Vakıf Katılım web

SOSYAL AĞ ANALİZİ: BİREY TOPLULUKLAR VE TOPLUM

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
İnsanları tanımlayan ve diğer canlılardan ayıran iki temel özellik vardır: Kendisini, etrafındaki insanları ve yaşadığı doğayı tanımasına ve ona bir anlam vermesine yetecek bir kavrama gücü (akıl) ve diğer canlılardaki içgüdüsel sürü anlayışı yerine kendi iradeleri ile bir araya gelerek çok kalabalık gruplar halinde hareket edebilme kabiliyeti.

 İnsan gelişmiş beyni ile kendisini, ailesi ve çevresi ile doğayı tanımlama ve anlamlandırma eylemini yerine getirirken konuşma ve iletişim yeteneği ile kalabalık gruplar halinde örgütlenebilmektedir. Her insan bireyinin yaşadığı toplumda birden fazla rolü bulunur. Örneğin kendimi ele alayım: Ben Hocalarım için onların asistanı veya genç meslektaşı (50 yaşında genç meslektaş olur mu?, DMD) iken öğrencilerim için dersin Hocası, kızım için Baba iken Annem için Oğul, TV izleyenleri için ekonomi yorumcusu, YeniBirlik okuyucuları için köşe yazarı, mahalle esnafı için müşteri, futbolseverler için Galatasaray taraftarı, yabancılar için Türk, başka dinden olanlar için Müslümanım. Bireylerin toplumsal hayatta içine girdikleri her rol için gerekli olan belli bir davranış kalıbı olur. Futbol muhabbeti yaptığım arkadaşlarla konuştuğum gibi TV’de yorum yaparken ya da kızımla bir aradayken konuşamam. Bu farklı davranış kalıplarını biz topluluklar içinde öğreniriz. Her topluluk veya grup belli bir amaçla gönüllü olarak bir araya gelmiş insanlardan oluşur. Bugün insanların toplum içinde kendi bireysel çıkarları ile örtüştüğü için dahil olduğu grupları tanımlayan, onların özelliklerini hesaplamaya ve zaman içinde gelişimlerini tahlil etmeye yarayan Sosyal Ağ Analizini tanıtacağım. Biraz teknik bir konu olduğu için mümkün olduğunca basitleştirmeye çalışacağım.

SOSYAL AĞ ANALİZİ (SNA) NEDİR?

Sosyal Ağ Analizi (SNA), ağlar ve grafik teorisi kullanılarak sosyal yapıların araştırılması sürecidir. Ağ bağlantılı yapıları düğümler (ağ içindeki bireysel aktörler, insanlar veya şeyler) ve bunları birbirine bağlayan bağlar, kenarlar veya bağlantılar (ilişkiler veya etkileşimler) açısından karakterize eder. Sosyal ağ analizi yoluyla yaygın olarak görselleştirilen sosyal yapıların örnekleri arasında sosyal medya ağları, bilgi dolaşımı, arkadaşlık ve tanıdık ağları, akran öğrenen ağları, iş ağları, bilgi ağları, zorlu çalışma ilişkileri, iş birliği grafikleri, akrabalık, hastalık bulaşması ve cinsel ilişkiler yer alır. Bu ağlar genellikle düğümlerin noktalar ve bağların çizgiler olarak temsil edildiği sosyogramlar aracılığıyla görselleştirilir. Bu görselleştirmeler, ilgi duyulan nitelikleri yansıtacak şekilde düğümlerinin ve kenarlarının görsel temsilini değiştirerek ağların niteliksel olarak değerlendirilmesi için bir araç sağlar. Sosyal ağ analizi, modern sosyolojide anahtar bir teknik olarak ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda şu alanlarda da önemli bir popülerlik kazanmıştır: antropoloji, biyoloji, demografi, iletişim çalışmaları, iktisat, coğrafya, tarih, bilgi bilimi, örgütsel çalışmalar, fizik, siyaset bilimi, halk sağlığı, sosyal psikoloji, iktisadi ve toplumsal kalkınma çalışmaları, sosyodilbilim ve bilgisayar bilimi, eğitim ve uzaktan eğitim araştırması…

SOSYAL AĞ TEORİSİ NASIL GELİŞTİ?

Sosyal Ağ Analizinin teorik kökleri, sosyal aktörleri birbirine bağlayan ilişki kalıplarını çalışmanın önemi hakkında yazan Georg Simmel ve Émile Durkheim gibi ilk sosyologların çalışmalarına dayanmaktadır. Sosyal bilimciler, 20 yüzyılın başlarından bu yana, kişilerarası düzeyden uluslararası düzeye kadar her ölçekteki sosyal sistem üyeleri arasındaki karmaşık ilişkiler dizisini ifade etmek için "sosyal ağlar" kavramını kullandılar. 1930'larda Jacob Moreno ve Helen Jennings temel analitik yöntemleri tanıttılar. 1954'te John Arundel Barnes, geleneksel olarak halk tarafından kullanılan ve sosyal bilimciler tarafından kullanılan kavramları kapsayan bağ kalıplarını belirtmek için, bu terimi, sınırlı gruplar (örneğin kabileler, aileler) ve sosyal kategoriler (örneğin cinsiyet, etnik köken) için sistematik olarak kullanmaya başladı: . 1970'lerden itibaren Ronald Burt, Kathleen Carley, Mark Granovetter, David Krackhardt, Edward Laumann, Anatol Rapoport, Barry Wellman, Douglas R. White ve Harrison White gibi bilim insanları sistematik sosyal ağ analizinin kullanımını genişletti. 1990'ların sonlarından itibaren sosyal ağ analizi, Duncan J. Watts, Albert-László Barabási, Peter Bearman, Nicholas A. Christakis, James H gibi sosyologların, siyaset bilimcilerin, iktisatçıların, bilgisayar bilimcilerin ve fizikçilerin çalışmalarıyla daha da canlandı. Fowler, Mark Newman, Matthew Jackson, Jon Kleinberg ve diğerleri, kısmen çevrimiçi sosyal ağlar hakkında mevcut yeni verilerin ve yüz yüze ilişkin "dijital izlerin" ortaya çıkmasıyla yeni modeller ve yöntemler geliştirip uygulamaktadırlar. Bugün Sosyal Ağ Analizi geçmişe nazaran çok daha fazla imkân sunmaktadır çünkü içinde bulunduğumuz sosyal medya ağları bizim tüketim tercihlerimiz, dini inançlarımız, siyasi görüşlerimiz, arkadaş çevremiz hakkında büyük hacimli bilgiyi depolamaktadır. Akıllı telefonlar sağ olsun!

SOSYAL AĞ ANALİZİ BİREY MERKEZLİ BİR TOPLUM DÜŞÜNCESİNE Mİ DAYANIR?

Bir sosyal ağ, çok basit bir sebepten insanları gönüllü olarak bir araya gelmesiyle kurulur: Örneğin her hafta belli bir günde okey oynamak için bir araya gelen dört arkadaş gibi. Bu okey grubu dört kişilik küçük bir ağdır. Varsayalım ki, bu ağ içinde iki arkadaş ortak iş yapmaya karar verdi ve ortaklaşa bir firma kurdular. Onlar artık aynı zamanda ikinci bir ağın içerisinde bir arada bulunmaktadır: Firmanın çalışanları, tedarikçileri, mali ve hukuki müşavirleri, müşterileri bu geniş ağı oluştururlar. Diğer iki arkadaş ise bir spor klübüne üye oldular. Bu sefer onlar da çok farklı amaçlarla bir araya gelmiş insanlar grubunun çok farklı değer ve normlara sahip üyeleri oldular. İşte sosyal ağların her biri bireylerin gönüllü olarak içine girdikleri ve kendi hedefleri ile örtüşen kazançlar elde etmeyi umdukları insan gruplarıdır. Eğer bir grubun içinde yer almak o bireye yarardan çok zarar getiriyorsa o gruptan ayrılırsınız. Aynı zamanda siz ayrılırken başkaları o grubun içine girebilir. Doğal olarak sosyal ağlar statik değildir, dinamik, yani zaman içinde değişebilen süreçlerdir. Diyebiliriz ki, sosyal ağların (üyelerin hepsini kapsayan özellikleriyle) genel kimliği, üyelerinin bireysel kimliklerinin bir sentezidir. Üyeler değiştikçe bu genel kimliğin de değişmesi gerekir. Bütün bu bilgilere dayanarak “toplumlar” ve “topluluklar” üyesi bireylerin toplamından oluşur diyebilir miyiz? Liberal sosyal bilimciler genel olarak bu argümana dayanırlar. Dolayısıyla din, millet ve sınıf gibi bireyin üstündeki toplumsal yapıları analizin temeline almazlar. Çünkü bunlar da en nihayetinde birer sosyal ağdır. Şöyle diyelim, insanların oluşturduğu çıkar temelli ortaklıklara dayanan sosyal ağlara topluluk adı verilirken, bu toplulukların arasındaki daha büyük sosyal ağa da toplum adı verilir. Ancak ümmet, sınıf ve millet ayırımları bunlardan biraz daha farklıdır.

MİLLET, ÜMMET VE SINIF

Modern anlamda millet bir milli devletin vatandaşlarından oluşur. O milli devletin yasaları ile belirlediği sınırlar insanların bireysel hak ve özgürlüklerini sınırlar. O milli devletin verdiği zorunlu eğitim hizmeti bireylere millete mensubiyet bilincini verir (veya vermesi gerekir) ve onları ideal bir vatandaş olarak yetiştirir. Eğer milletin yüzyıllara dayalı olarak geliştirdiği kültürel norm, değer ve yapılarla (töre, gelenek, dini uygulamalar, aile yapısı vb.) milli devletin kurumları örtüşüyorsa milli kimlik de daha kolay kabul edilir, benimsenir. Eğer milli devletin kuralları ile vatandaşların kültürel değerleri örtüşmüyorsa o zaman problem çıkar. Ümmet, genel anlamda İslâmi açıdan bu anlama gelmese de, vatandaşın anladığı şekilde aynı dine mensup insanları temsil eder. Her dinin toplumsal ve bireysel hayatı sınırlayan kuralları vardır. Haramlar ve helaller, günlük düzenli ibadetler, topluluk içi yardımlaşma ve dayanışmayı öne çıkaran kurallar ve benzeri. Bu kural ve normlar siyasi ve hukuki bir otoriteden ziyade ailede ve yakın toplumsal çevrede alınan eğitimle kuşaktan kuşağa aktarılır. Ancak ümmete mensubiyetin sırrı da millete mensubiyete benzer. Eğer dinin kuralları insanların mevcut yaşam tarzı ve üretim teknolojisiyle örtüşüyorsa sorun çıkmaz. Örtüşmediği noktalar dananın kuyruğunun koptuğu yerlerdir. Her üretim sistemi sermaye, emek, toprak ve girişim gibi üretim faktörlerine dayanır. Bu üretim faktörlerinin sahipleri de üretim faaliyetindeki ortaklıkları ile iktisadi sınıfları oluştururlar. İşçi sınıfı, çiftçi sınıfı, sermayedar sınıfı gibi…

İktisadi sınıflar üretimden elde ettikleri payları en yükseğe çıkarma amacıyla bir araya gelirler. İstisnalar olsa da, yapılan çalışmalar göstermektedir ki, işçi sınıfından sermayedar sınıfa geçmek veya tersi çok yaygın değildir. Yani toplumsal anlamda dikey hareketlilik çok sınırlıdır. Dolayısıyla tıpkı ümmet ve millet gibi içinde bulunduğunuz sınıftan çıkmak da kolay değildir. Bu üç toplumsal ağın, yani millet, ümmet ve sınıfın, diğer toplumsal ağlardan farkı şudur ki, her birey bu ağların içine doğup bu ağların içinde geliştiği için bu ağlara gönüllü olarak katılmış olamaz. Keza bu ağlardan çıkmak da öyle kolay değildir. Böyle bir karar bireyin kendisinden bir parçasını söküp atmaya benzer. Bu yüzden bu üç sosyal ağ, bireylerin toplamından daha fazla veya daha az bir şeye tekabül eder. Yani bu sosyal ağları sadece bireyler bazında tam olarak tanımlayamazsınız. Bugün bütün dünyada ki siyasi çatışmaların sebebinin de, değişen üretim yapısına uygun olarak millet, ümmet ve sınıfların değişiminin daha yavaş olmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz.