​YEMEN'DEN GELEN FÜZE: 31 EKİM HUSİ SALDIRISI İLE KİM KİMİ ÜRKÜTTÜ?

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
Salı günü Yemen'den İsrail'e atılan balistik füze ile 7 Ekim'i takip eden çatışmalarda farklı bir sayfa açılmış gözüküyor

Salı günü Yemen’den İsrail’e atılan balistik füze ile 7 Ekim’i takip eden çatışmalarda farklı bir sayfa açılmış gözüküyor. İlk bakışta okuyucumuz için şaşırtıcı bir şey yokmuş gibi görünebilir. Gazze’ye karşı İsrail 7 Ekim saldırılarına cevap olarak kollektif cezalandırma stratejisini açık ettiği andan itibaren Yemen’deki Husi yönetiminden tehdit mesajları geliyordu. Husiler’in İran destekli milisler olduğunu, direniş ekseninin parçası olarak anıldıklarını, Yemen’de uzun bir süre Arap Koalisyonuna karşı mücadele ettiklerini, füze kullanma kapasitesi açısından son derece gelişmiş olduklarını, bu kapasite ile BAE ve Suudi Arabistan’a kök söktürdüklerini ve savaşma hissiyatından Riyad-Tahran normalleşmesine rağmen çıkamadıklarını biliyoruz. Dolayısıyla Hamas’ın İsrail’in caydırıcılığına büyük zarar verdiği Al-Aksa Tufanı Operasyonunun ve islami Cihad ve Hizbullah’ın destek açıklamalarının bir noktada Husiler tarafından takip edilmesi şaşırtıcı değil. Ayrıca 31 Ekim’de İsrail’i hedef alan füze, Husilerin Gazze saldırıları başladığı andan itibaren fırlattıkları ilk füze de değil. İlk vaka, 19 Ekimde yaşanmış ve Yemen’den gelen cruise füzeleri ile dronlara Doğu Akdeniz’den Kızıl Deniz’e doğru seyreden ABD donanma unsurları müdahale etmişti. İsrail, başka bazı Husi füze ve SİHA saldırılarının Suudi Arabistan’daki Patriot sistemleri tarafından durdurulduğunu da iddia etmekteydi. Kısaca Yemen ve Lübnan üzerinden birbirini takip eden sinyaller vererek “direniş ekseni”- ki bu yazı yazılırken henüz Nasrallh beklenilen ve duyurulan konuşmasını yapmamıştı-, İsrail’in Gazze’yi işgal ve Arapsızlaştırma stratejisi izlediği takdirde cevabın çok cepheli bir savaş biçiminde olacağını söylüyordu. Tüm bu bilinenlere rağmen 31 Ekim füze saldırısı ve sonrasında Yemen’den yapılan İsrail ile savaş halindeyiz mealindeki açıklama çok çok önemlidir. Zira bu açıklama ile Husiler ve muhtemelen arkada İran, İsrail’in karşı karşıya kalabileceği cephelerin sayısından öte bir mesaj vermektedir ve mesajı ilettiği tek yer İsrail değildir.

Kapasite üzerinden güç gösterisi

Husiler’in fırlattığı füze, 1600 km menzilli bir füze. Güç gösterisi açısından olayı inceleyen uzmanlar, bu menzil kapasitesini Rusya Federasyonu’nun Hazar Donanmasından Suriye’nin kuzeyini vurmasına benzetmiş. Şahap III’lerin gelişmiş modeli olarak düşünülebilecek füze, İsrail’in güneyini hedefliyor ve Arrow II hava savunma sistemleri tarafından Ürdün üzerinde durdurulmadan önce Suudi Arabistan’ı kat ediyor. Husiler tarafından bugüne kadar kullanılmayan bir menzilde İsrail’e yönelik saldırıdan bahsediyoruz. Bu saldırı böylece İran destekli milislerin elinde nasıl bir kapasite olduğunu da tüm bölgeye ve bölge ötesine duyuruyor. İran destekli milislerin, Tahran fazla ses çıkarmasa da, Arap sokaklarına Gazze üzerinden seslenebildiği bir dönemde Körfez ülkeleri başta olmak üzere tüyleri diken diken olan bölge ülkelerinin sayısı çoktur. Aslına bakarsanız uzun bir süredir ABD’nin İran politikasından duyulan rahatsızlığın temel sebeplerinden biri İran destekli milislerin “direniş ekseni” etiketinin hatırlattığı biçimde statükoya karşı mücadele yeteneklerini, özellikle füze yeteneklerini sürekli geliştirmeleri idi. İran’ı anlaşma içinde, dışında ve yolunda milisleri ile arasına mesafe koyma fikrine itebilen bir ödül geliştirilemedi. 

Direniş ekseni milisleri üzerinden İran’ın korkuttukları

İran nükleer programının bugün geldiği aşamada, Tahran nükleer eşikte bir devlet olarak tanımlandığından artık anlaşma içerisinde garantilenebilecek Batı dünyası için kazançlar da son derece az. Biden yönetimi, artık Obama döneminde olduğu gibi İran’ı nükleer mevzuda 10-15 sene durdurmak-geri tutmak gibi bir ödüle sahip olamayacağını gördüğünden, anlaşma sağlamak konusunda basına yansıtıldığından daha az hevesli davranmış görünüyor. ABD, ümitlerini angajman içerisinde İran’ı -muhtemelen İran’ın da çok çok hevesli olmadığı- nükleer silahlanma kararından uzak tutmaya, kimi zaman ağzına bir parmak bal çalmaya ve bölgesel rekabetten ziyade normalleşme ruhunun önünü açarak milislere kaynak aktarımı ile ilgili Tahran’ın temel motivasyonunu nötralize etmeye bağladı. Ancak bölge ülkeleri, Obama-Trump dönemi politika değişimini bizzat tecrübe etmiş Tahran’ın milislere yatırım yapmaktan kolay kolay vazgeçemeyeceğinin de farkında idi. Bu nedenle çareyi üç ayaklı bir strateji geliştirmede buldular. Bir yandan ABD destekli İsrail odaklı normalleşme çabalarına pareler bölgedeki rakip güçler arasında herkesin-herkes ile bu arada İsrail dışında herkesin İran ile konuştuğu, iş birliği ve normalleşme açıklamaları yaptığı bir süreç ortaya çıktı.  Diğer yandan aktörler, Rusya, Çin ve diğer güvenlik sağlayıcı aktörleri Ortadoğu’da çok uzakta tutmayan bir herkese seslenme, herkes ile iş birliği yapma dönemi geçirdiler. Ki Körfez bu süreci kendi otonom savunma sanayi ve nükleer teknolojisini geliştirme için çalışma dönemi olarak da gördü. Ve üçüncüsü bölgedeki ABD müttefikleri (Ürdün, Mısır, Körfez) İsrail ile barış ve anlaşma üzerinden İsrail odaklı ABD destekli bir ortak savunma sistemi oluşturma hayali kurdular. Bu hayal edilen ortak savunma sisteminin yeterince ortak olmadığı ve verili yani garanti edilmiş bir şekilde müttefiklere sunulmadığı açıktı ancak patırtı gürültünün olmadığı bir ortamda herkes ABD ile kapı ardı/önü yapılan bu pazarlıkları Washington ve Tel Aviv’den kapasite edinimi için bir fırsat olarak gördü. Keza patriotların, Yemen’den BAE ve Suudi Arabistan’a fırlatılan füzelerden yakaladıkları kadar yakalayamadıkları da vardı. O nedenle müttefiklerin ABD ve İsrail’den talep ettiklerinin sadece daha kuvvetli bir hava savunma sistemi olmadığı, güçlü ve tıkır tıkır işleyen, savunma sistemlerini tehlike neredeyse oraya yönelten bir istihbarat koordinasyonu olduğu açık. 7 Ekim saldırıları önce İsrail’in sonra da ABD’nin nasıl tongaya basabileceklerini, istihbarat zafiyeti sergileyebileceklerini, daha önemlisi uyutulabileceklerini gösterdi. Bu yüzden, bugün alana THAAD’ların gelmiş olması, İsrail ve ABD donanma unsurlarının Kızıl Deniz’de dolaşması veya 31 Ekim saldırısını Arrow II’nin durdurmuş olması müttefiklerin beyninde ve gönlünde yanan endişe ateşini sadece birazcık yatıştırıyor, tamamen söndüremiyor. Ki 31 Ekim saldırısını durdurmada Arrow II’nin performansını öven ve Körfez’e hala önerebileceğimiz bir şey var diyen uzmanlar dahi tek bir füzenin yakalanmasından büyük anlamlar çıkartılamayacağını tekrarlamışlar. 

Arap Baharı 2.0 korkusu

Üstelik Körfez, Ürdün ve Mısır sadece güvenlik ikilemi krizinin ağırlığını da hissetmiyorlar. Direniş ekseni Arap sokaklarına Gazze üzerinden sesleniyor. Bu yüzden direniş ekseninin Arap sokaklarına karışması sadece mezhep üzerinden ya da yer altında nerede olduğu bilinmeyen Müslüman Kardeşler üzerinden kolayca güvenlikleştirilemiyor. Ama Hamas’ın ve Kasım Tugaylarının, Hizbullah’ın, Husilerin yani İran destekli milis güçlerinin Arap sokaklarına seslenip, Filistin davası üzerinden yeni bir direniş ekseni tanımlamaya çalışmaları son derece önemlidir. Bir nevi ama bugün çok farklı dinamiklere sahip bir Arap Baharı 2.0 ile karşı karşıya kalabilecek yukarıda saydığımız ülkeler, Mısır, Ürdün ve Körfez ardı ardına bu tip bir gelişmeyi durduracak, yatıştıracak ve nötralize edecek adımları atması konusunda Batı’yı uyarıyor. AB inisiyatifi çoktan ABD ve İsrail’e kaybetmiş göründüğünden Brüksel tarafından beklenen yatıştırma gayreti, çoğunlukla Borrel tarafından sarfedilen hoş ve boş sözler dışında gelmiyor. ABD ve İsrail arasında ise birbirinin arkasına sığındıkları bir oyun var. ABD, Netanyahu’nun girdiği delilik pozlarının arkasına sığınarak İsrail’in hala bir güvenlik sağlayıcısı olarak Gazze işini toparlamasını, yani Hamas’ın bitmiş gibi göründüğü bir senaryoyu Arap devletlerini daha fazla taraf seçmeye zorlamadan garantilemesini umuyor. Bu ilan edilsin ya da edilmesin, işgale dönüşmeyen ama alanda kontrol sağlayan başarılı bir kara operasyonu demek. İsrail bunu yaparken güvenlik açığını, 31 Ekim’de karşı karşıya kalacağından daha kuvvetli, daha fazla cepheden gelen saldırıları ABD bizzat varlığı üzerinden caydırmaya çalışıyor. Hamas’ın saldırısı üzerinden yaklaşık bir aya yakın zaman geçmesine rağmen İsrail’in bu tür bir güvenlik toparlamasını, saha kontrolünü sağlayamaması aslında Washington için büyük bir sorun. 

Biden ve Blinken’in işi zor, Bahreyn’den gelen karışık sinyaller bir alarm zilli

ABD, Washington’un müttefiklerinin durumu izlediğini, Arap sokaklarının durumu izlediğini, İran’ın kapasitelerinin milisler üzerinden görünür hale geldiğini ve yarın Irak, Suriye, Lübnan, Yemen üzerinden aynı anda hem ABD caydırıcılığının test edilebileceğini hem de Körfez’i çok korkutabilecek gelişmeler olabileceğinin farkında. Riyad, daha önce kazanamadığı ve Çin üzerinden durdurduğu bir savaşa üstelik İsrail Gazze’den çıkamamışken yeniden girebilecek noktada değil. Perşembe günü Bahreyn üzerinden gelen- ki Arap Bahar’ının bir cephesiydi- haberler oldukça önemliydi. Önce Bahreyn parlamentosunun İsrail’de bulunan Bahreynli diplomatları geri çağırdığı ve ikili ilişkileri Gazze’de yaşanan sivil ölümleri protesto ederek askıya aldığı haberi geldi. Bu haber Bahreyn’de siyasi otoritenin Yemen üzerinden verilen mesajı aldığını ve yeni bir Arap Baharı direniş ekseni üzerinden doğmasın diye tedbir almaya çalıştığını da gösteriyor. Ancak Bahreyn İbrahim Anlaşmalarına taraf bir aktör olduğundan Parlamento’nun aldığı bu karar basit bir siyasi gerginlik olarak değerlendirilemez. Körfez ülkelerinin aşağı tükürse halk, yukarı tükürse yönetim ve ABD güvencelerine çarptığı bir atmosfer var. Bu nedenle Bahreyn’den haber geldikten birkaç saat sonra parlamentonun kararının yönetim için bağlayıcı olmadığı ve İsrail ile ilişkilerin kopmadığına yönelik açıklamalar geldi. Demokrasi oyununu oynarken Suudi Arabistan gibi Bahreyn’i kolu kanadı altından çıkartmayan bir güçle burun buruna yaşamak kolay olmamalı. Ama Yemen cephesi açılırsa Körfez’deki dinamikleri kontrol etmek ve Husiler Gazze için mücadele ederken, İran, Türkiye, Rusya, Çin Filistin davası için açıklamalar yaparken Biden ve Blinken’i misafir etmek Suud için kolay olmayacaktır. İran’ın nükleer eşikte oluşunu, yani güçler dengesinde Riyad için bu handikabı da cebe koyalım. Bütün bu zorlukları sadece THAAD gösterisi üzerinden idare etmenin çok zor olduğunu bilen ABD, Biden ve Blinken’in Ortadoğu’da bir tur daha atmasına karar verdi. Müttefikleri yatıştırmaya çalışacaklar. İşleri çok zor, sokakları yatıştırmaları ise yarım yamalak hazırladıkları İslamofobi ile mücadele yasası ile filan mümkün değil.