​ÖZGÜRLÜK MÜ, BAĞIMSIZLIK MI?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Fransız Devrimi Atatürk'ün cumhuriyetçiliğinin ve devrimciliğinin kaynağıdır.

Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılında toplumsal olarak çözmemiz gereken problemlerden biri bugünkü başlığı mı oluşturuyor: Özgürlük mü, bağımsızlık mı? Atatürk ve arkadaşları Cumhuriyeti kurarken somut iktisadi ve toplumsal gerekliliklerle karşı karşıyaydı ama hiçbir siyasi hareketin fikri temelleri olmadan kalıcı olması düşünülemez. Atatürk’ün ve Cumhuriyetin kurucu babalarının fikri temellerini belirleyen bir tarihsel olay ve iki büyük sanat ve düşünce adamıdır. Tarihsel olay Fransız Devrimi ve düşünce adamları da Tevfik Fikret ve Ziya Gökalp’tir. 

Fransız Devrimi Atatürk’ün cumhuriyetçiliğinin ve devrimciliğinin kaynağıdır. Fransız ihtilâlinin mottosu “Fraternite, Egalite, Liberte!” Yani “kardeşlik, eşitlik ve özgürlük”. Bu motto Jön Türkler tarafından “uhuvvet, müsavat ve hürriyet” olarak çevrilmişti. Bugünkü Türkçe eserlerde mottonun sıralaması değiştirilir ve “eşitlik, kardeşlik, özgürlük” olarak seslendirilir. 

Fransız ihtilâlinin en önemli özelliği tarihte ilk defa yönetici olmayan bir sınıf olan burjuvazinin bir halk ihtilâliyle monarşiyi (mutlakıyet rejimini) ve onun destekçisi aristokrasi (soylular sınıfı) ve ruhban sınıfını devirmesidir. Temel hedefi “vatandaşların birliği” olarak siyasi bir tanım getirdikleri milletin mutlak hakimiyetine dayalı, bireylerin düşünce, inanç ve girişim özgürlüğünün bu hakimiyetin temeli olduğu bir toplum kurmaktı. Bu da zorunlu olarak cumhuriyet idaresini gerekli kılıyordu. Son dönem Osmanlı aydınları ve tabii ki Cumhuriyet’in kurucu kadroları için Fransız İhtilâlinin bir örnek teşkil etmesi doğaldır. Ne var ki, pratikte Fransız İhtilâlinin kendisinin dahi ideallerine ne kadar yaklaştığı tartışılır durumdadır. 

Burada Fransız İhtilâlinin Atatürk ve arkadaşları üzerindeki etkisi tebaa yerine vatandaşlık, köylülük yerine şehirlilik, kutsal hanedan hakimiyeti yerine millet hakimiyeti, cemaat üyeliği yerine özgür bireyler olarak tezahür ettiği söylenebilir. Ancak Fransız İhtilâli düsturları içinde olmayan bağımsızlık / istiklâl düsturu Atatürk’ün düşüncesinde ve Cumhuriyet tasarımında çok önemli bir yere sahiptir. 

Büyük şairimiz Tevfik Fikret Fransız İhtilâlinin “eşitlik, kardeşlik ve özgürlük” düsturlarını savunurken Atatürk ve kuşağını da etkilemiştir. Öte yandan Atatürk’ün “milli filozofumuz” diye iltifat ettiği Ziya Gökalp da Durkheim sosyolojisini Türkiye’ye uygulamasıyla öne çıkmıştır. Diyebiliriz ki Altı Okun ilham kaynağı bu iki büyük adamdır: Laiklik, Cumhuriyetçilik ve İnkılapçılık Fikret’ten, Milliyetçilik, Devletçilik ve Halkçılık Gökalp’ten. Pekiyi bağımsızlık / istiklâl nereden gelmekteydi? O da Türk toplumunun içinde bulunduğu şartlarla diğer altı ilkenin zorunlu sonucuydu diyebiliriz.

“Hocam, iyi güzel söylüyorsunuz da bağımsızlık ve özgürlükle neyi kastediyorsunuz? Türkiye’de şu anda böyle bir sorun yok ki?” Olmaz mı? Türkiye’nin temel siyasi çelişkileri bu iki fikir etrafında dönüyor. Sanki bu iki fikir birbirinin zıttı imiş gibi yansıtılıyor. Siyasi kavgalarda ya birini ya da öbürünü savunmanız gerekiyor. Yani toplum bir deli gömleğinin içine hapsoluyor. Açalım isterseniz. 

ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK NEDİR? 

Siyasi anlamda Özgürlük, toplum içinde otoritenin kişinin yaşam tarzına, davranışlarına veya siyasi görüşlerine dayattığı baskıcı kısıtlamalardan özgür olma durumudur. Yani bireyler kendi yaşam tarzlarına, tercih ve beğenilerine siyasi otorite ve/veya dini ve yerel cemaatler tarafından getirilen sınırlamalar olmadan sahip olmalıdır.

İktisadi anlamda özgürlük, genellikle serbest piyasa olarak adlandırılan serbest, adil ve açık rekabet ortamı anlamına gelir. Burada özel mülkiyet hakkı, fırsat eşitliği ve girişim özgürlüğü önemli kavramlar olarak ortaya çıkmaktadır.  

Hukuki açıdan özgürlük, bireylerin gereksiz müdahale olmaksızın hareket etme özgürlüğüne (negatif özgürlük) ve hedeflerine ulaşmak için fırsatlara ve kaynaklara erişime (pozitif özgürlük) sahip olduğu, tamamı adil bir yasal çerçeve içerisinde olan dengeli bir toplumsal ortam anlamına gelir. 

Bireylerin özgürlüğü bireylerin davranış ve seçimlerinde keyfi sınırlamaların olmaması anlamına da gelir. Bu anlamda özgürlüğün kullanılması ehliyete tabidir ve başkalarının haklarıyla sınırlıdır. Dolayısıyla özgürlük, bireylerin başka hiç kimseyi özgürlüğünden mahrum bırakmadan, hukukun üstünlüğü altında tercih ve davranışlarını sorumlu bir şekilde kullanmasını gerektirir. Yani bir bireyin özgürlüğü diğerlerinin özgürlüğü ile sınırlıdır. Bireysel özgürlük bu şekilde sınırlandırılır ki toplumsal özgürlük gerçekleşsin.  

Bağımsızlık, bir milletin, ülkenin veya devletin sakinlerinin ve nüfusunun veya bunların bir kısmının kendi toprakları üzerinde kendi kendini idare ettiği ve egemenliğini hayata geçirdiği bir durumdur. Bağımsızlığın zıttı, bağımlılıktır. Yani bir milletin veya bir ülkede yaşayan insanların kendi kendini idare etmediği, bunun için kısmen veya tamamen başka millet veya devletlerin sınırlamalarına tâbi olduğu durumdur. 

Özgürlük bireylerin diğer bireylerin davranış veya baskısıyla sınırlandırılmadığı durumu gösterirken bağımsızlık da milletlerin diğer milletlerin davranış ve baskısıyla sınırlandırılmadığı durumu gösterir. Burada ana soru şudur: Bireylerin her birinin özgürlüğünün meşru sınırları nedir? Örneğin ben ne yaparsam başkasının özgürlüğü kısıtlamış olurum? Her toplumda bu meşru hukuk kuralları ve kanunlarla çizilir. Ama bu kanunların da uyması gereken temel kurallar evrensel insan hakları tarafından belirlenmiştir. Bu yüzden bir devlet kanunlarını uygularken ne kadar evrensel insan haklarına uygun davranırsa o devletin vatandaşları için o kadar özgürlükler artar.    

ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK ÇELİŞİR Mİ?

Bugünkü siyasi ortamda iki ana bakış açısına göre taraflar saf tutmaktadır: Bir tarafta bireysel özgürlükleri öne çıkaran, insan haklarını, buna bağlı olarak yargının tarafsızlığını savunanlar bunu demokrasi ve çağdaşlık adıyla sunmaktadırlar. Bu değerlerin hayata geçmesi için de dünyaya entegrasyonu, küresel sisteme ve onun ruhu olarak addettikleri Batı Medeniyetine koşulsuz bağlılığın gerektiğini söylemekteler. Yani bireysel özgürlükler için milli bağımsızlıktan taviz verilmesi gerektiğini ileri sürmektedirler. Buna da Atatürkçülük demekteler. Bu görüşte olanlara Atatürk ne derdi? Hayal etmeye gerek yok, Gençliğe Hitabe’de söylemiş zaten: “…Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. …” Yani Gazi Paşa, kendi bireysel çıkarlarını istilacıların siyasi amaçlarıyla birleştirmiş olabilirler, diyor. Bu kişiler için bireysel özgürlük, kendi servet ve güçlerini tahkim etmek ve dolayısıyla bireysel hareket alanlarını arttırmak için milli bağımsızlıktan taviz vermek demektir. Bu Atatürk’ün karşı olduğu bir durumdur. 

Öte yanda diğer taraf “beka meselesi” diyerek her türlü muhalif görüşü susturmaya çalışmakta, onları Batı İşbirlikçisi diye adlandırmakta, meşhur bir kahvecide oturanları Siyonist uşağı olarak tel’in etmekte, rasyonel iktisadi politikalara geçilmesini öneren akademisyenleri “mandacı iktisatçı” olarak hedef göstermektedir. Bu düşüncede olanlar için Türkiye’nin bağımsızlığını sağlamak bütün Türklerin zorla veya güzellikle aynı fikirde olmasını sağlamaktan geçmektedir. Fırsat eşitliğini, bireysel özgürlükleri ve insan haklarını savunmak bozgunculuk ve yıkıcılık olarak görülmektedir. Ve yine, bunlar da savundukları çizginin “Atatürk’ün yolu” olduğunu, kendilerinin “yerli ve milli olduğunu” söylemektedirler. Atatürk bunlar için derdi? Birçok sözü vardır ama kendisinin idealize ettiği gençliği tanımlarken kullandığı ve Fikret’ten alınma sözlerle “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bireylerden oluşan bir toplum hedeflediği tartışılmazdır. Eğer bağımsızlık için özgürlükten vazgeçilmesini savunsaydı, kendisine yapılan teklifi kabul eder ve kendisi Padişah ve Halife olurdu. 

HEM ÖZGÜRLÜK HEM DE BAĞIMSIZLIK

Benim görüşüm ne? Bence evrensel hukuk çerçevesinde bireysel özgürlükler, fırsat eşitliği ve kanun hakimiyeti sağlanmazsa o ülkenin bağımsız olması pek mümkün değildir, olsa bile o bağımsızlığın vatandaşlar için bir kıymet-i harbiyesi olmaz. Öte yandan bağımsız bir millet olmadan özgürlükler derseniz, belki küçük bir ihtimal daha müreffeh olursunuz ama sizi siz yapan değerleri kaybedersiniz, her zaman dışarıdan gelecek talimatlara göre yol alırsınız. 

Bizim için Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında hem Bağımsızlık hem de Özgürlük ana hedefler olmalıdır. İkisi birbiri ile çelişmez aksine birbirini tamamlar. Atatürk ve arkadaşlarının bakış açısı da tam olarak budur. Vesselâm…