. Halklar insanlık adına haksızlıkların karşısında duruyorlar. Asıl problem politikacılarda. Neden genellikle politikacılar bu kadar duyarsız olabiliyorlar? Duyarsız insanlar mı genellikle politikacı olmayı seçiyorlar? Filistin’in yaşadığı bu olağanüstü katliam karşısında duyarsız kalan politikacılar neden Filistin bayrağını açamıyorlar?

Eksi

Sigortasız çalıştırmak

Baktığında çok modern kendilerini falancı, filancı olarak gören ve batı müziğini göklere çıkaran bir özel müzik okulu yurtdışından gelen usta piyanistini sigortasız çalıştırıyor. Fakat tanıdığım bu hanımefendi o kadar kibar ki ben onun adına utanıyorum. Kendisine şikayet edebileceğini söyledim ama hanımefendi gerek duymuyor ve ilahi adalete inandığını söylüyor. İmajımızı bitiren bu davranışların yapılmaması lazım ve bu işyerlerin daha sıkı denetlenmesi lazım. Çok ayıp ve çok can sıkıcı. Ben bir şey yapmak isterim ama yolunu yöntemini bilmem lazım.

 Alman gazetesi taraf tutar mı?

Frankfurter Allgemeine gazetesinin web sayfasındaki başlıklardan yurt dışı haberlerine basınca iki ülkenin adının başlığa taşındığını görüyorsunuz. Bunlardan biri Ukrayna diğeri de İsrail. Ne kadar tarafsız değil mi? Şimdi bu gazeteden tarafsızlık bekler misiniz? Medya yansız olamaz mı? Yani bu kadar afişe ederseniz elbette yanlı olursunuz. Web’deki seçenek başlıklarında Filistin ve Rusya olmamasını neye bağlarsınız? Gerçekten bu kurumda çalışanların gözleri kör mü? Artık kalbi ve vicdanı olan herkes katliamları gözleri ile an be an görüyor. Filistin halkının zulme uğradığını nasıl inkâr edebilir, İsrail’i nasıl haklı görebilirsiniz? En azından hiç başlığa çıkarmayın da bu kadar da olmaz denilmesin? Nasılsa insan unutuyor değil mi? ABD’nin dünyayı 3.dünya savaşına sürüklediği o kadar açıkken kendi biterken herkesi de beraberinde sürüklemek istediği ayan beyan ortadayken.. İşte medya budur! Siz siz olun karşılaştırmalı ve çapraz okumalar yapmayı alışkanlık haline getirin. Yoksa zavallı durumuna düşersiniz. 

Bir gazetecinin mutluluğu

En güzel sonuç bir akademisyen veya işi öğretmek olan için sonucunu görebilmektir. Geçen güz dönemini akademik takvimde geride bıraktık. Notları verdik. Hakkı hakka teslim ettiğimizi düşünerek gereğini yaptık. Bilmeden yaptıklarımız varsa Allah şimdiden affetsin. Sevgili öğrencilerimizden özellikle bazılarından aldığım mesajlar beni çok duygulandırdı. İki öğrencim ortaklaşa mesaj atmışlar ve bana şunu söylemişler; “bilgi vermenin yanından insan olmayı ve insanı anlamayı öğrettiniz için teşekkür ederiz”. Tabi kendimi övmek olarak algılanması için yazmıyorum (bir de bu açıklamaları yapmak zorunda bırakıldığımız bir çağdayız. Ne acı). Gazetecilik de aslında çok farklı değil. Çünkü kitlelere bilgi ulaştırıyorsunuz ve doğru bilgi ile bir nevi kitleleri eğitmek istiyorsunuz. Ama gazetecilik daha fazla nankör bir alan. Göz önünde olmadığınız, parlamadığınız müddetçe yani popüler iş yapmadığınızda yok sayılıyorsunuz. Ama öğrencileriniz sizi anlıyor ve görüyorsa o zaman mesleğimin bir tarafına akademisyenliği de sığdırdığım için şükrediyorum. Şükürler olsun yazdıran o güzel Allah’ıma. 

Masumiyetin eli

Saflık, masumiyet ne güzel şeydir. Saflığın yani bir başka kelime ile masumiyetin bütün güzel duyguların çekirdeğini oluşturduğunu bir bilseydik hiç uzaklaşır mıydık çocukluğumuzdan? Tertemiz hesapsız, kitapsız yanağımızı koyduğumuz o el, en çok kimin eli olur diye sorsam elbette hepimiz anne diyeceğiz. Ama ben de şunu diyorum ki; anne olamadan anne olan nice masumiyeti taşıyan, dağıtan, hatırlatan eller var. Önemli olan da bu saf duygularımıza zarar vermeden, vermesine izin vermeden taşıyan eller olabilmektir. Çocukluğumuza bir zarar gelmesin diye en safiyane duygular o yaşlarda yaşanır. Bir çocuk taşıdığı bu masumiyetini tüm ömrüne yayabilmesi için o ellerin çok büyük emeği vardır. Çocuk ve o eller masumiyetin, saflığın ve insanlığın bir olduğu o eller büyüdükçe unutulmaz. Hatırlanır masumiyetin elleri. İnsan büyüse de eli varmaz kötülük yapmaya. O eller hatırlatır büyüyen çocuğa masumiyetin sıcaklığını daima.

  

Yapay zekâ ile gerçeklik olmuyor

Taksim’de metro çıkışının hemen önünde büyük bir enstalasyon alanı kurulmuş. Dış çevresi çepeçevre ekran giydirilmiş. Konu Filistin’deki dramı anlatmak ve sürekli hatırlatmak. Maksat güzel olsa da gerçeklik duygusu verilememiş. Çünkü gerçek görüntülerden değil yapay zekâ ile oluşturulmuş savaş alanını yansıtıyordu. Özellikle de çocukların dramını anlatmak için çabalanmış olsa da yapay zekâ gerçekliğin üstünü örtüyor ve olayları animasyona dönüştürüyor. Oysa zahmet edilip gerçek görüntüler yansıtılsaydı insanları daha çok içine çekerdi. Hep dediğimiz gibi yapay zeka dokunmuyor sadece temas ediyor.

 Hayatımızın ritmi

Hayatın içinde her şeyin bir ritmi var bunu bilmeyen yok ama çoğu zaman bu ritmin bir parçası olduğumuzu unutuyoruz. Oğlum geçenlerde çizgi film izliyor kısa bir parçadan kısa bir not düştüm kendime.  Öğretmen öğrencilere ritmin ne olduğunu öğretiyor, herkes eline bir enstrüman alıyor ve çalmaya çalılıyor.  Daha ilk dakikalarda "hey durun!" diyor öğretmen,  bu ritim değil bu bir "gürültü!" Sonrasında içinde ahenk olmayan her şeyin gürültü olduğunu öğreniyor benim evlat. Bende onunla birlikte öğrendklerimizi hayatıma daha derinden işliyorum. Hayatın içinde neyin gürültü neyin melodi olduğunu bilmek lazım, zira bilmeyince ahenkli bir bütünün parçası olmak çok zorlaşıyor. Yolda düşünüyorum, iş yerinde düşünüyorum, sıra beklerken düşünüyorum, yatarken düşünüyorum, alelade bir işi yaparken bile düşünüyorum, neyin parçasıyım? Ne kadarı, ne kadarım ahenk içinde?

Çocuklara okulda günün nasıl geçti diye sormanın 10 farklı yolu diye videolar çıkıyor karşıma, niye daha farklı sormak gerekiyor çünkü monoton sorular istediğimiz cevabı almamıza yardımcı olmuyor, açmıyor sohbet sohbeti. İnsan kendine de böyle davranmalı, bugün neyi iyi yaptım bugünden ne öğrendim gibi soruları değiştirip, hayatımın bir ritmi, bir ahengi var mı diye soralım bir de. Benim ne kadarım melodi ne kadarım gürültü diyelim. Belki de sohbet sohbeti açar, kendimize açılıveririz fark etmeden.

Hayatın içinde bir duruşumuz varsa, kurallarımız da var demektir. Kurallı yaşamak ne hoşgörüsüzlük ne de başkalarının işini zorlaştırmak değildir bilâkis istikrarlı ve öngörülebilir biri olmak belki başkalarının işini bile kolaylamak demektir. Bir duruşa sahip olmak en temel melodimiz bence. Duruşumuzun gerektirdiği gibi yaşamaya çalışırken gürültüden uzak dingin bir hâl yaşarız. Sağlığımız, işimiz, evimiz, inancımız ve hayatımızdaki temel değerlerimizin her biri bir ritim katar. İstikrarlı yaptığımız spor, aile hayatımız, eksiksiz emek verdiğmiz işimiz, dostluk ilişkilerimiz, yaptığımız ibadetler,  bir düzen içinde çok da sapmadan akıp gidiyorsa hayatımızda ne çevremizdekiler ne de biz hayatımızın içinde pek gürültü duymayız. Gürültü azaldıkça gelen dinginlik dışardan gelen tiz seslerle de bir şekilde başa çıkmamızı sağlar. Tiz olan herşeyden kendi içimizdeki melodiye doğru çekiliriz. Koşmadan yetişmeyi, sevilmeden sevmeyi, gönlümüzün, ruhunuzun gıdasını, şifasını bulmayı öğreniriz.

Ya düzen içinde trafikte akan araçlar gibi oluruz ya da arkadaki aracın zamanını önemsemeksizin orta yerde öylece durup birini indiren, hatta inenin dahi acelesi olmadığı için şaşırıp kaldığın bir manzaranın yaşayanı değil yaşatanı olursun. Bunca sözü bunun için yazdım. Hayret doğrusu!  Bazılarımızın eylemi baştan sona kadar "gürültü" ama buna öyle alışmış olmalı ki artık duymuyor(lar.) Dilerim gönlümüzden, bedenimizden ve eylemlerimizden hep ahenkli bir hâl yayılıverir ve başkalarına da örnek oluruz, dilerim güzel insanlar en güzel melodilere kapılıp gider... Kendi en iyimiz ve kendimize ait en güzel beste olmayı başarabilmek dileğiyle...